Görüş IV • Salgın Zamanlarına Psikoloji İçinden ve Ötesinden Bakmak: Farklı İsimler, Farklı Perspektifler •
Çağlar Solak
“(…) bu adaptasyonların bir kısmı sosyal ilişkilerimizi de şekillendiriyor. Fizyolojik bağışıklık sistemimizin yanında, patojen kaynaklarından korunmamıza katkı sağlayan evrimleşmiş bir sistem olan davranışsal bağışıklık sistemi uzun zamandır evrimsel psikologların inceleme konusu. Bu konudaki en çarpıcı tespit, çevremizdeki patojen tehdidi arttığında yabancılara karşı olumsuz tutumlarımızın da güçlendiğine (zenofobi) işaret ediyor (…)”
Soru 1: Salgın sürecinin bireyler ve toplumlar üzerindeki mevcut ve olası etkilerini kendi perspektifinizden nasıl yorumlarsınız? Bu sürece ilişkin eleştirel bir yorumlama sizce neleri gözden kaçırmamalıdır?
İnsan davranışının evrimsel kökenlerine inmek istediğimizde on binlerce yıl önce yaşamış atalarımızın karşılaştıkları sorunları nasıl çözdüklerini, yani adaptasyonları düşünmemiz gerekiyor. Patojenlerden kaynaklanan ölümler ve mikro düzeyli salgınlar onları fazlasıyla şaşırtmış ve çaresiz bırakmış olmalı; çünkü bakteri, mikrop ve virüslere dair en ufak bir bilgileri yoktu. Yine de atalarımızın -ve biz torunlarının- zihninde kendilerini bu tarz tehlikelerden korumaya yarayan bazı mekanizmaların geliştiğini biliyoruz; örneğin kötü kokan yiyeceklerden, açık yaralardan, tuhaf görünen vücut sıvılarından uzak durmak ve temastan kaçınmak bunlardan bazıları. Azımsanmayacak sayıdaki araştırma bulgusuna göre ise, bu adaptasyonların bir kısmı sosyal ilişkilerimizi de şekillendiriyor. Fizyolojik bağışıklık sistemimizin yanında, patojen kaynaklarından korunmamıza katkı sağlayan evrimleşmiş bir sistem olan davranışsal bağışıklık sistemi uzun zamandır evrimsel psikologların inceleme konusu. Bu konudaki en çarpıcı tespit, çevremizdeki patojen tehdidi arttığında yabancılara karşı olumsuz tutumlarımızın da güçlendiğine (zenofobi) işaret ediyor. Bu, bir yanıyla adaptif, zira küçük gruplar hâlinde yaşayan atalarımız, kendi mikroorganizma havuzları tarafından çok fazla tehdit edilmezken, yabancı grupların içinde evrimleşen bakteri ve virüslerin saldırılarına karşı daha kırılganlardı (Avrupalılar tarafından Amerika kıtasına taşınan çiçek virüsünün milyonlarca yerliyi kırıp geçirmesi de bu yüzdendi).
Nihayet şu an içinde bulunduğumuz salgın sürecini bu bilgiyle değerlendirdiğimde, her ne kadar sosyal dayanışma artmış gibi görünse de, kafelere, çarşıya, pazara çıkıp birbirimize yeniden temas etmeye başladığımızda yabancılara karşı güvensizliğimizin ve tedirginliğimizin ağır basacağını düşünüyorum. Çekirdek sosyal gruplarımızla bağlarımız güçlenebilir, ancak küreselleşmenin doğurduğu dünya vatandaşlığı hayali suya düşmüş gibi görünüyor. Ne hükümetlerin diğer ülke vatandaşlarına karşı eskisi gibi hoşgörülü olmamaları, ne de yerel halkların sokaklarda turist görmekten eskisi gibi memnuniyet duymamaları şaşırtıcı olur.
Evet, bu boyuttaki bir salgını dünya ilk kez yaşamıyor, ancak gözden kaçırmamalıyız ki küreselleşmiş bir dünya bu boyuttaki bir salgını ilk defa yaşıyor. O yüzden de mevcut pandeminin yaşadığımız yüzyıla özgü sonuçları olacağını ve bu sonuçların da pleistosende son hâlini almış zihinlerimizin etkisinden azade olmayacağını kestirmek zor değil. Yabancı düşmanlığı -ki dünyanın pek çok ülkesinde Çinlilere karşı örnekleri hiç de az değil- ve totaliter yönetim anlayışındaki canlanma evrimsel psikoloji perspektifinden görünen en büyük riskler bana kalırsa. Bireylerin hayatta kalmaya dair korkuları ve buna bağlı olarak ait olmadıkları gruplara karşı artan mesafeleri (örneğin son dönemde eşcinsellerin yeniden hedef gösterilmesi), hükümetlerin atacağı antidemokratik adımları kabullenme olasılığını arttıracaktır.
* * *
Soru 2: Psikolojiyle ilgili alanlarda olan bizler, bu sürecin içinden geçerken, bireylerin ve toplumların esenliğine katkı sağlamak için neler yapabiliriz? Bu süreç ve yapacaklarımız bu mesleki bilgi ve faaliyetlerimizi nasıl etkiler?
Bireylerin ve toplumların esenliği için biz evrimsel sosyal psikologların pek sözü olmadığından şikâyet edilegelmiştir hep, ama bu nereden baktığınıza göre değişir. Klinik psikologlar ve gelişim psikologları bolca çevrimiçi yayın yaparak, çocuklar ve kaygı yönetimi konusunda tavsiyelerde bulunarak insanlarla temas kuruyor ve doğrudan fayda sağlıyorlar. Bizlerse, örneğin davranışsal bağışıklık sistemi gibi bir adaptasyonun sosyal ilişkilerde yaratacağı sonuçları göstermeye çalışarak bireylerdeki farkındalığı arttırabiliriz. Bu farkındalık zenofobi gibi olumsuz sonuçların azalmasını sağlar mı emin değilim, çünkü insan pek rasyonel bir canlı değil. Bireysel değişim bir yana, modern kent hayatının -eğer olacaksa- yeniden inşasında evrimsel psikoloji bilgisinin göz ardı edilmemesi gereken pek çok önerisi bulunuyor. Evrimsel ölçekte düne kadar tüm yaşamını besin kaynaklarının peşinde göç ederek ve onlarca insanla her an bir arada olarak geçiren atalarımızla aynı zihne sahip olduğumuzu biliyoruz ve şu an büyük çoğunluğumuz dar beton blokların içinde, çok az insanla yakınlaşarak ve teknolojik araçlarla bu zihni oyalamaya çalışıyoruz – zavallı biz demek istiyorum! Eğer, karantina sürecinde pek yardımı dokunmazsa, psikolojiyi suçlamak bence haksızlık olur. O yüzden meslektaşlarıma biraz durup, olanlara ve olacaklara anlam vermek için kendilerine biraz zaman tanımalarını -mademki eleştirel bir bakış arıyoruz, bu sorunun da mütebessim bir eleştirisi olarak- öneriyorum.