Eser
Sandıkçı1
Sizlerle
paylaşmak istediğim, bir kadının bir gününün hikâyesi. Bir kadının diğer
kadınlarla birlikte yaşanan deneyimini konu alan, bir kadın hikâyesi. Yaşandığı
mekâna bakarsak, bir İstanbul hikâyesi. Bir yanıyla, kadınların İstanbul’unun
hikâyesi. Tarih 25 Kasım. Kadınlar için hem tarihsel hem de yaşamsal önemi olan
özel bir gün. Kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele ve dayanışma
günü. Şiddetin her türünün bolca vuku bulduğu, dolayısıyla her günün biraz 25
Kasım olduğu şiddet coğrafyasında geçen kadınların hikâyesi…
Yaklaşık
bir ay önce bir telefon geldi. Telefonun ucunda bir kadın gazeteci. Önce
kendini tanıttı. Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi’nden olduğunu
söyledi. 25 Kasım’da çalışma yaşamında şiddeti konu alacakları bir kadın etkinliği
düzenlemek istediklerini anlattı ve konuşmacı olarak davet etti. Duyduğum anda
hissettiğim heyecanla kabul ettim. Bu gruptan daha önce sosyal medya üzerinden
haberdar oluşumu ve etkinliklerini merakla izlediğimi hatırlıyorum. Dikkatimi
çeken ve merakımı uyandıran, kendilerini “müslüman” kimliğiyle tanımlayan bu
kadınların, erkeklerin ideolojik hakimiyetinin güçlü olduğu muhafazakâr
camianın içerisinde feminizm üzerine okuma çalışmaları, şiddete ve kadın
gündemlerine dair kadınlara yönelik etkinlikler düzenliyor olmalarıydı. Tıpkı
bizim mahalledeki feminist kadınlar gibi. Siyasetin yarattığı gerilimlerle
birlikte toplum mahallelere bölünmüş, herkesin kendi mahallesindekilerle
sınırlı bir yaşantısının olduğu, “karşı mahalle” ile sanki adı konmamış vize
krizinin yaşandığı, kimsenin diğerinin mahallesine uğramak istemediği bir zaman
diliminde “karşı mahalle”deki kadınlarla aynı sözün etrafında buluşma fikri
oldukça heyecan vericiydi.
25
Kasım sabahında işte bu duygularla Kadıköy’den Fatih’e doğru yola çıktım.
Fatih’e yıllardır gitmediğimi, hatta İstanbul’da yaşadığım zaman diliminde
birkaç kez dışında neredeyse hiç gitmemiş olduğumu fark ettim. Etkinliğin
duyurusunu gördüğünde benimle benzer heyecanı duyan bir kadın arkadaşım da
etkinliğe gelmek istediğini söyleyerek beni aradı. Onunla Edirnekapı’da buluşup
Fatih otobüsüne bindik. Tıklım tıklım dolu otobüse bindiğimizde otobüsteki
insanların kıyafetlerinden farklı bir mahalleye doğru yol aldığımız hissiyatı
zihinsel dünyamızda belirginleşmeye başlamıştı. Ah bu kıyafetler, Türkiye
siyasetinin nasıl da en etkin sembollerindendir. Üzerlerine ne kadar çok şey
söylenmiş ne büyük siyasetler inşa edilmiştir. Kıyafetler tek başlarına bile ne
kadar çok şeyi ifade ederler siyasetin hegemonyasında şekillenen zihinsel
dünyalarımızda. Yavuz Selim durağında inip Fatih durağına doğru yürümeye
başladık. Evet artık “karşı mahallede” idik. Burada artan merak duygumuz,
gidilmemiş bir mekânı keşfe çıkan gezginlerin mekânın tarihini ve kültürünü
tanıma arzusuyla birleşiverdi. Özellikle erken gelmiştik. Etkinlikten önce
biraz etrafta dolaşmak istemiştik. Meraklı gözlerle İstanbul’un en eski
mahallelerinden birinin sokaklarında tarihin kokusunu hissetmeye çalıştık.
Yanından geçtiğimiz binaları dikkatle tek tek incelemeye koyulduk. Tarihi bir
çeşmenin önüne atılmış tabureler gördüğümüzde çayımızı sokak ortasında bu
taburelerde içmek istedik. Yabancısı olduğumuz bu sokaklarda, tanışık olduğumuz
erkek dünyasının hoyratlığına maruz kalır mıyız kaygısı ile çaycıya oturmamızın
sakıncası olup olmadığını sorduk. Kaygımız öylesine büyük görünüyor olmalıydı
ki, çaycı sorumuza yansıyan kaygımızın karşısında şaşkınlık duyarak bizi buyur
etti.
Etkinlik
saati yaklaşmıştı. Etkinlik mekânına doğru yürüdüğümüzde bugüne kadar
varlığından haberdar olmadığımızdan dolayı önce utanç, inşa ediliş tarihini
öğrenmemizle birlikte artan bir heyecan hissettiğimiz Kız Taşı’na gelmiştik.
Etkinlik mekânı Kız Taşı’nın tam karşısında bir binanın üst katındaydı. Kız
Taşı’ndan gözümüzü ayıramadan etrafında birkaç kez tur attık. Telefonlarımızdan
yapıldığı tarihe baktığımızda birbirimizin suratına şaşkınlıkla bakarak 452
dedik birkaç kez yüksek sesle tekrarlayarak. Bin beş yüzyıl önce Bizans’ta inşa
edilen bu heybetli yapı karşımızda duruyordu. Merakla Kız Taşı’na dair efsaneleri
okumaya başladık. Birbirinden cinsiyetçi, kadınlara yönelik düşmanlık içeren
iki efsane karşımıza çıktı. Kız Taşı tekrar hatırlatmıştı bize ataerkilliğin
köklü tarihini. Baş etmeye çalıştığımız, yok etmeyi arzuladığımız ataerki
Cumhuriyet’ten de eskiydi Osmanlı’dan da. Hatta Bizans’tan da. Binanın en üst
katına, Suriyeli doktorların kurdukları muayenehaneler olduğunu öğrendiğimiz
kalabalık ofislerin önünden geçerek hızla çıktık. Mekâna geldiğimizde kadın
arkadaşlar bizi misafirperverlikle karşıladılar. İçeri girdiğimizde pencerenin
ardında Kız Taşı’nın tepesinin tam karşımızda durduğunu fark ettik. Bu mekânda
toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, kadın düşmanlığının, ataerkil yapının ne
kadar güçlü olduğunu gözümüze sokan Kız Taşı’nın tanıklığında farklı
mahallelerden kız kardeşlerimizle şiddetle nasıl başa çıkabileceğimizi
tartışacaktık.
Kadınlar
yavaş yavaş gelmeye başladılar. Evde hazırladıkları kekleri, poğaçaları,
mercimekli köfteleri masalara dizdiler. Bu menü herhâlde bu coğrafyanın
kadınlarının geleneksel buluşma menüsüydü. Farklı toplumsal yapılardan,
kültürlerden, dini inanışlardan, etnik gruplardan hangi kadın buluşmasına
gidersek gidelim, kadınların kendi üretimleri olan bu sofranın benzer
versiyonlarıyla karşılaşacağımızı düşündüm. Kadınların gelmesi ile masanın
etrafında toplandık. Etkinliği düzenleyen kadın arkadaşlardan biri 25 Kasım’ın
tarihçesini anlatan bir açılış konuşması yaptı. Ardından etkinliğe katılan
taşeron işçisi kadınlar, kendi çalışma yaşamlarında kadın olmaktan kaynaklı yaşadıkları
ayrımcılıklar ve hak ihlalleri üzerine paylaşımlarda bulundular. İnsanlık dışı
bir çalışma biçimi olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz taşeronluk sisteminin
kadınlar açısından iki kat daha zorlu olduğunu yaşamları üzerinden
örneklediler. Benim için bu etkinliğin en değerli anlarından biri bu
paylaşımlardı. Kadınlar bununla ilgili önceden bir hazırlık yapmışlar,
deneyimlerini yazılı hâle getirmişlerdi. Erkeklerin sözleri ve yazıları ile
kendi iktidarlarını tesis ettiği bu toplumsal düzende kadınların kendi
hikâyelerini anlatması, hele bunu yazıya dökmesi öylesine değerliydi ki.
Kadınların paylaşımının ardından avukat arkadaşla birlikte sunumlarımızı
yaptık. Etkinlik süresince kadınlar sorularını sordular, düşüncelerini
paylaştılar. Ve, bir kez daha gördük ki kadınlar olarak hikâyelerimiz ne kadar
da benzer. Etkinliği düzenleyen arkadaşların akşam Taksim’deki kadın yürüyüşüne
çağrıları ile program sona erdi. Bu eyleme katılmanın kadınlara nasıl moral
verdiğini, kadınların birlikte güçlü olduğunu hatırlattık birbirimize.
Etkinliğin
ardından etkinliği düzenleyen arkadaşlarla kısa bir sohbet ettik ayaküstü.
Merakla sorularımı sordum kendilerine. Beş yıla uzanan bir tarihleri olduğunu,
Fatih ve Üsküdar’da bir araya geldiklerini, feminizm üzerine okumalar
yaptıklarını, kadın gündemleri üzerine etkinlikler düzenlediklerini, kendi
camialarında kadınların konumu üzerine eleştirel yazılar yazdıklarını,
bildiriler hazırladıklarını, stantlar açtıklarını anlattılar. “Orta sınıf”
kadınlardan oluşan bir grup olduklarını, “işçi kadınlarla” buluşmaya
çalıştıklarını, onlar için bu buluşmanın önemli olduğunu söylediler. Mahalle
ile ilişkilerini sordum. Kocasının şiddetinden kaçan ve tek başına ayakta kalma
mücadelesi veren komşuları kadın esnafla dayanışma içinde olduklarını,
kadınları taciz eden bir erkek esnafa karşı eylem düzenlemek istediklerini
konuştuk ayaküstü. Malum akşam eylem var, sohbeti kısa tuttuk. Onların da
pankartlarını hazırlayıp, ortalığı toplayıp eyleme yetişmeleri gerekiyor.
Fatih’teki kız kardeşlerimizden “Taksim’de eylemde görüşmek üzere” diyerek,
birbirimize sarılarak ayrıldık.
Fatih’ten
Taksim’e geçiyoruz. İstanbul’un farklı mahallelerinden gelen kadınlar
Tünel’deki buluşma noktasına doğru ulaşmaya çalışıyorlar. Sabah saatlerinden
itibaren kaymakamlık tarafından tehdit içeren bir açıklama yapılmış, polisler
iki noktada kadınların önüne bariyer kurmuş, buluşmamıza engel olmak
istiyorlar. Her yerden morlar içinde kadınlar bir araya gelerek birikmeye
başlıyor. Kadınların coşkusu ve ısrarı engellemeleri aşıyor. Odakule’ye kadar
hep birlikte kadına şiddete karşı bir aradayız diyerek yürüyoruz. Ve eylemin
bitmesiyle eylemde karşılaştığım kadın arkadaşlarımla birlikte mahalleme
Kadıköy’e dönüyorum. Yol boyunca her yerde mor lolipoplar, bu güzel günün özeti
olsa gerek: “Kadınlar Birlikte Güçlü!”
[1] Bu yazı ilk
olarak 29 Kasım 2017’de catlakzemin.com’da yayımlanmıştır. Bkz: https://goo.gl/Y8N2kL