Görüş V • Salgın Zamanlarına Psikoloji İçinden ve Ötesinden Bakmak: Farklı İsimler, Farklı Perspektifler •

Didem Doğan
“Böyle bir konuyu zihinde açmak için sanırım en önemli basamak soru sormak. İnsanları olan ve olmakta olana dair düşünmeye davet etmek ve düşünmeyi kolaylaştırmak için soru üretmek iyi bir başlangıç olabilir. Olanlar hakkında yorum yapamamanın bir göstergesi olarak sorularla düşünmeye devam ediyorum ben de.”

Soru 1: Salgın sürecinin bireyler ve toplumlar üzerindeki mevcut ve olası etkilerini kendi perspektifinizden nasıl yorumlarsınız? Bu sürece ilişkin eleştirel bir yorumlama sizce neleri gözden kaçırmamalıdır?
Salgının ve yaşamlarımıza getirdiği kalıcı/geçici değişimlerin mevcut, yakın ve uzak gelecekteki olası etkilerini, henüz tünelin içinde iken veya içinden geçmekte iken anlamak pek mümkün değil. Şaşkınlık ve kaygımızı bir parça kontrol altında tutabildiğimiz günlerde ancak, geçmiş benzer deneyimlerle birlikte insanın psikolojik kapasitesini birleştirerek, bazı tahminler yapmak mümkün olabiliyor. Geçmiş deneyimlerimiz arasında böylesi bir salgına denk gelmişliğimiz olmasa da parça parça benzer deneyimlerimiz var. İhtilaller zamanından kalan deneyim olarak sokağa çıkma yasağı, 2015-17 yılları arasında Suruç, Ankara, İstanbul’daki patlamalar döneminden kalan sokakta olmanın tehlike sayılması, ülkemizde yakın dönemde sık yaşanan deprem, çığ, yangın gibi doğadan gelen ama insan faktörünün izlerini taşıyan kitlesel travmaların gözlemlediğimiz kitlesel etkileri, zorla kaybettirilen insanların uğurlamalarının yapılamaması veya Doğu bölgelerindeki olağanüstü hâllerin hepsinin ortalaması, insan psikolojisi üzerine düşünen bizlerin, olan bitene ve etkilerine dair eksikleriyle de olsa bir okuma yapmamıza imkân veriyor. Ama yine de hepsi tereddütlü okumalar bana göre. Bu deneyim hakkında biraz daha kendine güvenli konuşmak, yazmak için içinden çıkmamız, üzerinden biraz zaman geçmesi, düşüncelerin yazı, konuşma, sanat, iktisat, tıp, hukuk gibi birçok disiplin üzerinden ürün vermesini takip etmemiz gerekiyor. 
Böyle bir konuyu zihinde açmak için sanırım en önemli basamak soru sormak. İnsanları olan ve olmakta olana dair düşünmeye davet etmek ve düşünmeyi kolaylaştırmak için soru üretmek iyi bir başlangıç olabilir. Olanlar hakkında yorum yapamamanın bir göstergesi olarak sorularla düşünmeye devam ediyorum ben de.

Kişisel 
Salgın döneminin, kişilerin psikolojik ve duygusal dünyasına etkileri neler olabilir? İnsanlar özgürlüğüne daha çok düşkün mü olacaktır? Olanlara karşı nasıl psikolojik savunmalar kullanmıştır, inkâr mı etmiştir, korkularını yansıtmış mıdır? Kendisiyle ve savunmalarıyla ilgili düşünmüş müdür? Dayanıklılığı mı, hassaslığı mı ön plana çıkmıştır? Kendini bir miktar daha tanıyabilmesi için bu izolasyon bir vesile olmuş mudur? Her şeyden önce yaşamakta olduğu duygularını farketmiş ve onlara bir ölçüde izin vermiş midir? İnsanlara duyarlılığı artmış mıdır? Yoksa insanlara öfkesi ve tahammülsüzlüğü mü belirginleşmiştir? Kapalı kalmak nasıl bir iz bırakmıştır, doğaya mı daha çok ihtiyaç duymuştur, sosyal çevresine mi, eski düzenine mi, yoksa yepyeni bir şeye olan ihtiyacını mı farketmiştir? İnsanlardan uzaklaşmış mıdır, yoksa daha çok yakınlaşmış mıdır? Birçok şeyi evden yapabilmek, daha önce hiç sorgulamadığı şeyleri sorgulamasına sebep olmuş mudur?

Hastalar 
Hastalık geçiren insanlar ne yaşamış, ne ile yüzleşmişlerdir? Karantinada kalma deneyimi onları ve yakınlarını nasıl etkilemiştir? Damgalanma yaşamışlar mıdır, suçluluk hissetmişler midir? Bu kitlesel salgının bir parçası olmak ve hayatta kalmış olmak kişileri nasıl dönüştürebilir? 

Yakınlarını kaybedenler 
Yakınlarını salgın sebebiyle kaybeden insanlar nasıl bir yas süreci yaşamışlardır? Yas sürecine akışı kolaylaştıran türlü ritüellerin eksikliği, onlarda bir dağılmaya yol açar mı? Ölümü kabullenmelerine ve yası yaşamalarına engel olur mu? Kayıplarının isimleri değil de, sayılarının rakam olarak ekranda görülmesi, yakınlarında derin bir kederin yanında bir öfke yaratmış mıdır? 

İlişkiler 
Bunca zaman toplumsal yaşamdan izole olmak, aylarca dış dünyanın getirdiği zenginliklerin ilişkileri yumuşatmadığı, kişilere ve ilişkilere nefes aldırmadığı bir alanda yalnız olmak veya partnerle/aileyle devamlı birlikte yaşamak çift ilişkilerini, aile ilişkilerini ve sosyal ilişkileri ne türlü etkiler?
Bu ilişkisel yakınlaşmaların- uzaklaşmaların toplumsal yaşama ve kültürel etkileri neler olabilir? İnsanları daha samimi bir biçimde yakınlaştıracak mı, yoksa birbirlerinden daha da uzaklaştıracak, kutuplaşmayı arttıracak mıdır? 

Disiplinlere etkisi
Salgının ve sosyal izolasyonun sağlık bilimlerine, mühendisliğe, genetik bilimlerine, mimariye, edebiyata ve insan bilimlerine (felsefe, psikoloji, sosyoloji, sosyal psikolojiye) ve diğer disiplinlere nasıl bir etkisi katkısı olacak? Salgın her disiplini besleyebilecek malzeme ve duygulanım yaratmış mıdır, yaratmakta mıdır? 
İnsanlar nasıl evlerde yaşamak isteyecek, evin içine ve işlevselliğine yatırım artacak mıdır?  Aşılara olan inançlar tazelenecek mi? Alternatif tedavilerin kapsadığı alan azalacak mıdır? Disiplinler, olanlara anlam vermek bağlamlarında birbirlerine daha çok yakınlaşabilecek mi? Disiplinler arası hiyerarşi bu vesile ile azalacak mıdır? 

Dayanışma 
İş birliği ve elbirliği gibi kavramlar kaybettikleri değeri yeniden kazanacak mı?

Teknoloji 
İnsanların iletişim teknolojilerine (akıllı telefon/tablet/yapay zekâ) olan kızgın-bağımlılığı neye dönüşecektir? Zor zamanlarda yarattığı işlevsel alan ile kendini affettirmesi mümkün olabilecek midir? Akıllı kullanım diye bir kavramdan bahsedilebilecek midir?

İktidar ve halk
Devlete dair bir güvensizlik olmuş mudur? Verilen bilginin doğruluğu yansıtmadığına dair söylemler, kişilerde nasıl bir etki bırakır? Bu ne demek olur? Bunun anlamıyla nasıl baş edilir? Günlük pratiğe bu nasıl yansır?
Bu dönemin iktidar ile halk arasındaki ilişkiye nasıl katkıları olacaktır? Özellikle salgının baş gösterdiği ilk zamanlarda kazanılan etki gücü, halk tarafından sürdürülebilecek midir? Sosyal medya yolu ile halkın basınçlı taleplerini önemsemek zorunda kalan devlet kurumları, aralarında incelen bu duvarı yeniden kalınlaştıracak mıdır? Halk için sokak bittiyse sosyal medya başlayacak mıdır? İnsan hakları ve özgürlükler, adalet, eşitlik ve barış alanıda verilen mücadele, sosyal medyanın kendini temize çıkarmasıyla, oradan devam edebilecek midir? Yoksa sosyal medyadaki kaotik yapı, aşırı tarafçılık ve linçcilik biçimlerinde devam mı edecektir? 

Hafıza
İnsanlar bir öğrenilmiş (öğretilmiş) davranış olarak, diğer toplumsal olaylara verilen reaksiyon gibi, olan biteni birkaç ay içinde unutacak mıdır? Bu yaşananların etkilerini bir dönüşüm imkânı için kullanmayı kaçıracaklar mıdır? Kapitalizm basıncı altında sömürülen insanların bunu farkettiği, dahası yapıların bundan uzaklaşmaya mecbur kaldıkları bir dönem olabilecek midir? Yoksa bu dönem bazı değerlerin (devletin işlevlerinin tartışılabildiği demokratik ve aydınlık bir bakış açısı, dayanışma, bilimsellik, laiklik, eşitlik, adalet, sosyal devlet ihtiyacına olan inanç, düşünce özgürlüğü, sanat ve doğal yaşama olan ihtiyaç gibi) yükseleceği bir zamanın başlangıcı, bir çeşit “uyanma çağı” mı olacaktır?

Yaşam alışkanlıkları 
İnsanların yaşam alışkanlıkları etkilenecek mi? Ne yönde değişimler olabilir? Doğal alanlara daha çok ihtiyaç duymak, bahçeli veya balkonlu evleri tercih etmek, evde yemek pişirmek, sürdürülebilir bir kendine yeten sistem oluşturmak gibi istekler bir geçici heves olmak yerine, bir yaşam tarzı mı olacak? Evlere ve emlak sektörüne yapılan yatırımın anlamı değişecek mi? Lüks yerine işlevsellik mi ön planda olacak? Doğaya dönüş birçok aile için tercih seçeneklerinden biri olacak mı?

Orta yaş üstü algısı 
Salgının ileri yaşlardaki insanların, toplum tarafından algılanışına etkileri nasıl olacak? Onların kendilerine algısı nasıl olacak? Yaşlılığın tanımını ve yaşam tarzını değiştirecek mi? Orta yaş üzeri insanlar son yüzyılda kaybettikleri değeri yeniden kazanabilecekler mi? 

Kayıplar 
Kayıplar toplu törenlerle vicdani yüzleşmeler yapılacak mı? Yas sürecini başlatan uğurlamalar, anmalar yapılacak mı? Kayıplara sebep olan tüm etmenler konuşulabilecek, varsa hatalarla yüzleşilebilecek mi? Yoksa birer sayı olarak ve ailelere büyük acılar olarak mı kalacaklar? Toplumsal vicdan burayı ısıtacak mı?

Geçmiş
Zaman gelecek kadar geçmişi de etkileyecek mi? İnsanlar bu dönemde yaşadıkları adaletsizliklerle ilgili hesap sorabilecek mi? Bugün yaşananlar ve yarın yaşanacaklar, dün yaşanan geçmişi aydınlatacak deneyimi harekete geçirecek mi?

Duyarlılık
Duyarlılık, salgın dönemine mi has olarak kalacak, yoksa başka alanlarda da kendini göstermeye devam edebilecek mi? Kadına, çocuğa, hayvana ve azınlık gruplarına yönelik her türlü şiddet, istismar ve ihmal için de aynı kamu vicdanı devreye girebilecek mi? Ülkenin her yerindeki azınlıklar için de aynı duyarlılık gösterilecek mi? 

Mülteciler
Mülteciler, evsizler hatırlanacak ve çözümler konusunda daha duyarlı olunabilecek mi?

Bilimin değeri
Bilimin değersizleştirildiği dünyanın sürdürülemez oluşu farkedilecek mi? 

Ders
Bir kriz yönetimi tecrübesi olarak devlet sistemi buradan ders alacak mı? Salgında siyaset yapılmasının vicdani borcu ödenecek mi?

Tarafçılık
Başarıyla yürütülen ve yürütülmeyen başlıklarda, tarafçılıktan uzak bir tutuma ihtiyaç olduğu öğrenilebilecek mi? Tarafçılık ve linç yerine, iyiye, doğruya, vicdana, adalete İLGİ ile mi birleşeceğiz?
Elbette etkilenme başlığında her bir bireysel hikâye kendisini yazacak, her bir ilişki kendi dinamikleriyle etkilenecek, her bir ülke de kendi süreciyle dönüşecek desek en doğrusu. 

* *

Soru 2: Psikolojiyle ilgili alanlarda olan bizler, bu sürecin içinden geçerken, bireylerin ve toplumların esenliğine katkı sağlamak için neler yapabiliriz? Bu süreç ve yapacaklarımız bu mesleki bilgi ve faaliyetlerimizi nasıl etkiler?

İnkâr 
Sürecin içinde geçerken, hem bireysel hem de toplumsal destek çalışmalarında elimizden geldiğince sürecin varlığını ve etkisini öncelikle ele alacağımız konuşma alanlarına bireyleri davet edebilmemizin önemine dikkat çekmek isterim. Salgının varlığını, yarattığı endişe, korku veya diğer duyguları, bireylerin yaşamlarına getirdiği kısıtlılıkları; daha zoru örneğin yakınlarının hastalanması veya kaybına dair duyguları, yani ne oluyorsa onu, hafiften şiddetliye doğru konuşabilmeye davet etmek psikososyal ve psikoterapötik destek çalışmalarının odak noktası olabilmelidir. İnkâr, insanların en çok başvurduğu savunma biçimi olarak karşımıza çıkar. İnkârın uzun süre ve güçlü kullanımda her savunma mekanizmasında olduğu gibi çeşitli içsel çatışmalar, gerçekle yüzleşememe, durumla uygun duygulanımda bulunamama gibi işlevsiz durumlara sebebiyet verebilir. Devamında da başka türlü psikolojik semptomlarla kendini gösterebilir.
Danışanlarımızın ve çevremizdeki insanların, kendilerine özgü “salgın” dönemlerinde, olanlara dair birçok duygu ve düşüncelerinin evin ortasında oturduğu hâlde görülmeyen bir fil gibi inkâr edildiğine şahit olabiliyoruz. Yardım edebilmenin önemli bir koşulu ortadaki fili, birey hazır olunduğunda bir psikoterapistin eşliğinde görebilmeye başlaması olacaktır. 
Bireyler inkârda kaldığında, bu dönemin zorluklarının yol açtığı sorunları görmüyor ve üstelik alışageldikleri diğer sorunlu alanlara daha çok yakınlaşabiliyorlar. Örneğin çoğu gün arkadaşlarıyla dışarda aktivitelere katılan bir genç, izolasyondan dolayı artık bunları yapamamanın stres ve basıncını görmezden gelip, ailesi ile yaşadığı problemlere fazlaca odaklanıp, çoğunlukla evde gergin ve öfkeli birisine dönüşebilir. Veya kronik hastalığı olan babasının işe gitme zorunluluğu nedeniyle salgından etkilenebileceğinden korkan bir yetişkin, bu konuyu görmezden gelerek veya önemini azaltarak, odağı değiştirip partneriyle ilişkisindeki günlük sorunları büyütme eğiliminde bulunabilir. Ne de olsa bilinen konularla uğraşmak daha tanıdıktır.
Toplu ya da bireysel görüşmelerle, yazılarımızla, duyurularımızla özellikle kilit noktalarda görev alan kişilerle (örneğin öğretmenler, anne babalar) ilişki kurarak bu farkındalığı geliştirmeye katkı sağlayabiliriz. Düzenin üzerimizdeki etkisinin salgında da kendini türlü yollarla gösterdiğine şahit olduk. Çeşitli kurum ve kişilerce (kimi zaman ruh sağlığı uzmanları da dâhil) verilen ana mesaj: “haydi üzülme, korkma, bir şeylerle oyalan ve olanları görme; sen görmezsen onlar yoktur, her gün şunları uygula, çocuklarını da şunlarla oyala, onlar da olanları kendi ruhsallıklarının dışında bıraksınlar” gibidir. Oysaki belki de durmaya, korkmaya, endişelenmeye, üzülmeye ve her şeyden önce düşünmeye ihtiyacımız vardı, var. Kendi içimizden gelen şeye kulak vermeli, gerçeklik zeminine acı da olsa küçük adımlarla basabilmeliydik, basabilmeliyiz.

Kişisel gelişim(?)
Öte yandan bireylerin ne yapacağını, boş zamanlarını nasıl geçireceğini, evde nasıl vakit geçireceklerini, bu distopik zamanı nasıl yaşayacaklarını birtakım reçetelerden öğrenmelerini beklemek ve oraya yönlendirmek adeta, “sen dur, biz senin için düşünür planlarız” demek. Ve bu da manipülasyona açık halde olanların bu “belki de dönüşüm, değişim” imkânı veren zamanlarını da kaçırmalarına sebep olmak demek. 
Kötü duygular yoktur, duygu duygudur ve içerden ne geliyorsa kişinin o sırada gerçeği odur, burda bir şey deneyimler ve bir dönüşüm imkânı bulabilir. Dönüşmezse bile önemli bir deneyim kazanmış olur. Kendi deneyimini.
Belki de bu vesile ile dünyada insanları oyalayan, bir bakıma uyutan kişisel gelişim öğretilerinin yeniden sorgulanmasına vesile olabiliriz. Yardımımız belki o danışanda veya o kişide, kendine olanı duymaya kendisini hazırlamak olabilir. 

Stres
Her birimiz her günkü stres miktarımızın üstünde bir stres oranı ile güne başlıyoruz. Dayanıklılığımız düşük seyirde, hassasiyetimiz yüksek. Böyle bir dönemde hayati kararlar almak, önemli travmaları çalışmak için en uygun zaman olmayabilir. Bu yüzden, özellikle online psikoterapi deneyimine yeni geçmiş danışanlarla ağır travmalar (eğer bekleyebilecek durumdaysa) sürecin sonunu, yüz yüze gelinecek daha kontrollü günleri bekleyebilir. Çünkü ağır ve zor travmatik yaşantıları çalıştığımız dönemlerde, danışanlar daha çok destek sistemine ihtiyaç duyarlar. Sosyal destek, aile desteği, sanat, hareket gibi iyi gelecek türlü destekleri edinebilecek alanlara ihtiyaçları vardır. Bu dönemlerde bunlara ulaşmakta büyük kısıtlılıklar var.

Psikoloji literatürü
Salgın süreci, deneyim ve bilgi anlamında psikoloji literatürünü zenginleştirecek, deneyim ve bilgimizi arttıracaktır. İnsanların dayanıklılığı ile ilgili ufuk açıcı işaretler gözlüyorum. İnsanların adaptasyon gücünü her zamankinden daha fazla hayranlıka izlediğimi söyleyebilirim. Bu zorlu dönemde kayıplarını uygun biçimde vedalaşamayanların, hastalığı yoğun bir şekilde deneyimleyenlerin, yakınları için üzülen, endişenen bireylerin, kendi sağlıkları için eve hapsolmuş orta yaş üstü bireylerin ve taşıyıcı olmaları sorumluluğuyla evde hapsolmuş çocuk ve gençlerin dayanıklılığı çok kıymetli. Böyle bir şeyi altı ay önce zihnimizde kurgulasak sanırım birçoğumuz böyle uyum sağlayabileceğini, olanlara böyle dayanabileceğini, hatta yaratıcılığının böylesine yükselebileceğini düşünmezdi. Psikoloji dünyası bu dayanıklılığa odaklanabilirse, bundan sonraki süreçte iyileşme rotalarında bu deneyim, başka pratiklerde bize yüz güldüren sonuçlar verebilir. Neler yardım ediyor, ne oluyor da dayanabiliyoruz? Aslında ne kadar dayanıklıyız? Tarihte bunun daha ağır örnekleri var elbette Yahudi Soykırımı sürecinde kamplarda yaşananlara dayanmış insanlar var mesela, savaş esiri olmuş, işkence görmüş insanlar, ülkemizin Doğu’sunda yaşananlara dayanabilmiş. Salgındaki dayanıklılık da başka bir bilgi oluyor bizim için. 

Gönüllü çalışmalar ve dayanışma
Çok az görülen bir konu da hastalık geçirmiş kişiler. İyileştiler, ancak nasıl deneyimlerden geçtiler? Geçmekteler? Ülkemizde gönüllü çalışmaların duyurulduğu ve bir ölçüde başladığı ruh sağlığı camiasındaki dayanışma bilinci, 1999 depreminden beri oldukça duyarlı. Birçok dernek ve platform özellikle sağlık çalışanlarına, hastalara ve kayıp yakınlarına gönüllü destek vermeye çalışıyor. Bu çalışmaların ilişki geliştirebilecek ölçüde uzun olabilmesi önemli bir konu. Seans sayılar veya çalışma süresinin alışılageldik sürelerden biraz daha uzun tutulmasına ihtiyaç var. Gönüllü sayısında sorunun olmaması, kısa sürede çok kişiye erişmek yerine, görece daha uzun süreler gördüğümüz ama yine de çok kişiye ulaşabildiğimiz bir sistemi mümkün kılabilir. Sağlık çalışanları, hastalar ve kayıp yakınlarına öncelik verilip desteklenmesi sosyal dayanışmanın bir çeşidi olarak önemli; öte yandan süreci anlamak ve deneyimi aktarmak açısından da ruh sağlığına katkı sağlayıcı. 

Psikoterapistin özbakımı, duygusal özbakımı
Psikoterapistler olarak bu tünelin içinden kendimizin de geçtiğini hatırımızda tutmalı, evimizdeki fillerden haberdar olmalıyız. Psikolojik sağlık çalışanlarının konudan zaman zaman da olsa çıkmaya imkânı pek olmuyor, çünkü danışanlarımızla tekrar tekrar salgın konusunda kalıyoruz. Bu bakımdan duygusal bakımımız her zamankinden daha önemli. Seanslarda karşılıklı aktarımdan kaynaklı zorlandığımız kişisel konular varsa, destek almalı, süpervizyona veya konsültasyona başvurmalıyız. Destek verene destek vermek de işimizin bir parçası olmalı. 
Elele tutuşmak diyelim buraya, bu tünelden geçerken, biz birilerinin elinden tutuyorsak, birileri-bir şeyler de bizim elimizden tutmalı. Sosyal çevremizden, sevdiklerimizden, sanat, hareket gibi imkânlardan yararlanabilmeliyiz. Özellikle gönüllü çalışmalarda kendi içimizdeki bataryayı tüketmemeye dikkat etmeliyiz. Tüm zamanlarda olduğu gibi şimdi de travmatik hikayeleri dinlerken ikincil travma yaşama riskimiz var.
Psikolojik dayanışma bu dönemde hepimiz için ilkesel bir tutum olmalı. Zor günlerde kendimizi olduğu kadar diğerlerine de kolaylaştırıcı olmalı, ilişkisel sorunları daha güçlü durabileceğimiz günlere bekletebilmeliyiz. Her birimizin bir ölçüde benzeyen ama “kendi salgın deneyimimizden” etkilenmiş olduğumuz gerçeğini hatırlamalıyız belki de. 
Çok bilen olmaktansa, deneyimsizliğin serin sularında kalmakta fayda var. Biz de tünelin içinden geçiyoruz. Biz de anlamaya çalışıyoruz. 
* *
Soru 3: Eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Sadece psikoloji, psikiyatri veya psikanalizin kısıtlı alanlarından okuma yapmak doğal bir değerlendirme yapmamıza engel olabilir. Olanları sosyolojiden, ekonomiden, siyasal bilimlerden doğru konuşan ve yazan insanlardan dinlemeyi, okumayı öneriyorum. Özellikle bizim gibi mesleki deformasyonu bol olan bir meslekte olan meslektaşlarım için. Her şeyin bir psikolojik, psikoanalitik açıklaması elbette vardır. Ancak dünya sadece psikoloji üzerinden açıklanamaz.