Görüş XIV • Salgın Zamanlarına Psikoloji İçinden ve Ötesinden Bakmak: Farklı İsimler, Farklı Perspektifler •

Görüş XIV • Salgın Zamanlarına
Psikoloji İçinden ve Ötesinden Bakmak:
Farklı İsimler, Farklı Perspektifler •
Özge Yenier Duman
“Corona günleri bize bedensel sağlık ve varlığımızın tüm dünyadaki başka insanların sağlığı ile bağlar taşıdığını yeniden anımsatıyor. Sağlığın kamusal olduğunu anımsamak için böyle acı verici deneyimler yaşamak gerekmeseydi keşke. Yaşadığımız kayıplar
karşısında duyduğumuz acı ile geçmişe bakıp dünyaya, doğaya, birbirimize, kendimize neler yaptığımızla yüzleşebilir ve kaybın kederini yeniden bağ kurmak için bir araca dönüştürebilirsek bu sürecin umut verici değişimlere gebe olması mümkündür.”





Soru 1: Salgın sürecinin bireyler ve toplumlar üzerindeki mevcut ve olası etkilerini kendi perspektifinizden nasıl yorumlarsınız? Bu sürece ilişkin eleştirel bir yorumlama sizce neleri gözden kaçırmamalıdır? & Soru 2: Psikolojiyle ilgili alanlarda olan bizler, bu sürecin içinden geçerken, bireylerin ve toplumların esenliğine katkı sağlamak için neler yapabiliriz? Bu süreç ve yapacaklarımız bu mesleki bilgi ve faaliyetlerimizi nasıl etkiler?

Yaşadığımız salgına yol açan virüse ve hastalığa bir ad verildi biliyorsunuz. Novel Coronavirüs, Covid 19. Ortaya çıktığı yılı imleyen 19 sayısının yanı sıra novel yani yeni Coronavirüs. İnsanlığın ilk kez karşılaştığı, tanımadığı bir şey ile karşı karşıyayız. Şey dedim çünkü canlı olup olmadığı bile tartışmalı, aslında bir protein molekülü ve yağ içeren bir zarftan ibaret. Virüsü şekil ve nitelik olarak tanımlama çabaları, laboratuvarlarda izole etme sevinçleri, virüsün davranışlarını tanıma, yorumlama çabaları herhâlde bu tanınmayan yabancıyı tanıma, tarifleme ve simgeleştirme isteğiyle de ilgili olsa gerek. Tekinsizlik uyandıran bu yabancının önce bizden uzak, sahiden de Uzak Doğu olarak adlandırılan bir coğrafi bölgenin, garip alışkanlıkları olan, tuhaf kültürlere, farklı ırk ve genetik yapıya sahip insanlarını etkileyen, Batı’ya gelme ihtimali olmayan, gelse de “bize bir şey yapamaz” duygusu ile karşılandığı bir durum hasıl oldu. Salgın boyunca değişik nitelik ve yoğunlukta devam edegelse de başlangıçta inkâr, bastırma ve bölme gibi savunma düzenekleri sahnede ön plandaydılar. Bu düzenekler aracılığıyla virüsün hasta ettiği insanların ırk, genetik ve kültürel yapıları ayrıştırılmakla kalmayıp önce Çinliler ve diğer Asya halkları, sonra mülteciler hastalığı yaymakla suçlandılar. Ardından da daha fazla etkilenen kişiler olan yaşlılara, kronik hastalığı ya da güçlükleri olanlara en sonunda da sağlık emekçilerine yönelen ayrımcılık boy gösterdi.

Hastalığın, dışarıdan gelen, bilinmeyen, tekinsiz bir yabancının bedeni istila etmesi olarak deneyimlenmesi, bir yandan çok bildik olan gribe benzemesi öte yandan korkutucu belirtilere, yalıtılmaya ve ölüme yol açması çeşitli ruhsal etkiler ortaya çıkarıyor. Oldukça uzun bir zaman daha ruhlarımızı etkilemeye devam edeceğini öngörmek zor değil. Ortaya çıkan ruhsal değişikliklerin hem tanıdık hem de günümüz insanı için daha önce deneyimlenmemiş olan tarafları var ruh sağlıkçılar açısından. Gözlediğimiz ve tahmin edebildiğimiz ruhsal değişimler yanı sıra deneyimlendikçe, ortaya çıktıkça çalışılabilecek boyutları olacağını düşünmek bizi ezberlenmiş ruhsal tariflemeler yapmaktan koruyabilir. Bireysel deneyimimizde ve danışan-larımızla çalışma sürecinde keşfedebileceğimiz etkiler söz konusu olacaktır. Aynı zamanda bu süreç psikoloji alanında emek verenleri ruhsallığın toplum-sal bileşenini çok daha fazla gözlemeye ve üzerinde düşünmeye sevk edecektir diye düşünüyorum.

Salgının yarattığı ruhsal etkileri en temelde iki perspektiften düşünebiliriz. Korku uyandırması ve kayıp deneyimi. Hastalanma ve ölüm korkuları, hastalık bulaştırma korkusu yanı sıra yol açtığı pek çok kayıp yaşantısı söz konusu. Bu salgın her birimize değişik ölçü ve niteliklerde kayıplar deneyimletiyor. Yaşama biçimimizin en sıradan, gündelik, alışılmış yanlarından başlayıp yaşamın kendisini, yakınlarımızı kaybetmeye kadar... Pek çok insan işini kaybetti, ekonomik kayıplar yaşanmaya başlandı. Dışarıda olma, okula, işe gitme, arkadaşlar ile olma, birlikte yiyip-içme, birlikte oynama, birlikte izleme-dinleme, birlikte protesto etme, birlikte kutlama, birlikte uğurlama, birlikte isyan etme, birlikte yas tutma gibi pek çok bir arada olma deneyimimizi kaybettik. İç dünyalarımız ile dış dünyayı bir araya getiren ortak alanları kaybettik. İnsan olma niteliğimizin yapı hücresi, ruhsal dünyalarımızın temel kurulum düzeneği olan ben ve öteki arasındaki ilişkisellik büyük bir değişim geçiriyor. Toplumsal varoluşumuz tehdit altında.         

Salgının getirdiği kısıtlamaları düşünecek olursak çeşitli yasaklarla karşı karşıyayız. “Dokunma yasağı”, yaklaşma yasağı, bir arada olma yasağı, dışarı çıkma yasağı gibi. Yüze dokunmak, göze, ağıza, buruna dokunmak gibi, şurayı tutmak buraya dokunmak gibi bedenlerimizle yaşayışımızdan başlayıp başkaları ile temasımıza dair olanlara uzanan öpüşmek, sarılmak, görüşmek, buluşmak gibi pek çok yasak. Fiziksel olarak bir arada olamayışımız ve tüm bu dokunma yasakları ruhsal varlığımız üzerinde tehditler oluşturuyor. Dış dünyada olanlarla iç dünyamızda olan bitenlerin buluşma ve alışverişine olanak sağlayan “geçiş alanı” çok büyük bir değişime uğramış durumda. Belki dijital olarak iletişim kurmaya devam ediyoruz evet ama ruhsal dünyalarımızın temel kurulumu dijital bir dünyada gerçekleşmedi, dijital varlıklar değiliz. Bir bebeğin, kendisini başı sonu olmayan bir okyanus gibi olmaktan bedeni, sınırları olan bir varlığa, zamanla kendisi ve başkaları olarak deneyimlediği bir özneye dönüşümünde hem fiziksel hem de ruhsal olarak öteki ile karşılaşmanın ve temasın yeri yadsınamaz. Şimdi tüm bu algılarımızı gözden geçirmeye zorlayan yepyeni bir durumu deneyimliyoruz.

Yaşadığımız salgın bizi yeniden güvende hissedeceğimiz bir kucak arayışına sevk ediyor. Tanıdık olmayanın, bilinmeyenin yarattığı korku bildik, tanıdık eskiye yöneltebiliyor bizleri. Daha erken gelişim dönemlerimize, geriye gidiyoruz doğal olarak. Karantina ile birlikte ev, güvende hissetmemizi sağlayacak araçlarla donatmaya çalıştığımız anne karnına dönüşüyor belki de. “Dışarı” çıkmamızı gerektirmeyen herşey evde bulunsun, “dışarısı” ile alış verişimiz kesilsin istiyor bazılarımız. Her “dışarı” ile temas sonrası yoğun kaygı artışı yaşıyor ve baş edebilmek için dezenfeksiyon işlemlerini tekrarladığımız ritüeller geliştiriyoruz. Dışarıda gerçek, ölümcül bir tehdit var evet ve dışarıya çıkmaktan gönüllü olarak vazgeçip hayatta kalmaya ve birbirimizi hayatta tutmaya, sağlık çalışanlarının yükünü azaltmaya çalışıyoruz. Kamusal sorumluluk duyarak kendimizi içeri kapatıyoruz. Bu durumun yine de gözden kaçırılmaması gereken boyutları da var. Bir tarafı, sosyal izolasyonun fiziksel ve ruhsal sağlığı bozucu etkileri olduğu bilgisine dayanıyor. Yüksek güvenlikli cezaevlerinin gündeme geldiği, F Tipi cezaevleri döneminden beri gayet iyi biliyoruz ki izolasyon bağışıklık sistemini zayıflatmaktan tutun pek çok fiziksel sağlık sorunu yanı sıra uzun süreli olduğunda ruhsal açıdan ölüme götürebilen etkilere sahip. Salgının uzun süre devam etmesi koşullarında böylesi olumsuz etkilerden korunma için yaratıcı çareler üretmeye ihtiyaç var. Başka çok önemli bir boyut ise siyaset bilimciler, filozoflar, sosyologlar tarafından da tartışılmakta olan politik yansımalar. Dünyanın önemli bir kesiminde sağcı, muhafazakâr, otoriter rejimlerin egemen olduğu bir dönemde salgınla birlikte gerekliliği ortaya çıkan değişimlerin yeni ve devam eden baskıcı, tahakkümcü uygulamalara zemin oluşturma olasılığı. Aslında pek çok yerde söylenenleri tekrar edersek kesinlikle “dünya artık eskisi gibi bir yer olmayacak”. Peki, nasıl bir yer olacak? Hem belli değil hem de bize bağlı demek en uygunu sanırım.      
Gelişim sürecindeki bir çocuk için dış dünyanın anne-baba olduğunu düşünürsek iç dünyasından gelen saldırganlık ve tehditleri bir ara alan vasıtasıyla soğurabilen kucaklayıcı, kapsayıcı ebeveyn tutumları çocuğun güvende ve huzurlu hissetmesini sağlar. Çocuğun saldırgan duygularını, yasaklar ya da yıkıcı bir öfke ile karşılamayan bir tutum dengeli bir ruhsallık inşasına yardım eder. Şimdi tüm insanlar için dış dünyanın ölüm ve yıkıcılık tehditleri barındırdığı bir dönem yaşıyoruz. Bu durum güven duygusunu sarsarak travmatik etkiler yaratıyor. Herkes için kaygı verici olan bu küresel salgın, yarattığı korku ve dehşet duygusuyla baş etme zorlukları nedeniyle güçlü bir varlığa, kişiye, otoriteye sığınma ihtiyacı doğu-rabiliyor. Bu da pek çok insanı ruhsal açıdan istismar edilir hâle getirebiliyor.       

Covid 19’un fiziksel olarak insanları hasta etme potansiyeli açısından ayrım göstermediği net olarak anlaşıldı. Irk, etnisite, inanç, sınıfsal konum, cinsiyet, cinsel yönelim, yaşama biçimi ayrımı gözetmiyor. Hastalığa yakalanmak için insan olmak yeterli. Fakat hem hastalığın hem de salgının fiziksel, ruhsal ve diğer etkileri açısından bazılarımız çok daha büyük risk altında. Virüs her yere yayılabilir olsa da etkileri hiç de eşit dağılmıyor. Belli bir yaşın üzerinde bulunanlar, kronik hastalık ya da bağışıklık yetersizliği olanlar yanı sıra bazı gruplar tehlikeyi çeşitli yönleriyle daha fazla göğüslüyor. Sağlık çalışanları ve dışarıda çalışmak zorunda olanlar, mülteciler, cezaevlerinde olanlar, işsizler, evsizler, yoksullar, işini kaybedenler daha fazla risk altındalar. Bazı insanlar dışarıda ve daha yoğun çalışmanın zorluğunu deneyimlerken bazıları ise evde sınırların birbirine karıştığı bir yaşam sürdürmeye çalışıyor. Daha önce evin dışında olan pek çok “yaşam alanı” evin içine sıkıştırılmaya çalışılıyor. Evden çalışma özellikle kadınlar için sonsuz bir mesainin deneyimlenmesine yol açıyor. Kadınlardan beslen-me, temizlik gibi salgın günlerinde altı çok çizilen mevzularda olduğu kadar çocukların online eğitim süreçleri dahil tüm bakımlarını yürütmeleri, yaşlı, bakım gerektiren hastalık ya da benzeri sorunları olan kişilerle ilgilenmeleri bekleniyor. Kadınlar için hayat eve sığmıyor. Hastalık ve ölüm korkularıyla baş etme güçlükleri yanı sıra ekonomik kayıplar, iş kaybı, evde kalmanın getirdiği bunaltı ve gerilimin yükünü şiddet yoluyla boşaltmayı seçen erkekler nedeniyle giderek daha fazla kadın ve çocuk şimdilerde daha da kalınlaşmış duvarlar ardında şiddete maruz kalıyor.

Geçmekte olduğumuz bu süreçte ruh sağlığı ile uğraşanlar neler yapabilir? Öncelikle yaşadığımız bu küresel salgın deneyiminin tarihte örnekleri bulunsa bile günümüz için eşi benzeri görülmemiş bir durum olduğunu, her zaman kısır sonuçlar üreten ezberlerin, hazır formüllerin bu kez duvara toslama ihtimalinin çok daha fazla olduğunu akılda tutmak gerektiğini düşünüyorum. Salgının hayatımıza getirdiği tüm zorluk, kayıp ve değişimleri yadsımadan, kalıplara indirgemeden anlamlandırmak için, simgeleş-tirebilmek için ruhsal olarak çalışmaya ve zamana ihtiyacımız var. Evet, bildiklerimiz, deneyimlerimiz, araçlarımız var. Öte yandan bilmediklerimiz de pek çok ve biliyor “muş gibi” yapmak belki de en yanıltıcı tutum. Kendimizi tümgüçlü ve her şeyi bilen varlıklar olarak gördükçe düşünebilme ve yaratıcılıktan uzaklaşabiliyoruz.    
 Salgın sürecinin ortaya çıkardığı etkiler elbette öznel olarak deneyimleniyor ve farklılıklar, değişik renkler taşıyor. Bununla birlikte şimdiye kadar olmadığı kadar büyük ölçekte de ortaklıklar ve bağlantılar içeriyor. Bu alanda uğraş veren ruh sağlıkçılar olarak bizlerin de öncelikle kendimizi sürecin dışında konumlandırmadan maruz kaldığımız değişimi, kaygıyı, kayıpları danışanlarımız, hastalarımız ile birlikte öznel derinliğe hürmetle çalışabilmemize ihitiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu süreçte öznel olanı anlamlandırma çalışmasının olan bitenin toplumsal bağlamından ayrı ve kopuk bir biçimde gerçekleşemeyeceğini düşündüğümü de eklemek isterim. Çok fazla kayıp yaşanıyor. Kaybımız olduğunda, sevilen birini yitirdiğimizde bir araya geliriz, onun hakkında konuşuruz, ortak anılar, öyküler anlatırız. Bizdeki sevilen kişiyi tarif-leyebilmek, yeniden tanımak, o bizim için kimdi bilebilmek ve dünyadaki yerini yitirmişken ona içimizde yer verebilmek için birlikte oluruz. Ölenlerin cenaze törenlerinin yapılamadığı, taziye ritüelleri ve ziyaretlerinin gerçekleştirilemediği, isim ve öyküleri-nin kamusal olarak dile gelip paylaşılamadığı bir ortamda yas tutmak nasıl mümkün olabilir? Yas tutmanın bir yanı çok kişisel ve öznel ise bir yanı da son derece kamusal olsa gerek. Ruh sağlığı çalışanları olarak yasın bireysel yanına ilişkin gerektiğinde terapötik çalışmalar yürütmemiz yanı sıra hâlihazırda kamusal boyutunun ihmaline dair vurgu ve uyarılar, çağrılar yapabiliriz diye düşünüyorum.          

Bu küresel salgın bir kez daha çok açık ve vurucu biçimde gösterdi ki kapitalizmin yaşantımızın başka her alanında olduğu gibi sağlığımız için de tekrar edip durduğu “kendine iyi bak” buyruğu ile sağlıklı olmamıza olanak yok. Corona günleri bize bedensel sağlık ve varlığımızın tüm dünyadaki başka insanların sağlığı ile bağlar taşıdığını yeniden anımsatıyor. Sağlığın kamusal olduğunu anımsamak için böyle acı verici deneyimler yaşamak gerekmeseydi keşke. Yaşadığımız kayıplar karşısında duyduğumuz acı ile geçmişe bakıp dünyaya, doğaya, birbirimize, kendimize neler yaptığımızla yüzleşebilir ve kaybın kederini yeniden bağ kurmak için bir araca dönüştürebilirsek bu sürecin umut verici değişimlere gebe olması mümkündür. Fakat acı ile baş etme yolumuz bireysel ve toplumsal sorumluluğumuzu yadsıyarak kafamızı kuma gömmek, içe kapanmak, duvarlar ardına saklanmak ya da öfkemizi yansıtarak yine başkalarını suçlamak olursa bunlar zor günlerin sadece başlangıcı olabilir. Bedenlerimizi kamusal olarak hasta eden Covid 19’un yarattığı ruhsal sıkıntıların bireysel olduğunu düşünmek de abes olacaktır kanımca. Bu süreci ruhsal olarak göğüsleyebilmemiz de olan biteni anlamlandırmak, korkularımızı dile getirmek, simgeleştirmek, kayıplarımızın ortaklığını fark etmek ve yas tutmak için birlikte ve dayanışma içinde olmamızla mümkündür. Salgının ortaya çıkardığı somut gerçeklik, bizi birbirimize bağlayan toplumsal bağlar olmadan fiziksel olduğu kadar ruhsal olarak da hayatta kalmamızın mümkün olmadığını gösterdi. Bu durum karşısında aymazlık, inkar ve sorumluluk reddi içinde olanlara karşı etkili mücadele yolları bulmak da ancak dayanışma ile olasıdır.

Bu sürecin ruh sağlığı alanında uğraş verenler olarak mesleki deneyimimizi ciddi biçimde etkileyen boyutları söz konusu. Hem giderek artan bir yoğunlukla sürecin etkilerini anlamlandırma çabası içinde olmak durumunda olacağız hem de çalışma pratiğimizde büyük değişimler yaşıyoruz. Hastane-lerde çalışmaya devam eden bir grup meslektaşımız dışında çoğumuz çalışmalarımızı online olarak yürütmeye başladık. Danışanlarımızla, hastalarımızla aynı mekânı paylaştığımız insani bir ortamda seans yapmaktan dijital, sanal bir ortamda buluşmaya geçtik. Aynı havayı soluduğumuz, tüm duyularımızla deneyimlediğimiz, sözel olmayan iletimleri alıp tercüme etmeye çalıştığımız, ortak bir mekânda, geçiş alanında deyim yerindeyse birlikte oynadığımız seanslarımız yok. Seans deneyimimizin tanıdık, bildik pek çok ögesini kaybetmiş gibiyiz. Alıştığımız rutinde çalışmıyoruz ve bu da oldukça yeni, keşfedilmeyi bekleyen zorluklar ve belki olanaklar sunuyor. Bunları kavrayabilmek için düşünmeye ve birlikte tartışmaya daha çok gereksinim duyuyor olacağımızı düşünüyorum.

Bir başka boyut, küresel ölçekteki bu salgının bireyler ve toplumlar üzerindeki ruhsal etkileri üzerinde çalışırken deneyimlediğimiz tanıklıkların bizler üzerindeki etkisi olacaktır. Dinlediğimiz öykülerin zamanla her zamankinden daha yoğun acı, keder, öfke ve yas içeriyor olması çok muhtemel. Bu durumun bizleri nasıl etkiliyor olduğunu söze dökebilmek, anlamlandırabilmek için her zamankinden daha fazla mesleki paylaşım ve dayanışmaya ihtiyaç duyacağımızı düşünüyorum. Salgın sürecinde ruh sağlığı çalışanları olarak yaşayacağımız mesleki değişimin, çalışma biçimimizdeki teknik ve pratik değişimler yanı sıra insanlık tarihinde önemli bir dönüm noktası oluşturan bu dönemde toplumsal alanda yapacağımız katkı ve alacağımız politik tutum ile de bağlantısı olacaktır.       

Son olarak bizleri belirsiz, karmaşık, sözü olmayan, tekinsizlik ve kaygı içinde bırakan bu dönemin etkileri ile baş etmekte yardımı olabileceğini düşündüğüm bir kaç şeyin altını çizmek isterim. Kaygı ile bilgi edinme gereksinimi duyduğumuz bu dönemde bilgi kirliliği ve sahteciliği ile de malül olabiliyoruz. Güvenilir ve bilimsel kaynaklardan, sınırlı sürelerle bilgi edinmek koruyucu olabilir. Yaşadıklarını anlamlandırmak, içerisi ile dışarısını buluşturmak için çocukların başvurduğu temel araç olan oyun hem onlar hem de yetişkinler için her zaman önemli bir ruhsal iyileştirici olmayı sürdürüyor. Çocukların baş etme aracı olarak oyun, yetişkinlerde çeşitli şekillerde içinde oyun barındıran sanat aracılığıyla etkili olabilir. Bu zor ve karmaşık dönemin de geçici olduğunu, hem insanlar hem de üzerinde yaşadığımız dünyayı paylaştığımız tüm canlılar için yeni bir yaşamın umudunu barındırdığını hatırda tutmak hiç fena olmayabilir. Elbette birlikte korkup ortak kayıplar yaşadığımız bu sürecin içinden geçebilmekte en çok gereksinim duyduğumuz şey de birlik ve dayanışma olsa gerek.