Erdal Kozan
M
|
alul müydü yoksa mamul mü,
sorusuyla gündemi meşgul edilmiş bir dost meclisinde az sonra yükselecek olan
serzenişin niyeti muhtemelen bu yazının ekseni olmak değildi. Yine de tam
olarak oradan devam edebiliriz; amaaan be ne fark eder?
19. yüzyılın sonlarında
Ebbinghaus isimli bir araştırmacı kendisini odasına kapatmış bellek
çalışmalarının tarihinde bir ilk olarak anılacak olan deneyi için çalışıyordu.
Ebbinghaus’un deney materyali kendisinin ürettiği anlamsız kelimelerden
oluşuyordu. Bu kelimeler bir kez öğrenildikten sonra ne kadarının hatırlanacağı
araştırmanın temel sorusuydu. Kendi deneyinin tek katılımcısı da yine
kendisiydi. Deneyin bulguları yıllardır geçerliliğini koruyan bir kavramı
ortaya çıkarttı; unutma eğrisi. Öğrenmenin ardından hatırlanan kelime
sayısı başlangıçta oldukça hızlı bir şekilde düşerken zaman içerisinde bu düşüş
yavaşlıyordu (Şekil-1) (Ebbinghaus, 1885). Yani unutmanın hızı değişse de
kendisi baki kalıyordu. Hafıza-i beşer nisyan ile mamul mü oluyordu o halde?
Şekil 1.
Ebbinghaus'un Unutma Eğrisi
21. yüzyılın başlarında ise
akıllı telefonlar ve arama motorları gibi teknolojik imkânların bellek gibi
bilişsel yapılarda tembelliğe yol açtığına dair bulgular paylaşılıyor (Barr,
Pennycook, Stolz ve Fugelsang, 2015; Willmer, Sherman ve Chein, 2017).
Tekrarlama, bilginin kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe aktarılmasında
önemli bir işleve sahipken akıllı telefonlara bir kez kaydedilen bilgiyi
hatırlamaya çalışmıyoruz. Bilgi bellekten çıkartılıp, akıllı telefonlara
yüklendiğinden beri hatırlama ihtiyacı duymayan insan bilişsel becerilerini
kaybediyor. Bu da hafıza-i beşer nisyan ile malul oluyor demek değil mi?
Şimdi biraz bilimsel
verilerden ve APA stilinden uzaklaşarak, düşün aleminde kısa bir yolculuğa
çıkalım. Elbette yolun sonunda bir cevaba ulaşmayı umarak yapacağız bunu.
Bugün için neyi unutacağımız ve neleri hatırlayacağımız kontrol edebildiğimiz
süreçler değil. Çeşitli teknikler ile hafızanın güçlendirilmesi hatta hafıza
olimpiyatları ile bu becerilerin yarıştırılması yabancı olduğumuz durumlar
değil ya da hipnoz ve kimi terapi yöntemleri ile bazı anıların
unutturulabileceği tartışmalarına da şahit olabiliyoruz. Ancak bu yöntemlerin
hiçbirinde hatırlama ve unutma süreçleri üzerinde tam bir kontrol sahibi
olamıyoruz. Burada sadece belirli sınırlar ve kesin olmayan sonuçlardan
bahsedebiliyoruz. Kontrol sahibi olmak ile kastettiğimiz şey ise adeta bir
bilgisayardaki dosyaları sınıflandırmak, silmek ya da geri dönüştürmek gibi
anılarımızla oynayabilmek. Bunu becerebilseydik neler olurdu? Sinema sektöründe
bu soruya verilmiş birçok cevapla karşılaşmak mümkün. Örneğin Black Mirror
dizisinin birinci sezon üçüncü bölümünü ele alalım. Bu bölümde insanlar
gözlerine takılan bir lens sayesinde günlük hayatta gördükleri her sahneyi
birebir kaydedebilir durumdadır. Tıpkı bir kamera gibi. İstediğiniz görüntüleri
tekrar izleme, hoşunuza gitmeyen ayrıntılardan ise birkaç tuşa basarak
kurtulabilme becerisine sahip olmak istemez miydiniz? Diğer bir örnek ise Eternal
Sunshine of the Spotless Mind. Filmde bir kişiyi tamamen belleğinizden
silebilen bir teknolojinin olası sonuçları bir çiftin hikayesi üzerinden ele
alınıyor. Düşünün, sizi aldatan o eski sevgiliyi hiç tanımamış olmayı istemez
miydiniz? Spoiler vermeden devam edebilmek için tartışmayı bu örneklerin biraz
uzağına taşıyacağız. Kişisel tarihinizin en büyük dramını düşünün; sevdiğiniz
birinin kaybını, onulmaz aşk acınızı, yer yarılsaydı da içine girseydim
dediğiniz o ânı… O anlarda beyninizde alev alev yanan nöronları bir tuşla
kapatma şansınız olsa mesela… Çok cazip bir teklif gibi durmuyor mu? Peki
böylesi bir teknolojinin olumsuz sonuçları olamaz mı? Bu teknolojinin
uygulayıcıları tarafından istismarını ya da böylesi bir gücü kitleleri
istedikleri kolaylıkta yönetmek için kullanacak olan hükümetleri öngörmek için
müneccim olmak gerekmiyor. Haydi diyelim ki bizim reel dünyamızda bu sorunu
çözdük, etik açıdan çok duyarlı teknikerler yetiştirdik ve hükümetler seçtik.
Diyelim ki bunlar elde ettikleri bilginin gücünü kötüye kullanmamaya yeminli
şövalyeler gibi mesleklerini icra ediyorlar. Sorun çözülmüş olur muydu? Etik
ikilemler ortadan kalkar ve sadece özgür iradesi ile kötü anılarından kurtulan
mutlu insanlardan mı bahsediyor olurduk? Hangi bilimsel gelişme, hangi icat
kötülük niyetiyle ortaya çıkmıştır ki zaten? Gelin görün ki nice bilimsel bilgi
ve icat sonuçları itibariyle dünyada hiçbir “cahilin” yaratamayacağı yıkımlara
sebep olmuştur. O yüzden belki de unutma-hatırlama mekanizmasını kontrol
edebilecek insanların kişisel özelliklerinden ziyade böylesi bir keşfin nesnel
sonuçları üzerine düşünmeliyiz. Yoksa bütün çabamız insanların kendisini daha
iyi, daha mutlu hissedeceği bir dünya için zaten… İyi hissetmek, mutlu olmak…
Nasıl? Nazan Öncel estetikle ile görüşlerini paylaşmak için sosyal medya
hesabına yüklediği videoda şöyle diyor;
Estetik insanın
kendisini iyi hissetmek istemesi ile ilgili bir durum diye düşünüyorum.
Yapabilen herkese saygıyla yaklaştığım kadar kaygıyla da bakıyorum. Benim gibi
ukala dümbeleklerine gelirsek de, (burada yüzündeki çizgileri gösteriyor) bu
çizgi benim acılarım, bu çizgi yıllarım, kayıplarım, alın yazım diyerek hiçbir
şeyine dokunmaya kıyamazsın. … Hadi hepsini geçtim bir de demezler mi adama
kendinden nereye kadar kaçacaksın? Nasıl ayıp ettin yaşadıklarına? E derler
tabii... Her şeyin bir bedeli var.
Mutlu olmak, iyi hissetmek
adına yüzündeki çizgilerden veya belleğindeki anılardan kurtulmak arasındaki
paralelliği vurgulamama gerek yok sanırım. Bir başka paralellik ise bilimin
insanların sorunlarına dair önerdiği çözümler arasında var gibi geliyor.
Rahatsızlık veren her ne ise onu yok etmek. Oysa rahatsızlıklarımızın kaynağı
olan kırışıklıklarımız veya anılarımız bizim öz be öz parçalarımız değil mi?
Onların ortaya çıktıkları bağlamı, neden ortaya çıktıklarını ya da bizim için
nasıl bir işlevleri olduğunu sormadan silip süpürmek yerine, kendi
parçalarımıza yabancılaşmamızı engelleyecek bir icat bilimin derdi olamaz mı?
Yoksa bu konu ilgi alanımız değildir damgasıyla felsefeye mi postalanmalı?
Bilimin ne kadar
ilerleyeceğini tahmin etmek zor, bir gün insan zihnini tamamen modellemek ve
kontrol etmek mümkün olacak mı? Genlerin yol açtığı davranış örüntüleri, beyin
loblarının sorumlu olduğu suç davranışları ya da hoşlanmadığımız anıları
belleğimizden çıkartan bir makine… Bugün için bunlar üzerinde kontrol sahibi
olabilecek kadar bilgiye sahip değiliz ve umarım hiçbir zaman olmayacağız.
Çünkü bunu bir kere bildiğimiz zaman, tüm iyi niyetli beklentilere rağmen, işin
sonunda doğadan çok uzak bir yapaylığın içinde tek tip bir hayat yaşıyor
olacağız gibi hissediyorum. Oysa üzerinde kontrol sahibi olamasak da sahip
olduğumuz biyolojik mekanizmalarımız binlerce yıldır türümüzün devamını
sağlamış olan bir işlevsellik ve çeşitliliğe sahip. Bugün bu mekanizmaların
defolarını biliyoruz, hata paylarını hesaplayabiliyoruz ve bazen bu
mekanizmaların başımıza büyük dertler açtığının da farkındayız ama doğanın
binlerce yıl sürmüş olan işçiliğinin ürünü olan bu mekanizmaları kırıp dökmeden
önce dikkatle düşünmeye ihtiyacımız var.
Başa dönecek olursak; belki
de Ebbinghaus’dan çok daha önce “hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” diyen
atalarımızın bilgisi kuşkusuz bir sezginin ürünüydü. Unutmanın baki olduğunu
kavramış ancak bunu sakatlık olarak yorumlamışlardı. Ben ise hafıza-i beşerin
nisyan ile mamul olduğunu düşünüyorum. Belleğimizin özü, ham maddesi unutmak.
Unuttuklarımız sayesinde hatırlıyoruz. Bu iki kavrayış arasında ise bir fark
olduğu aşikar. Eğer unutmak sakatlık olarak yorumlanırsa müdahaleye açılır ve
tedavi için binlerce yol ve yöntem önerilir. Oysa unutmak belleğin özüyse,
maddesiyse bunu doğal karşılamak ve kendi haline bırakmak gerekir.
KAYNAKÇA
Barr, N., Pennycook, G., Stolz, J. A., &
Fugelsang, J. A. (2015). The brain in your pocket: Evidence that Smartphones
are used to supplant thinking. Computers in Human Behavior, 48,
473-480.
Ebbinghaus, H. (1885). Ueber das Gedächtnis.
Wilmer, H. H., Sherman, L. E., & Chein, J. M.
(2017). Smartphones and cognition: A review of research exploring the links
between mobile technology habits and cognitive functioning. Frontiers
in psychology, 8, 605.