Gizem Sertel
O
|
nunla ilk kez yolumun
kesiştiği zamanı hatırlıyorum. Farklı şehirlerde yaşadığımızdan bu karşılaşma
internet üzerinden gerçekleşmişti. O, okuduğu okulu bırakmış ve daha sonra
-biraz da inzivaya çekilmek için- başka bir şehre, başka bir okulda okumaya
gitmişti. Ona dair kafamda oluşan ilk izlenim ilginç bir hayat hikayesinin
olduğuydu, bu hikâyenin ayrıntılarını merak etmiştim. Bir şekilde içinde
bulunduğumuz gruptan ayrı olarak, başbaşa sohbet ettiğimizde başka bir izlenimimde
de yanılmamıştım; o, sohbetinden keyif alabileceğim, duruma göre kahvemi ya da
biramı alıp saatlerce konuşabileceğim biriydi. Yüz yüze gelme fırsatı
bulduğumuzda da durum tam olarak böyle oldu; kendimi onunla saatlerce sohbet
ederken, onun hikayesini dinlerken, hatta yer yer ona içimi açarken buldum.
Ondan hoşlanmıştım. Neyse ki o da aynı fikirdeydi, bir geceyi beraber geçirdik,
sonrasında birbirimizin bulunduğu şehirlere giderek daha birçok geceyi.
Buraya kadar aslında her şey
bayağı sıradan bir flört hikayesi gibi görünüyor ancak bu hikâyede özellikle
yakın arkadaşlarıma ilginç gelen, belki bu yazıyı okuyan bazı insanlara da
ilginç gelebilecek ve bu yazının ana konusu olan bir şey vardı: O bir erkekti
ve ben kendimi lezbiyen olarak tanımlıyordum. Ek olarak -bu aynı zamanda bir
itiraf- bu yaşananlar sadece arkadaşlarıma değil bana da ilginç geliyordu.
Konuştuğumuz, flört ettiğimiz süre boyunca ve hatta yüksek sesle sevgili
olduğumuzu söylediğimiz zamanlarda bile kafamdan sürekli geçen bir şey vardı: “N’oluyor
burada yahu?”. Kendimi keşfedip tanımladığımdan beri kadınlarla olmuştum,
kadınlarla oluyordum ve olmaya da devam edeceğimi düşünüyordum ve şimdi bir
erkekleydim, bu nasıl olabilirdi ki? Bunu anlayamıyordum.
Kendimi lezbiyen olarak
tanımladığım ilk zamanları hatırlıyorum, açıkçası biraz geç bir yaştı ve
nispeten toplumsal normlara uygun bir kültürde yetiştiğim için sancılı bir
süreçti. Aslında böyle tanımladığım yaştan öncesine ait, kesik kesik görüntüler
var kafamda. İlkokuldayken karşı sınıfımda bir kızdan hoşlandığımı hatırlıyorum
mesela, ama o yaşta yeterli bilgiye sahip olmadığımdan bunun hoşlanmak olduğunu
bilmiyordum. Sadece gördüğümde çok mutlu olduğumu, hatta bu yüzden onu
görebilmek için okul çıkışında uzun süre beklediğimi hatırlıyorum. Lisedeyken
internet üzerinden tanıştığım bir “arkadaşımı” da hatırlıyorum ve birbirimize
olan duygu yoğunluğumuzun bir arkadaşlık için aslında ne kadar fazla olduğunu.
O yaşlarda bu hissettiğim şeylerin ne olduğu konusunda en ufak bir fikrim
yoktu, çünkü ilişkilere ve cinselliğe dair kafamda tek bir bilgi vardı:
Kadınlar erkeklerden hoşlanır, erkekler de kadınlardan. Başka türlüsü olamazdı,
imkânsızdı. Bu yüzden hissettiğim şeyi bırak tanımlamayı, ne olduğu üzerine
bile düşünemedim; çünkü bunu düşünecek kadar bile bilgim yoktu. Lisede bu durum
biraz değişti, çok yakın bir arkadaşım kendini eşcinsel olarak tanımlıyordu.
Onun ilişkileri, hissettikleri üzerine konuşmalarımızı hatırlıyorum. O
konuşmalarla kafamdaki o norm da kırılmıştı, artık erkeklerin erkeklerden,
kadınların kadınlardan hoşlanabileceğini biliyordum.
Ama iş kendime, kendi
duygularımı yüksek sesle tanımlamaya gelince, o içselleştirilmiş homofobiyi
kırmak o kadar da kolay değildi. Uzunca bir süre kendime açılmakta zorlandım,
hatta bende bir problem olduğunu düşündüm. Yanlış olmadığımı, bir problemimin
olmadığını kendime anlatabilmek için ciddi bir efor harcadım. Aldığım tepkiler
ve oluşturduğum güvenli alanlar konusunda nispeten şanslıydım; ama yine de yer
yer dışarıdan gördüklerim bu yanlışlığı hissetmeme yetiyordu. O gördüklerime
göre kadınlar ve erkekler birbirlerinden hoşlanmalılardı ve benim gibilere pek
yer yoktu. Kendimi “dışarıda” hissetmiştim, “içeri” girmeme sanki imkân yoktu.
O dönemlerde “Sadece olduğum kişi yüzünden diken üstünde ve dışlanmış hissetmem
gerçekten haksızlık değil mi?” diye düşündüğümü hatırlıyorum sık sık.
Heteroseksizm, üzerimde tam olarak böyle bir etki yapıyordu; şimdilerde
monoseksizmin yaptığına benzer bir şekilde.
Bir erkekle beraber olmaya
başladığımda, insanlar bunu da pek anlayamadılar. Yakın arkadaşlarımın doğaüstü
bir olaya tanık oluyormuşçasına şaşkınlıkları, “Aaa canım senin de lezbiyenlik
düştü yani!”, “Eyvah, içeriden birini kaybettik!” gibi esprileri bir dönem
hayatımın bir parçası olmuştu. Kendisine ilk açıldığımda “Karşına bir erkek
çıkar, saçmalama!” diyen annem bu haberi duyunca çok sevindi, tahminen şu anda
“düzeldiğimi”, “doğru yolu bulduğumu” düşünüyor. O dönemde bir arkadaşıma
yakınlarda gerçekleşecek bir partiye gitmek istediğimi, isterse beraber gidebileceğimizi
söylediğimde “Bilemiyorum canım, homofobik değilsin umarım ya?” gibi bir tepki
almıştım. Açıkçası bu tarz sözlerden çok fazla etkilenen, tetiklenen birisi
olmadığımı, bir şeye tetiklenmem için saldırganlık ve fiziksel şiddet içermesi
gerektiğini düşünüyordum. Ayrıca bu söylemlerde bulunan hiçbir arkadaşımın
böyle bir amaçla yola çıktığını düşünmüyorum. Bu sebeple bu tarz espriler
yapıldığında o insanlar kadar ben de güldüm, eşlik ettim. Hatta bu esprilerden
bazılarını partnerimle sürdürdük. Yine de tetiklenmemiş ya da rahatsızlık
duymamış olmam ve bana bunu söyleyen insanların niyetinin kötü olmaması,
aslında bu söylemlerin oldukça problematik olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.
Bir problem vardı ve bu problemden etkilenen tek kişi ben değildim.
Açıkçası oldukça uzun bir
süre bunun üzerine fazlaca düşünmedim. Bu esprileri sürdürdüm. Bir yandan artık
kendimi lezbiyen olarak tanımlayamıyordum; ama bi+seksüel ya da benzer bir
tanım içinde de kendimi o kadar rahat hissedemiyordum, beni tanımlayan kelimeler
bunlar değildi. Ama artık kendime lezbiyen de diyemezdim, bir erkekle olmuştum
sonuçta, bu imkansızdı(!) Bir süre bu bocalamayla devam ettim. Bir şeyler
yolunda değildi; ama ne olduğunu bilmiyordum. Sonradan bunun üzerine düşündükçe
sorunun ne olduğunu anladım: Ne olduğum, kendime ne dediğim, kendimi nasıl
tanımladığım başkalarına göre, partnerime göre mi belirleniyordu? Ya da neden
ne olduğumu bu kadar keskin sınırlar içerisinde tanımlamak zorundaydım? Bu
soruların cevabını o süre içerisinde veremedim, sadece lise yıllarında
hissettiğim o dışarıda olma halini, o zamanlara göre belki daha hafif düzeyde
de olsa tekrar hissediyordum. Bir şekilde kendim olamıyordum, varoluşumu ortaya
koyamadığımı düşünüyordum. Sanki belli kurallarla, “katılım şartlarıyla”
yaşıyorduk ve ben tanımlamak istediğim şeyin şartlarını sağlayamıyordum.
“Monoseksizm” kelimesiyle
karşılaşmak, maruz kaldığım şeyin ne olduğunu anlamamı sağladı. Sadece benim
değil, bir şekilde birden fazla cinsiyet kimliğine ilgi duyan herkesin maruz kaldığı
şey bu. Bir biseksüelin ayrımcılığa uğramasının altındaki şey bu ya da benim
bir erkekle beraber olmam sonucu duyduklarımın temeli de bu. Ayrıca, bunu
yeterince konuşmasak da monoseksizm heteroseksizm kadar tehlikeli bir şey
aslında. Ve bu konuda yalnız olmadığıma eminim. Bir şekilde LGBTİ+ olarak
kendinize, çevrenize açıldığınızda benzer bir derde sahip oluyorsunuz.
Olduğunuz kişi yüzünden tedirgin hissediyorsunuz. Belki de hayatınız boyunca
hep biraz diken üstünde, tetikte yaşıyorsunuz. Bir şekilde birileri sizi belli
etiketlerin içine koymaya çalışıyor. Size karşı cinsten hoşlanmanız gerektiğini
söylüyorlar ya da sadece tek bir cinsiyetten hoşlanmanız gerektiğini. Bazen bu
etiketleri reddediyorsunuz, bazen de şu ya da bu sebeple kendinizi bunların içinde
buluyorsunuz. Çevremdeki insanların beni bir kutuya koyma isteklerine ve
maruz bıraktıkları monoseksizme pek anlam veremiyorum.
Aklıma Ej Levy’nin “Ben Bir
Lezbiyenim ve Bir Erkekle Evleniyorum” başlıklı yazısı geldi.[1] Levy’yle çok benzer bir
derdimiz var aslında; ikimizin de çevresinde bizi “kendi yönlerine çekmeye
çalışan”, “vagondan düştüğümüzü” söyleyen insanlar var. Kim olduğumun, ne
olduğumun başkaları tarafından belirlenmesiyle derdim var. Birilerinin beni bir
yerlerden atıp, başka yerlere koymaya çalışmasıyla bir derdim var. Ve hatta,
sanırım, bir yerde olma zorunluluğuyla da bir derdim var.
Aramızdaki konuşmalarda ve
aktivizm yaptığımız alanlarda, cinsiyet kimliklerinin ve cinsel yönelimlerin sosyal
inşa olduğunu söylüyoruz. Yürüyüşlerde kullandığımız pankartlarda “Bedende
değil, beyanda!” diye bas bas bağırıyoruz. Ama buna rağmen bir insanın
varoluşuyla ilgili vereceği beyanı, onun yaptıklarına veya hayatına giren
partnerlere bağlayabiliyoruz, verdiği beyanı kabul etmeyebiliyoruz.
Ben buradayım. Hâlâ
kadınlardan hoşlanıyorum, hâlâ kendimi lezbiyen olarak tanımlıyorum. Şu anda ne
yaşadığımı açıkçası bilmiyorum. Belki gerçekten biseksüelim ya da sadece bir
şey deneyimliyorum veya ileride kendimi tanımlamaktan vazgeçeceğim ve sadece
“ben” olacağım, bunu bilmiyorum. Bunu bilmek için daha çok şey deneyimlemem
gerektiğini düşünüyorum ya da sadece biraz daha zaman geçmesi gerektiğini. Şu
an için bir erkekle beraber olduğumu ve beraber olduğum insanı oldukça da
sevdiğimi biliyorum. Gerçek bu ve benim gerçeğimin eğilip bükülmeye
çalışılmasıyla bir derdim var.
[1] Levy, E. (2014). I’m a lesbian marrying a man. Erişim
Tarihi: 27.05.2019,
https://www.salon.com/2014/07/29/im_a_lesbian_marrying_a_man/