Eda Pınar
C
|
orona ile ilgili birçok şey yazıldı, söylendi, kulislerde konuşulmaya devam ediyor... Gündeme ve öz pratiklerimize bakılırsa da farklı varyasyonlarda (can kaybı vb.) konuşulmaya devam edecek gibi. Söylenenler bir yana dursun, söylenmeyenlerden ne haber diyelim. Onları da pek tabii düşünelim, karar merkezlerini ateşleyelim ve homeostazı afallatalım!
Bedensel kaygı/korkuların anlaşılırlığı ve kabul edilebilirliği açısından homeostatik dengenin şaşırmasına şaşırmıyor ve şimdilik fiziksel homeostazdan ziyade, toplumsal homeostazla fazlaca ilgili olduğumu bildirmek istiyorum. Kinestetik algısı pro-master seviyede olan bir ülkeden, dünyadaki ve yereldeki Corona gündemini takip etmenin, dahası kişisel /sosyal mesafe ve sosyal izolasyon (birbirinin yerine kullanılmamalı) gibi proksemik artalanların arasında gezinmenin bir hayli kışkırtıcı olduğunu itiraf etmeliyim.
Dilin bireysel meşguliyetleri ve toplumsal olanı inşa ettiği, algı yönettiği, normları evrelediğini düşünürsek de sosyopet mekânlar gündemimiz olmaya devam edecek gibi... Öncelikle mekânsal gündemlerin ilişkisellik (ilişkisizlik de bir iletişim koordinatörüdür) denklemi üzerinde yol aldığı, bazen bu yolların ayrımlarının ve ancak nihayetinde her birinin ayrı örgütlenme pratiklerinin olduğu aşikâr. Mekansal/ilişkisel düzenlemeler yaparken de, arkaik ve analitik ihtiyaçlarımızın başatlığını/gizilliğini konuşmaya/anlamaya açlığımızdan mı; bireyselleşme (ihtiyaç olarak), kapanma, geri çekilme, izolasyon, yer değiştirme gibi kavramlara ihtiyacımızdan mıdır bilinmez... Ve çok daha önemlisi bu sıradanlıklar deltasında gereksimlerimizi neyin belirlediği/ ne kadarının özgereksinim ne kadarının belirlenim olduğu bir soru olarak burda dursun. Corona’nın belki de bize sordurduğu en önemli ve can alıcı soru bu içe yönelme/dağılma (ve belki gelecek dönemde sıyrılma), korku/kaygı hâlleri(mizle) ne yapacağımız... Tekil alanlarda makro sorular sormanın faydası(zlığı), bireysel tedbirlerin mümkün(süzlüğü) ve kuşkusu(zluğu) denklemleri ile örneklemlerden evrene nasıl yol alacağımız bugünün gündemi değildi şüphesiz, ancak gündem olmaya devam edecek belli ki! Kavramların mahiyeti, faturası ve gündelik normlarımızı dönüştürücü gücünden şu ansallıkta bahsetmeye sanırım ihtiyaç yok.
Corona bugün bireysel hayatlarımızdaki kişisel sorumluluklar kâğıdından, bir papatyaya karşı da sorumluluğumuz olduğunu hatırlatan bir yelpaze açabilirse; işte o zaman bu soruların cevaplarını kuşanacak iradi motivasyonu bulacağımıza inanıyorum. Evet hiçbirimiz tek başına Corona’nın faili değiliz ve evet her birimiz aynı zamanda Corona’yı yarattık. Corona bugün tehditkâr bir masa olabildiyse, şüphesiz her birimizin karşı-devrimci pratikleri devralması ve bu masaya oturmak sırasında kaptığımız sandalyeler sayesindedir. Bir kez daha gerçeklerin devrimci olduğunu hatırlayarak, izolasyonla değil bağlantısallıkla, görevle değil sorumlulukla ve contra-regülasyon değil yeniden inşayla bu süreçle başa çıkabileceğimize inanıyorum.
Adam Phillips Yasak Olmayan Hazlar’da korkunun da başka her şey gibi kültürel normlara tabi olduğundan bahsediyor. Güncel realitede korkunun/kaygının bu kümülatif etkisinden söz etmek, kendimizde biricik ve katmanlara ayrılmış korku dinamiklerinin özünü keşfetmemize yardımcı olacaktır. Bağımsız ve çok boyutlu/değişkenli/geçişkenli organizmik yapılar olarak bizler; korku ve kaygı sinyallerini acaba nasıl yorumluyoruz? Hızlıca meşrulaştırıp geldikleri istikamete geri mi yolluyoruz (ki bu trafik akışı genelde tek yönlüdür), yakınsak örnekler yakalayıp “norm”alleştiriyor muyuz yoksa bireysel ölçekte bu korkularla metaforik olarak yüzleşiyor muyuz?
Fark edilmesi gereken noktalardan biri; kaygı/korkuların kategorik işleyişte sinyal alma-verme tüplerini manipüle etmeye eğilimli olduğu ve bu sıkışıklık hâlinde bireysel olarak her zaman duygusal yoğunlukla tek başımıza başa çıkamayacağımız gerçekliğinin kabulüdür. “Norm”alleşirken de birlikte normalleşeceğimize inanmak, ‘iyileşme’nin işteş de olabileceğini fark etmek, ihtiyacımızın daha fazla güven ve -bu hızlı akışta- zihinsel olarak yakınlık/temas sürekliliği arayışı olduğunu kavramak oldukça önemli.
Güven duyduğumuz bağlantılara ulaşmaya çalışarak ve süreç boyunca ‘dağılma’ tehdidine karşı destek arayışından çekinmeyerek bu duygulanımlarla bağ kurabilir, “iyi” olma hâlimize eşlik edebiliriz.
Kriz dönemlerinde zayıflayan başa çıkma mekanizmalarımızı törpülemenin yolu, içe yönelirken toplumsal olanı gözetmekten geçiyor. Doğa, gözlemlemek ve öğretmek için daha iyi bir tedbir alamazdı...