Görüş II • Salgın Zamanlarına Psikoloji İçinden ve Ötesinden Bakmak: Farklı İsimler, Farklı Perspektifler •

Cemal Dindar
“Toplum ve birey ruhsallıklarının geçiş alanı olarak kültürün mekânının başlangıçtaki canlıcılıktan  günümüz sanatına şimdi ve burada bu tekinsiz temaları içerdiğini söyleyebiliriz. Salgın koşulları ve salgının getirdiği imgesel yük insanlar için tekinsiz olanla karşılaşma, bir tür kamaşma hâli yaratıyor
olabilir. (…)”




Öncelikle şunu söyleyebiliriz: salgın, öncesinde düşük yoğunluklu olan hemen her şeyi daha da belirginleştirdi, görünür hâle getirdi. Belki bu yönüyle de özellikle muhalif kesimde iyimser bir beklentiye yol açtı. Sürdürülen ömürlerin, yaşanılan evlerin, içinde devindiğimiz zamanın bir insanın ruhsal ve fiziksel olarak sağlıklı olmasına uygun olmadığı da aşikârlaştı. Öte yandan Freud’un Kitle Ruhsallığı ve Ben Çözümlemesi’nde belirttiği, fakat öylece bıraktığı bir şey de aşikârlaştı: başlangıçtan beri iki tür ruhsallık olduğu; şefin-liderin-babanın ruhsallığı ve yönetilenlerin ruhsallığı. Salgını geçim kaygısı olmadan sarayında, yalısında, villasında geçirenlerle, hatta evden çalışabilen orta sınıfla her sabah işe gitmek durumunda kalan, bu arada da fabrika kapanmasın diye dua eden emekçilerin aynı ruhsallığa tabi olduklarını düşünmek güç. Dolayısıyla sınıfsal etkileri olacaktır. Salgınların toplumsal bellekte çiftdeğerlikli bir izi var belli ki. Covid-19 salgınında da bunu gördük. İnsan kadim bilgisiyle de, handiyse bilinçsiz olarak biliyor ki salgındaki kayıplarla yoksulluk arasında dolaysız bir ilişki var. Yoksullar, kendi kontrollerinin dışına çıkan toplumsal deneyimlerde, afet ve felaketlerde daha çok ölüyorlar. Salgın da bunlardan biri. İktidarların ölüleri sayılarda eşitlemesinin, rakamlara indirgemesinin, aynılaştırmasının bir nedeni de bu; ölenleri öykülerinden ayırıp adlarından ederseniz yıkımın sınıfsal boyutu da gizlenmiş olur. Bir diğer nedeni de elbette kontrol edebildiklerini, hegemonyanın virüse rağmen ve virüse karşı da devam ettiğini göstermek. Çiftdeğerliliğin diğer yüzünde ise salgınların bir eşitlik yarattığı yanılsaması var… Zenginlere, güçlülere de bulaşabiliyor, hatta kayıp verebiliyorlar. Her ne kadar tanı ve tedavi olanaklarına ulaşmakta bir eşitlik olmasa da işte İngiltere başbakanına da bulaşıyor. 

Şunu da söyleyelim, her salgın bir sonradanlık yaratıyor olabilir. Tarih boyunca yaşanan salgınların toplum ve birey ruhsallığında yeterince işlendiği ve iyileştirildiğini söylemek imkânsız. Geçmiş salgınların yarattığı karmaşaların her yeni salgında güncellendiğini söylemek yanlış olmaz. Son zamanlarda sık anılan örneklerden biri, 1918-1919 yıllarında yaşanılan İspanyol gribinde ölenlerin sayısının Birinci Dünya Savaşı’nda ölenlerden çok daha fazla olduğu biliniyor. Buna rağmen İspanyol gribi tarihte küçük bir ayrıntı gibi anılıyor. Üzerine sanat ve bilimde yapılmış çalışma bulmak çok güç. Salgınlar hızla bilinçsiz olana bastırılıyor. Ara ara o dönemden fotoğraflara rastlıyorum, maskesiyle, eldiveniyle bugünden o güne veya o günden bugüne ışınlanmış gibi insanlar. Şimdi geçmişe göre insanlık salgın konusunda biraz daha şanslı… Bilimin sınırlarındayız ve bunun dışına çıkan, örneğin inanç sistemlerine göre virüsün varlığını reddeden çıkışlar kötü bir şaka gibi kaldı. Tıbbın kavram ve yöntemleriyle sokağın hızlı bir buluşması oldu. Geçmişe göre salgını mistikleştirme eğilimi daha az ve dilin, kelimelerin alanında kalarak anlamaya çalışıyoruz. 

İspanyol gribinin ve salgın temasının Freud’da pek izi yok dedik ama bir metnini unutmayalım; Tekinsiz makalesini. Freud’un metinleri arasında en yoğun, kapalı metinlerden biridir ve 1919 tarihlidir, ihtimal salgın günlerinde düşünülmüş ve yazılmıştır. Metnin önemli temalarından biri insan türünün erken dönemine dair yaşantıların, imgelerin, tutumların ruhsallığımızda bastırılmış bir biçimde yer aldığı ve belli koşullarda geri dönme eğiliminde olduğudur. Toplum ve birey ruhsallıklarının geçiş alanı olarak kültürün mekânının başlangıçtaki canlıcılıktan günümüz sanatına şimdi ve burada bu tekinsiz temaları içerdiğini söyleyebiliriz. Salgın koşulları ve salgının getirdiği imgesel yük insanlar için tekinsiz olanla karşılaşma, bir tür kamaşma hâli yaratıyor olabilir. Bunun en iyi örneklerinden biri Çin ve Çinli imgelerinin serüveni oldu bu salgında… Orada, uzaydan bile görünecek biçimde yeryüzünü ikiye ayıran seddin ötesinde yaşayan ‘garip bir halkın’ yeme alışkanlıklarından kaynaklanan bir salgın olarak algılandı ve buna eklenen inkâr düzenekleri devreye girdi. Ancak İtalya’da olanlar sonrasında inkâr perdesi kalkmaya başladı. Ki İtalya örneğinde bile yine bir inkâr biçimi olarak önce salgının ciddiyeti değil karnavalesk yaşantılar, balkonlardan taşan aryalar geldi. 
* *


En azından Freud’un Uygarlığın Huzursuzluğu’nun beşinci bölümündeki karamsarlığını üstlenmek durumunda değiliz.  Freud çok aşikâr biçimde insanlığın uzun tarihinin liberal görüşün başlangıç savı olarak kabul ettiği homo homini lupus, insan insanın kurdudur savını doğruladığını ileri sürer. Bu savın kesinliğine kolayca kapılmamızda pekâlâ tarih yazımının bizzat egemenlerce, yazının efendilerince belirlenmesi olabilir. İnsanlık tarihinin bir yüzü de ortaklaşmacı yaşamın, dayanışmanın ve eşitlikçi bir kültür yaratma mücadelesinin tarihidir. Belki bu mücadeleye yüzümüzü döndürürsek uygarlığın yeni huzursuzluklarını ve daha önemlisi huzursuzlarını anlama olanakları edinebiliriz. Salgının bu huzursuzlukların peçesini kaldırmış olması kuvvetle muhtemeldir.  İleride toplum ruhsallığı için anlamını daha iyi kavrayabileceğimiz tuhaf alametler beliriyor. Epeydir kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin yaygınlaştığını biliyoruz. Kurumlarda olsun aile içinde olsun özellikle çocuklara yönelik cinsel saldırıların artışı, ensest yasasının bizzat yetişkinlerce ve hemen hep erkeklerce ihlali, bunlarla birlikte tek tanrılı dinlerin de kabul edemeyeceği düzeyde büyücül yaşantıların, tarihin şafağındaki animistik deneyimlerin artışı, uygarlığın geldiği aşamanın bizzat insanın yeryüzündeki yazgısı ile ilgili belirsizlikler taşıması… hemen hepsi içinde devindiğimiz uygarlığın temelleriyle ilgili bir tekinsizlik yaratıyor. 

Bu arada salgına ve virüse insanlık tarihini değiştirecek bir irade atfında bulunma eğilimleri de yukarıda sözünü ettiğimiz kadim animistik anlayışın bir kalıtı olabilir. Salgın elbette toplumsal dönüşümler için uygun bir zeminin oluşumuna katkıda bulunabilir, fakat bunun bir dönüşüm hâlini alması ancak insanların bunu istemeleri, eylemeleriyle mümkündür. 
* *

Şunu unutmayalım, neoliberal dönemde belirgin bir tutum var ve bu ruh sağlığı bilgisi ve uygulamalarının istismarıyla biçimleniyor. Her türlü toplumsal sorunu hızla psikolojikleştirme veya psikiyatrikleştirmekten söz ediyorum…Toplumsal olanı ruhsallık zeminine taşıma ciddi bir ideolojik müdahale ve neoliberalizmin temel yönetme biçimlerinden biri. Özellikle travma ve benzeri yıldızı epeydir parlayan kavramlarla bu alana yaklaşırken ideolojik tuzaklara dikkat etmeliyiz. Salgın benzeri süreçlerde gerek birey gerekse toplum ruhsallığında hangi bastırılanların geri döndüğüne dikkatimizi yönlendirmek, bir de kayıpları ve bunlara dair yasları belirlemek, çalışmak yapabileceğimizin en iyisi gibi geliyor bana. Öte yandan yeni koşulların kendi meslek pratiğimizi de biçimlendirmesi elbette beklenebilir ve günümüzde meslek ideolojileri en tutucu ideolojilerdendir, bu tutuculuktan da eleştiriyi esirgememek gerekli… Tek bir konuya, e-terapi uygulamasının neredeyse zorunlu hâle gelmesinin bize ne anlattığına ciddi bir bakış, sadece mesleklerimizin yapısına değil içinde yaşadığımız üretim ilişkilerine dair epey şey öğretecektir. 

Şununla bitireyim izninizle; salgın sonrasındaki dünya ya güvenlik toplumunu vaad eden ve güçlü lider kültü, kan bağına dayalı idealler bütünlüğü ile giden bir yere doğru daha fazla yaklaşacak ya da o geçmişindeki ortaklaşmacı ve dayanışmacı pratikleri hatırlayacak, bunlara yenilerini ekleyecek ve özgürlük arayışından vaz geçmeyecek. Ruhsallık bilgisi hepimizi birbirimize bağlayan her neyse onun bilgisi de! Salgın günleri gösterdi ki, bir ara çok ünlenmiş olan postmodern lafazanlığın içi boşmuş ve insanlığın büyük hikâyelere hâlâ ihtiyacı varmış. Corona, büyük bir hikâye olarak gündemimize geldi ve evlerden çıkışımız ve salgını iyileştirmemiz de başka büyük hikâyeleri yaratabilir. Bana öyle geliyor ki, bizler bu konuda da bir şeyler söyleyebiliriz.