Özel Alan/Olan Politikse, Psikoloji de...


Banu Bülbül

“P
olitik” sözcüğü gündelik dilde genellikle olumsuz anlamda kullanılıyor. “Politik davrandın” sözü, kişisel ilişkilerde pragmatist ve yer yer sinsice davranma anlamına gelen bir eleştiri olabiliyor. Buna karşılık ‘politik’ insanlar arasındaki ilişkilerde de ‘politik’ davranmamak, öznelliğini öne çıkarmak, beğenilmeyen tutum ve davranışlardan sayılıyor. Politik sözcüğünün iki kullanımında da politik ve özel olan birbirinden keskin biçimde ayırılıyor. Aslında ayrım yalnızca zihindeki kategorilerde yapılıyor da bu kurgusal ayırış gündelik pratik sırasında sürekli yıkılıyor, politik olanla özel olan birbiri içine geçiyor, ayrımlar silikleşiyor, politik alan ve özel alan birbiriyle teması hiç kesilmeyen kümeler olarak etkileşim hâlinde hareket etmeyi sürdürüyor. Yani bu iki alan insan zihni için kavraması zor bir ilişki kuruyor. İnsan zihni neden zorlanıyor? Hareket hâlindeki gerçeği durdurarak, bazı değişkenleri sabitleyerek, bir durup birini diğerine benzeterek düşünen, kavrayan insan zihni hareketi takip etmekte zorlanıyor. Zorlandığında ne yapıyor peki? Kendi dondurulmuş gerçeğinde ısrar edip ruhunu tatsız tuzsuz kurgusal gıdalarla besleyebiliyor ya da tutup tutup kaçırdığı gerçeğin akışına hayranlıkla bakıyor, olup bitenle beraber ahenkli, ahenksiz hareket etmeye çabalayarak onu takip ediyor. Kuşkusuz hakikate sahip olmaya değil, onu takip etmeye çalışan ikinci hâl insana daha iyi geliyor. Ancak profesyonel politika ve profesyonel entelektüel alan, bu keyiften ve danstan nadiren nasiplenebiliyor.

Biraz fazla uzatılmış bir girişin ardından asıl konumuza yani ‘politik psikoloji’ye dönebiliriz. ‘Politik’ ifadesinin olumlu ve olumsuz kullanımlarından söz etmiştik. Aynı kutuplu kavrayış politik psikoloji söz konusu olduğunda da geçerli aslında. Politika ve psikolojinin kesişimini düşünmek bu çağrışımlardan bağımsız gerçekleşmiyor çünkü... “Psikoloji politikleşmesin” diyenlere göre politik kimliğini yadsımayan bir psikolog nesnel bakışını da yitirir. “Nesnellik mi?” diye şaşıranınız olursa, o da ayrı bir tartışma, oraya girmeyelim şimdi. Psikoloji camiası içerisinden “insanın insanı incelerken objektif olmasının sınırları vardır elbette” diyebilmek kolay olmayabiliyor çoğu zaman... Bu kutbun diğer ucunda ise politik ilgileri olan bir psikoloğun, illa psikoloji alanında kalacaksa muhakkak politik psikolojiyle ya da sosyal psikolojiyle uğraşması gerektiğini düşünenler yer alır. Onlara göre de kimi psikoloji alanları ile ilgilenmek makbul sayılmayabilir. Oysa politik kimliğimiz yaptığımız her işte bizimledir, değer yargılarımızdan bağımsız etik sınırlarımız olamaz. Bu nedenle pekâlâ Marksist bir klinik psikoloğu düşündüğümüzde denilebilir ki, psikoloğun yaptığı işi politika ile ilişkilendirmesi yanlış olmadığı gibi, kişisel tutarlılığı açısından değerlidir bile. TODAP’ın yayınına bu konuyla ilgili serbestçe düşüncelerimi yazıyorken, TODAP’ın da politik olduğu düşünülen ve kimilerince (benim gibi) bu nedenle tercih edilen, kimilerince ise bu nedenle kaçınılan bir örgüt oluşu yine mevzunun epeyce ayırıcı olduğuna işaret ediyor.

Üniversitede öğrenciyken aldığımız psikoloji eğitimine yönelik en temel eleştirimiz politikadan uzak durmasıydı. 1990’lı yıllardı. Tüm kentler, üniversiteler politika konuşulan, eylemler örgütlenen alanlardı. Ama dışarıdaki meseleler(imiz) sınıflarda, ders içeriklerinde konuşulmuyordu, yoktu. Sürekli olarak belirli bir bireyden (kadın ya da erkek olan, yani cinsiyeti muhakkak sabitlenen; bir de yaş grubu ile beraber gelişimsel dönemi belirlenmiş olan bireyden) söz ediliyordu. Bana sorarsanız o “birey” ne bu ülkede ne de başka bir ülkede yaşıyordu. O bireyin hangi zamanda yaşadığı da, yani içinde bulunduğu dönemin özellikleri de yeterince tanımlanmıyordu. Zamansız ve mekânsız olan bu birey, aslında yaşamıyordu âdeta... Anlayacağınız “birey” işi fazla abartılmıştı. Ben ve arkadaşlarım da politik psikoloji alanı ile ilgilenmeye, ulaşabildiğimiz sınırlı sayıda kaynaktan konuyu araştırmaya başladık.
Sonraları politik psikolojinin yalnızca solcu (biraz genel geçer ifadelerle anlatarak işimi kolaylaştırmak istiyorum) psikologların ya da ruh sağlığı alanında çalışanların uğraş alanı olmadığını öğrendim. Meğer ve şaşırılmayacak biçimde devletler için çalışan, o devletin işine ne geliyorsa bazen dönemsel barış, bazen savaş için gerekli koşulları araştıran, algı yönetimi denen meseleler için kafa yoran birileri de varmış. Bir de kuşkusuz tüm zorluklarına rağmen ezilenlerin, sömürülenlerin yanında saf tutan, devletlerden ve sermayeden bağımsız olarak zihnini, emeğini konumlandıranlar...

Sonra tüm bu düşünceler “özel olan/alan politiktir” bilgisi ile de bütünlendi bir yandan. Hâl böyle olunca iş yaşamı, üniversite, akademi hepsi politiktir elbette. Ve bunda korkulacak, üzülecek bir şey yoktur (ayrıca herhangi bir konuda korkmakta ve üzülmekte de kötü bir şey yoktur zaten). Tersine işçiler için, kadınlar için, eşcinseller ve translar için, üniversite öğrencileri için bu iyi bir haberdir. Bu bilgi, uzun saatler boyu çalışmamızın zorunlu olmayacağı bir dünyanın mümkün olduğunu, sömürünün ortadan kaldırılabilir olduğunu gösteren ilk işaret gibidir. Zorlu biçimlerde çalışıp en değerli üretimi yapanların en güç koşullarda yaşadığı, gerçek anlamda çalışmayan sermaye sahiplerinin “büyük üretici” diye adlandırıldığı ve onlara lüks olanakların sunulduğu üretim ilişkilerinin kader olmadığını politik araçlar olmaksızın görmek mümkün değildir. Eril tahakkümün hayatın her alanına sızdığı, üniversitelerde ve eğitimin her alanında öğrencilerin kendi sınıfsal ve siyasal varlığını inkâr eden bilgileri sessizce dinlemek zorunda kaldığı, özgürce hakikati arama yolculuğundan çok uzak bir katılığın hüküm sürdüğü bu sistemin mutlak olmadığının, değişebileceğinin ve değişimin öznesinin de eğitimin, özel alanın, iş yerinin tezgahlarından geçirilerek nesneleştirilmeye çalışılan milyonlar olabileceğinin görülmesinin başlangıcı, politikanın hayatın her alanındaki belirleyici öneminin kabulüdür.

Özel alan politiktir. İnsan davranışlarını inceleyerek, insan tutumlarını, duygularını, düşüncelerini anlamaya çalışan psikoloji disiplininin ürettiği ya da ulaşmaya çalıştığı bilginin, politik olandan nasibini almaması düşünülemez. Böyle olduğu hâlde ekseriyetle ihmal edilir konu. Oysa klinik alandan meseleye bakacak olursak, Freud’un döneminde ağırlıkla histeri çalışılması, sonraki dönemlerde terapinin ana uğraş alanının narsistik bozukluklar olması, borderline tanısının neredeyse kadınlarla özdeşleştirilmesi, erkeklerin saldırganlığının ağırlıkla dışarıya, kadınların saldırganlığınınsa kendilerine yönelmesi, yeme bozukluklarında yaşanan artış, hatta cinsel sorunlar içinde bulunulan toplumsal koşullardan, o toplumsal koşullarda yaşanan politik atmosferden bağımsız düşünülemez. Benzer bir durum gelişim psikolojisi için de eğitim psikolojisi için de geçerlidir. Elbette örnekteki konuların salt politik alandan kavranabileceğini düşünmüyorum ama politik etkinin önemi, öyle alelade bir cümleyle geçiştirilemeyecek denli önemlidir diyorum.

Evet, politik psikoloji alanı var ve orada politik olan daha vurgulu çalışılabilir. Bununla beraber, politik psikoloji çalışmalarının tahakküm kuran güçlerle ilişkisini nasıl kurduğunu ve yürütülen çalışmaların amacını önemsemeliyiz. Bunun dışında psikolojinin her alanında politikanın belirleyici olduğunun kabulü gereklidir. Bu kadar temel ve yalın bir gerçeği kabul etmek yetmez; politik olanın kapsanması da gerekir. Peki kim tarafından?

Alanda çalışan psikologlar, aslında pratik zorunluluklar gereği daha bütünlüklü bakma becerisi geliştirebiliyorken, pratik alandan uzaklaşanlar daha yalıtık bir zihinsel çalışma yürütebiliyor. Alanda çalışanlar için okumak, araştırmak ve biriktirdiği deneyimi yazılı hâle getirmek zorken, akademik alandaki psikologlar için de çoğu zaman kampüs dışındaki hayatı tanımak, bilmek zor olabiliyor. Bunca uzmanlaşmanın bizi getirdiği nokta, görebildiğimiz alanın daralması oluyor bir yandan da... Sanki uzmanlıklarımızdan oluşan mikroskoplardan bakıyoruz hayata. Kötü değil elbette ama arada başını kaldırıp yıldızlara bakmak, uzayın sonsuzluğunu, devasa gök cisimlerinin varlığını hiç akıldan çıkarmamak kaydıyla...

Peki ama ne yapabiliriz? Sermayeden/devletlerden bağımsız temas alanları yaratabiliriz ve o alanlar politik olanın bilgisini de sunar bize... Yıllarca yutkunduğumuz itirazlardan oluşan yalnızlık, çaresizlik duygularımızın sözcüklere dönüşüp bizden çıkması ancak böylesi buluşmalarla, yakınlaşmalarla mümkün. Elbette bu alanlar da sermayenin sürekli kışkırttığı rekabetlerden, hırslardan, hasetlerden uzak olmayacak, elbette ayrımcılık ve baskı koşullarından “bağımsız” olduk denilerek bağımsız olun(a)mayacak ama buluşma ve niyet etme bir başlangıçtır.

Sonuç olarak; madem ki akıp giden hayatın gerçeklerine inat, özel olanla politik olanı, yani psikolojinin ve politikanın alanını keskin biçimde ayırmaya çalışanlar var; o hâlde politik alanları “psikolojize” etmeye, psikoloji alan(lar)ını da “politize” etmeye devam edelim, diyorum.