Yalnız Benlikler ve Sosyal Kimlikler

Şeref Yetişgin
yetisginseref@gmail.com

Yalnız birey yoktur. Kişi kendini yalnız hissetse bile, o binlerce yalnızla beraber ve yine o toplu yalnızlar grubunun bir üyesi kabul edilir. İnsanı tasvirde kullanılan ilk sözcükler genellikle onun kimliği ile ilgilidir. Birçok farklı kimliğin bir arada yer aldığı Lübnan’da yaşamış ve kimliğe dair parçalanmışlığı en çok hissedenlerden biri olan Amin Maalouf, kimliğin farklılık yaratıcı gücünü şu cümlesiyle ortaya koyar: “Kimliğim beni başka hiç kimseye benzemez yapan şeydir.” (Maalouf, 2008). Ancak yine de kimlikler, tarih ve coğrafyaya sığmayacak kadar hareketli, çeşitli ve sadece farklılaşmayı doğurmayacak kadar canlıdır. İnsan, sosyal bir varlık olmasından kaynaklı olarak, birey kimliğinin yanında bir de sosyal kimlik kazanmıştır. Biyolojik olarak insanın organik gelişimi nasıl belli bir zamanı gerektiriyorsa, sosyalleşmede de organik gelişme gibi belli bir sürece ihtiyaç vardır. Organik gelişmenin mekânı ise toplumdur. Sosyalleşme, bir benzeşme ve farklılaşma sürecidir. Fert seviyesinde benzeşme sosyal uyum ile, farklılaşma ise kişilik ile açıklanır (Sözen, 1991). Benzeşme ve farklılaşmanın hem olumlu hem olumsuz etkileri, tarih boyunca kişi üzerinde tesir etmiştir. 
Sosyal kimlik, başkalarıyla ilişkilerimizde sahip olduğumuz özellikler doğrultusunda kendimizi nasıl tanımladığımızla ilgilidir. Ait olunan cinsiyet, politik görüş, inanç, meslek, akım, vb. gibi toplumdaki konumumuzla ilgili nitelikler buna örnek verilebilir. Peki toplumca bize bahşedilen bu sosyal kimliklerin özü nedir? Sosyal kimliksiz var olunabilir mi? Toplumsal bir aidiyet hissettiren kimliğin getirileri nelerdir? Ya da sosyal kimliklerimiz toplum elinde veya otoritelerce kontrol edilebilir mi? Tüm bu sorulara çerçeve oluşturmak için baz alınmış birkaç araştırma vardır. 1970’li yıllarda Turner ve Tajfel’in yaptığı “minimal grup”araştırmaları sosyal kimliğe dair birçok olguyu açıklamaktadır. Söz konusu deneyde katılımcı olarak seçilen kişiler gerçekte önemsiz bir kritere göre iki gruba ayrılmışlardır (bir kağıt üzerinde yer alan nokta sayısını tahmin etme, yazı tura atışı ya da iki ressam arasında seçim yapma gibi). Daha sonra bu katılımcılara belirli bir puanı ya da parayı diğerlerine dağıtmaları istenmiştir. Puanı dağıtacak kişinin diğerleri hakkında tek bildiği, diğerlerinin hangi gruba ait olduğudur (yani kimlerin yazı veya tura dediği bilgisi gibi). Puan dağıtımı, dağıtan kişiye ve diğerlerine herhangi bir kazanç sağlamamasına rağmen, dağıtıcının yine de aynı cevabı verdiğini bildiği katılımcılara daha fazla puan dağıttığı gözlenmiştir. Çalışma sonucunda insanların, herhangi bir geçmişleri ve gelecekleri olmamasına rağmen, kendi grup üyelerini diğer grup üyelerine tercih ettiği görülmüştür. Sosyal psikolojide sıkça başvurulan “Minimal Grup Paradigması”adı verilen bu deney yöntemi, bizlere yalnızca kişilerin zihninde bir gruba üye olduğu bilgisine dayalı olarak oluşturulan grupların,kişilerin davranışlarını da etkilediğini göstermiştir. Bu sonuçlar bize, toplumdaki grupların birliktelik ve ait hissetme eğilimlerinin olduğunu fakat bu eğilimin altında toplumsal bir çıkardan ziyade bireysel çıkar ve gereksinimlerin yattığını anlatır: Olumlu bir öz-değerlendirme ve benlik saygısını yüceltme gereksinimi (Demirtaş, 2011). Kişiler kendileriyle övünebilecekleri veya doyumu elde edebilecekleri kimliklere ait hissederler kendilerini. Yakın geçmişte, tanınan bir bilgi yarışmasında yarışmacı olarak katılan kişi, boynunda bir steteskopla stüdyoya gelmiş ve yarışma boyunca steteskopla orada durmuştu. Bu kişinin diğerlerinden farkı, mesleki kimliğini yarışmacı kimliğinden daha çok benimsemiş olması ve mesleki kimliğini yarışmacı kimliğinin önüne koymasıydı. Onun için yarışmacı kimliğine olan aidiyet, aslında doktorluğun toplumdaki prestijli yerine olan aidiyetinden sonra gelmiştir. Bu durum bireylerin olumlu öz-değerlendirme ve olumlu benlik oluşturma ihtiyaçlarının olduğunu bilmekle anlaşılır bir hale gelir. Çünkü stüdyoda kendini haykıran o ihtiyaç, az çok herkeste bulunuyor oluşuyla yadırganmayı bertaraf eder.
Sosyal kimlik kuramının dört temel varsayımından biri grup kayırmacılığıdır. Burada kişi kendine olumlu bir sosyal kimlik edinmek ve benlik saygısını yükseltmek için diğer gruplarla karşılaştırma yaparken kendi grubunun olumsuz yönlerini göz ardı eder ve diğer grupları küçümseyerek taraflı bir algı oluşturur (Demirtaş, 2011). Örneğin, etnik kökenini diğer birçok kimliğinin önüne koymuş bir kişi anti-demokratik özelliğini göz ardı ederek bir başka etnik grubu ekonomik gelişmişlik seviye açısından küçümseyebilir ve kendi etnik grubunu bu etnik grupla kıyaslayarak gelişmişlik düzeyi üzerinden kendine benlik saygısı devşirebilir.Sosyal kimlikler kimi zaman kişinin gurur kaynağı olabilir. Ancak yine de Tajfel’e göre birey, her grup üyeliğinden bir sosyal kimlik çıkarmamaktadır. Dolayısıyla üye olunan her grup bize olumlu benlik ya da kendini olumlu değerlendirme avantajı vermez. Ancak kişinin önemsediği ve gerçekten ait hissettiği grup üyelikleri bunları sağlar. Sosyal kimliklerimizin kayıtlı somut belgelerinden biri olan nüfus cüzdanları üzerinde belirli ibareler yer almaktadır. Peki bu kısıtlı ibareler ile bizim gerçekte ait hissettiğimiz kimliklerimiz uyuşuyor mu? Pembe ve mavi renklerle sözde kadın ve erkek cinsiyetlerini temsil eden nüfus cüzdanları gerçekte hissettiğimiz cinsiyet üyeliğini ne kadar yansıtıyor? Dinhanesinde Müslüman yazan kişinin sosyal kimliği gerçek inancıyla ne kadar örtüşüyor? Türkiye gibi geniş ve çeşitli kültürel ve etnik gruba ev sahipliği yapan bir ülkede nüfus cüzdanlarında bu farklılıkların göz ardı edilmesinin kişide uyandırdığı dışlanmışlık hissi o kişilerde ne kadar olumlu benlik saygısı uyandırıyor? Tüm bu sorular aslında toplumun ve otorite figürlerinin sosyal kimlikler üzerindeki rolünü açıklamaya yöneliktir. Otoriteler için toplumu daha kolay şekillendirmek amacıyla kişilerin hangi sosyal kimliğe ait oldukları bilgisi önemli bir yer tutar. Bu bilgi otoriteler için o kadar önemlidir ki kişiyi bir sosyal kimlik seçmeye itecek kadar onları zorlayabilir. Çünkü onlar için taraf olmayan bertaraf olmuştur. Aynı şekilde bir baba için çocuğunun hangi mesleğe yöneleceği ailede bir çatışma nedeni olabilir. Toplumdaki üyeler için ise bu sosyal kimliklerin görünür olması rahatlık sağlar. Çünkü kişilerin hangi sosyal kimliğe sahip olduğunu bilmek bizlere onlar hakkında kısa zamanda birçok bilgi verir. İnsanlar, dünyayı anlayabilmek, dünya hakkında düşünebilmek için öngörülerde bulunma ihtiyacı duyarlar. Bu nedenle, her yeni uyaranı ayrı ayrı değil de bir sınıflama çerçevesinde değerlendirirler. İşte bu gruplama işlemi sınıflandırma olarak adlandırılır (Göregenli, 2012).Bilişsel kuramlardan biri olan Gestalt kuramına göre, “Bütün, kendisini oluşturan parçalardan farklı bir anlam ifade eder.” Gestalt kuramının bir yasası olarak bilinen Pragnanz Yasasına göre, zihnimiz uyarıcıları algılarken onları mümkün olduğunca en basit biçime dönüştürme eğilimindedir. Bu yasaya göre kişi, bilişsel denge durumundan, bilişsel dengesizlik durumuna göre daha çok hoşnuttur. Yine bu kuramın bir alt yasası olan benzerlik ilkesinegöre şekil, renk, doku, cinsiyet, vb. pek çok benzer uyarıcılar birlikte gruplanarak algılanma eğilimindedir (Corey, 2007). Tüm bunlar bize insanların havada duran bilgileri kabul etmekte zorlandıklarını, gerek olguları gerek insanları yaftalamak pahasına herhangi bir kalıba sığdırma ihtiyaçlarının olduğunu ve daha acınası, insanların belirsizliğe karşı inanılmaz bir tahammülsüzlük içinde olduklarını ortaya koymaktadır. 2016 yılında mecliste kabul edilen Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda yer alan ‘nüfus cüzdanı’ ibaresi ‘kimlik kartı’ şeklinde yeniden isimlendirilip tek renk ama yine de kadın-erkek kısıtlı cinsiyet belirtilerek ve dini, doğum yeri gibi sosyal kimlik belirten ibarelerin çipli sisteme aktarılması, kişilerin sahip olduğu sosyal kimlik üyeliklerini göz hizasından kaldırmaktan öteye geçmeyecektir. Nitekim kimliklerimiz benzersizliğimizi ve eşsiz oluşumuzu nitelemek için yine de yetersiz kalacaktır.
Benlik saygısı, kişiyi olumlu yönde motive eden güdüleyici bir etkendir. Benlik saygısı yüksek kişiler, içsel sorunlarını aşarak başarıya ulaşmada bir şansa sahip olurlar. Öte yandan benlik saygısı eksikliği kişide güvensizlik, yetersizlik ve yalnızlık hissi uyandıran bir durumdur. Bu nedenle sosyal kimlikler bazen insanların onlara sığınmasıyla kişileri avutacak birer kucak haline de gelebilirler. Kişiler çözmekte zorlandığı bazı problemlerle baş edebilmek için herhangi bir sosyal kimliğe bürünebilir ve oraya kendini ait hissedebilir. Başkalarının var ettikleriyle eksikliklerini ve başarısızlıklarını örtmeye çalışır ve bu kimlikten kendilerine benlik saygısı kazandırabilirler. Hatta benlik saygısı eksikliği bireyi sosyal kimliğine sımsıkı sarılmaya iten bir sebep haline getirebilir. Örneğin, kendinde herhangi olumlu bir benlik oluşturamayan ya da hayatında gururla bahsedebileceği kişisel bir başarı öyküsü olmayan bir taraftar, bulunduğu birçok ortamda tuttuğu takımın başarılarından ve kaldırdığı kupalardan övünçle bahsedecektir. Ama asla kaybettiği maçlardan değil. Çünkü onun için söz konusu takımın kazandığı zaferler, kendisi de takımın bir taraftarı olduğundan kendisinin de zaferi sayılacaktır ve bu konudaki tebrikleri kendince hak etmiş olacaktır. Bazı durumlarda kişiler, bu tür bir kimliği o kadar çok sahiplenebilir ki, fanatik bir taraftara ve holigana dönüşebilir. Tüm bunlar kişinin olumlu benlik algısıyla ters orantılı bir tamamlayıcıdır ve tekliğinin görünmez örtüsüdür. Kişi burada sosyal kimlik geliştirerek bu kimliğe yönelik olumlu nitelikleri üzerine giydirecektir. O artık hiç tanışmadığı ve tanışmayacağı diğer grup üyeleri ile beraber anılacaktır. Ve yalnız kalabalıkların bir üyesi sayılacaktır. Zeki Demirkubuz’un “Bulantı” adlı filminde, Ahmet karakteri anormal bir şekilde, gözleri açık halde ama zararsız uyku nöbetleri geçiren biridir. Bu rahatsızlığı onun için anlamsız ve hiçbir kalıpla örtüşmeyen bir şeydir. Bundan dolayı hastaneye giden Ahmet, doktor karakterindeki Ercan Kesal’ın müthiş tiradıyla yüz yüze gelir: “Yaşadığınız şey anormal olmasına anormal ama kim bilir neyin, hangi ihtiyacın karşılığı! İnsan kendisi için yararlı, hatta üstünlük kazandıran bir anormalliği dahi istemez. İyi bir şey olsa da istemez çünkü yalnız olmayı istemez.” Ahmet gibi diğerleri de kendilerinde olup başkalarında olmayan bir şey gördüklerinde ürkebilirler. Bu şey her ne kadar zararsız olsa da kişi bundan kurtulmak isteyecektir. Çünkü o şey bir tek onda vardır ve bunun anlamı yalnızlıktır.
Kaynaklar
Corey, Gerald. (2008). Psikolojik danışma psikoterapi kuram ve uygulamaları. Çev. Tuncay Ergene. Mentis Yayınevi.
Demirtaş, H. Andaç. (2011). Sosyal kimlik ve ayrımcılık. http://secbir.org/images/haber/2011/01/07-andac-demirtas-madran-2.pdf
Göregenli, Melek. (2012). Temel kavramlar: önyargı, kalıpyargı ve ayrımcılık. Ayrımcılık: Çok boyutlu yaklaşımlar, 175-187.
Maalouf, Amin. (2008). Ölümcül Kimlikler. Çev. Aysel Bora. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Sözen, Edibe. (1991). Sosyal Kimlik Kavramı'nın Sosyolojik ve Sosyal Psikolojik Bir İncelemesi. Sosyoloji konferansları, (23), 93.