Özgürlüğün Neoliberal Hâlleri: Ekran ve İnternetin Öznel Etkileri Üzerine


Ceylin Özcan
ceylinozcan@yahoo.com

Bugün “bir aradalığı”, bir araya gelmeye dair imkânlarımızı, bir arada olmanın kendine has gerilimlerini konuşacağız.[1] Hem ortaklık, beraberlik anlamlarının ikamesi olarak bir aradalık; hem de “bir” ve “ara”yı ayırarak yazdığımız haliyle, bir “arada” olma, bir “araya denk düşme” durumu veya “arada bir” olanın ritmi olarak bir aradalık. Başka bir deyişle:

- Hem bir yan yanalık hali: Dayanışma, omuz omuzalık; bir dayanak olarak öteki ve ben, çift olma 

- Hem bir olma hali: Birlik; tek vücut olma, ötekiyle bir olma, kenetlenme, “ben”in “biz” içinde kaybı 

- Hem de bir ara: “Aralık”; “aradalık”. Sınır; iki noktanın/durumun arasındaki üçüncülük; ötekiyle zamansal, mekânsal hatta coğrafi mesafemiz; aramızdaki o boşluk; iki kelime arasındaki sessizlik. Ben ve öteki arasındaki kapanmayan ara. Ötekinin yokluğunun izi, bir yara olarak bir ara’lık. İki yakanın bir araya gelmeyişi


Tam da bu duyuşun yarattığı yankılanmada, her birimizin yaşamının hatta neredeyse organ misali bedeninin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş interneti düşündüm. “Inter”, “arasında” ve “net”, bildiğiniz gibi “ağ” demek. İnternete bağlanmak, bir ağ arasında olmak, bir ağ algoritması içerisinde dolanmak demek. Bu ağ arasında dolanan, bir pencereden diğer pencereye kayanın, bıraktığı ize dair hiçbir temsilinin olmadığı bir bağlantı arasında olmayı sağlıyor bir özne için, internet.

İnternet günümüz öznesinin dünyayla, ötekiyle ve sözle kurduğu bağı kökten değiştirdi. Haliyle mümkün kıldığı bağlantı ağıyla, ilişki kurma modalitelerini de dönüştürdü. Ekran karşısındaki birey için küresel düzeyde bir antite oldu diyebiliriz. İnternet sayesinde bilgiye, imgeye, her türlü tüketim nesnesine her an ulaşabilir, bir başkasına her an bağlanabilir, her an ondan kopabilir, aynı hızla yeniden bağlanıp her boşluğu, her arayı doldurabilir hale geldik. Teknobilişsel ilerlemelerle beraber internet, her veriyi rakamsal bir veriye dönüştürerek, en ufak dolaşımı kaydeden sanal bir hafızaya dönüştü. Lacan’ın deyişiyle Öteki, özne için bir gösteren hazinesi, öznenin tarihsel ve kuşaklar arası havzası iken ve bilinçdışı bir üreti ortaya koyan simgesel bir zincir oluşturuyorken, söz konusu böylesi sanal bir veri tabanı değildi, şüphesiz. Peki toplumsal bağın böylesi sanal bir alana kayarak dönüşümünün, özne için ne gibi sonuçları olabilir? Ötekinin ve öznenin statüsüne dair ne söyler?

İnternet, Öznellik ve Toplumsal Bağ
Psikanalist Eric Laurent, “İnternetten zevklenmek” adlı makalesinde (2017) “Bir ve sayısal (numerique) medeniyetin Ötekisi’nin” aşırı mevcudiyetinden bahseder. Söz konusu olan, Arada bir’in sağladığı mevcudiyet/yokluk ritmi, dinamiği, çocuksu masalların “bir varmış, bir yokmuş” dengesinden, “her an, her dakika”ya kayan bir ruhsal gerçekliktir. Bir ara’lık, bilinmeyene açılan düşlemsel bir alan sunarken, “her an ve hemen”in doğrudanlığı, düşlemeye fırsat tanımayan bir fazlalık halini alır. Ekranın sunduğu bir olanak olarak imgeselliğin genleşmesi, öznenin kendini dünya çapında “bir ve tek” sanmasına kadar gidebilir. Kendinden eksik değil, kendiyle dolu bir özne; tek başınalığından karşı konulamaz zevklenme hali. Elbette bu narsistik karmaşa, başkasıyla kurulan ilişkide onun acısına duyarsızlaşmadan, kendi varlığını imgesiyle ve imgesini de kimliğiyle karıştırmanın yarattığı yabancılaşmaya kadar, kendine ve başkasına yönelik gizil bir şiddetin de önünü açar. Bir ideal benliği her ne pahasına olursa olsun koruma davası, böylece de küresel, herkes için ideal olanın bir parçası olma, bir hayat projesi halini bile alabilir özne için.

Toplumsal bağ ve ilişkilerdeki bu -Zygmunt Bauman’ın deyimiyle- “akışkanlık” ve bir nevi çölleşme; internetin, yani kapitalizmin başka bir biçimi olarak bu bilişim çağının, öznenin cinsellik, aşk ve ölüm karşısındaki varoluşsal soru ve zorluklarına yanıt olamadığının, yeterli bir çare sunamadığının kanıtı denilebilir. Bu noktada ilk aklıma gelen, iki gün önce okuduğum 22,2 Bin beğeni almış genç bir adamın (onun takip listesindekilerden kat be kat büyük bir sayı) attığı bir tweeti örnek vereceğim. Kız arkadaşı olduğunu var saydığımız genç bir kadının portre fotoğrafı ve bu fotoğrafın üst köşesinde Netflix, Spotify ve Twitter logoları bulunuyor. İlettiği mesaj ise şu: “Şu dörtlüden biri giderse, Osmanlı gibi çökerim”. Bu iletinin ironik yanı bir yana, ki bu ileti sözün öznel değerini taşıyor mu, bu iletinin adresi kim? gibi ayrı sorulara da alan açıyor muhakkak, burada bize her nasılsa tesadüfen, tam da bir ağ arasında dolaşırken karşılaşmayı seçme imkânlılığımıza tabi olmadan, ulaşan mesaj şu:

Her biri eşdeğer dürtü nesnelerinin (bakış, ses) ikamesi olarak artı-zevk nesneleri olan tüketim aygıtları birbiriyle yer değiştirebilir, tıpkı kız arkadaşı gibi. Ancak bu zevk modalitelerine işaret eden nesnelerden biri yerini boşaltırsa: bam! fallik çöküş. Simgesel olan gösterenin aleyhine imge ve teknobilişim karşısındaki böylesi bir büyülenme hali; fetişist bir büyülenme, ki bu herkese ulaşabilirlik halinde, etik bir soru da doğuyor: Bu gösterim/sergileme halinde, bir başkasının çiftin bir aradalığına ve mahremiyetine her an dâhil edilebilir olması. Ayrıca ara vermenin, sakla(n)manın özgürlüğünden, görülme ve beğenilme zorunluluğunun dayatıldığı ekran, dolayısıyla imge karşısında öznel bir pasifleşme de buna eklenebilir: “Yüzeysel ve geçici imge kültürü, bizden mahremiyetimizi çalar, eleştirel düşüncenin yerini alır ve tüketilen varlıklara dönüştürür bizi, hiçbir seçme özgürlüğü olmadan” (Internet avec Lacan, p. 32).

Cinsellik, Nesne İlişkisi ve Bir Aradalık
Freud’un dürtü kuramının bize öğrettiği, nesnenin radikal kaybından sebep ikameleriyle olan karşılaşmanın ancak hedefini ıskalamış, eksik bir karşılaşma olacağıdır. Kökensel, temel olan nesne annedir, ve onu kaybederiz. Onun kaybı, bizi dile sokan, insanileştiren, bizi diğerleriyle bir arada olma imkânlarına açan bir kayıptır. Bizi konuşmaya, ayağa kalkmaya ve bastırmaya iter. Bu nedenle de kaybı temsil eden nesneyle karşılaşma, ancak zevkin sınırlarını ve modalitelerini belirleyebilir. Günümüz söyleminin bize vadettiği zevk, zaten mümkün değil. Ancak, bu imkânsızlığın söylemdeki statüsünün değişmesi, bir aradalık biçimlerimizi de etkiliyor.

Lacan’ın deyimiyle “cinsel ilişki/orantı yoktur” demek, tam da cinsiyetler arası bir karşılıklılığın ve tamamlanmanın mümkün olmadığına işaret ediyor. Bu tam olarak eksik olan karşılaşmanın bir ptototipi. Temel nesne eksiğinin ikamelerinden yani düşlem nesnelerinden geçerek, ötekiyle bağ kuruyoruz; küçük a nesnesi. Bu nesne, Öteki’nden ayrılırken, çeşitli mantıki anlarda bedenden kopup aramıza düşen nesne biçimlerine karşılık geliyor. Psikanalitik bağlamda, bir-aradalık böylesi bir yerden düşünülebilir. Öteki’nden kopuşun sınırında beliren bir nesnedir, küçük a. Bu nesnenin temellendirdiği bir düşlemin dolayımından ötürü bir aradayız, yani. Bir arada oluşlarımızı ve bir araya gelişlerimizi, ayrılma ve kopma süreçlerimize borçluyuz. Düşlemin perdesini kaldırdığımızda, bir-aradalık imkânlarımız da sönüyor.

İnternet çağı, tam da kaybın ve eksiğin simgesel statüsünü belirsizleştiren bir çağ. Konuşmamı, bu meseleye dair önemli bir örnek olan ve değerli sorulara kapı açan, Spike Jonze’nin 2013’te vizyona giren “Her” filmi üzerine düşüncelerimi aktararak noktalayacağım.

Film, sanal zekâ modeli olarak kurgulanmış bir bilgisayar sistemi ile aşk mektupları yazarı boşanma evresindeki Theodore arasında gelişen tuhaf bağ etrafında örülüyor. Bir robot yani teknik bir aygıt olan Samantha ve Theodore, diyelim. Samantha, bedeni olan bir varlık değil. Ancak bir beden parçası, insani en temel nesnelerden biri olan bir ses olarak varlık kazanıyor. Hem de ne ses! Bu sese, Theodore, tanındığına dair bir bilgi varsayıyor. Bildiği varsayılan ancak özne olmayan bir Öteki; ayrılık acısının dermanı. Filmin dönüm noktalarından biri bu ve elbette eksik bir karşılaşma; Samantha bir kadın değil, bir insan dahi değil. Diğer yandan, meselesini pek tarihselleştiremeyen Theodore için Samantha bir nevi bir düşlem nesnesi ve bu nesneye zamanla otistik ve yalnızlaştıran bir zevk biçiminde kapanır.

Theodore hiçbir hissin egemen olmadığı bir rutin ve monotonluk içinde işine gidip gelir. Ayrılık, sanki hiçbir duygulanım uyandırmamışçasına bir apati halinde. Aşk, duygulanım ve beden bağını koparan bu noktada, Laura Petrosino (2013) çağdaş meselelerden biri olarak “duygulanımların öznelleştirilmesindeki yoksunluk” durumunu tanımlar. İlişkisel bir Öteki figürünün yerini teknik becerileriyle büyüleyen öznesiz bir aygıt almıştır. Eğer Theodore bir özne olarak belirecekse, belki de simgesel bir bağ olarak bir merciiyi daha iyi konumlayabildiği aşk mektupları yazarlığında belirecek, diyebiliriz.

Belki bu hipermodern meseleye ek olarak şu söylenebilir: Ötekinin bedeninin bağıntısı doğrultusunda da düşünülmez “ses”, bir küçük a nesnesi olarak has hedef gibidir. Samantha, sesin kendisidir. Ses, Samantha’ya ait değildir. Nesne, bir başkalık ve eksiği, gediği, kendine özgülüğüyle ötekinin bedenine göndermez. Öyle ki sesi, bir imajla bile kapsamak, örtmek en zor iş olur.

Belki çeşitli formlarda, cinsellik, cinsel yaşam ve orantı, ayrılık bir aradalık meselesi olarak hâlâ günümüz öznesinin derdi olarak kalsa da, ifade alanları ve bulunan çözümlerde radikal bir farklılık olduğunu söylemek, bu filmin ortaya koyduğu ana temalardan biri desek yanlış olmaz.

Ötekinin tutarsızlığını, yanıltıcılığının açtığı mesafeyi, her an orada olan, bedeni olsun olmasın teknik kusursuzluğuyla bir boşluğu, aralığı dolduran artı-zevk unsuru aygıtlarla karşılamak, simgesel bir yanıt olamadığından, günümüz öznesinin bu vasat çaresizliğine de derman olmaz. Her ikisi de bir yalnızlık biçimi olmakla birlikte aralarındaki statü farklılığı, günümüz öznesinin kimi çözümlerinin sorunu hafifletmek bir yana dursun, daha da derinleştirdiğini ortaya koyar.

Kaynaklar
Bauman, Z. (2017). Akışkan aşk. Alfa felsefe.
Freud, S. (1915). Métapsychologie. Paris: Gallimard.
Harari, A., Badari, P., Basso, M., & Prado, T. M. (2017). Conversation Bresilienne İncidences d'internet Sur La Pratique Analytique: Dans Le respect Du Transfert. Paris: La Cause Du Desir, n. 97 Internet Avec Lacan, s. 31–36.
Laurent, E. (2017). Jouir d’internet. Paris: La Cause Du Desir, n. 97 Internet Avec Lacan, s. 11–30.
Soler, C. (2012). Qu'est-ce qui fait lien? Paris: Editions du Champ lacanien.
Troianovski, L., Petrosino, L. (2013). A propos de Her -Les sans-corps. Revue Scilicet, Un réel pour le 21e siècle. Paris: Huysmans.




[1]   Bu metin, TODAP tarafından düzenlenen VI. Eleştirel Psikoloji Sempozyumu’nda (İzmir, 2018), Pınar Arslantürk ile yapılmış sunumun yazar tarafından kaleme alınmış olan ilk bölümüdür.