Bir Varoluş Biçimi Olarak Budalalık ve Proje-Öznenin Özgürlük Sorunsalı

                                                                                                                                                   Şeyda Kara

                                                                                                              Uzm. Psk. ve  Psikodramatist



Felsefe tarihi budalalıklar tarihidir. Hiçbir şey bilmediğini bilen Sokrates budaladır mesela. Tarih boyunca yeni bir düşünce ortaya atan her bir filozof ya da toplumsal yaşantı içerisindeki her bir insan budala durumuna düşürülmüştür. Oysa ki sadece bir budala öteki olanı tanıyabilir.


Günümüzde ise budalalık ortadan kalkmış durumdadır. Dijital bağlantı toplumunda, ilişkiler uzlaşım baskısı altında budalalığa yer bırakmaz. İletişim, aynıların elektronik cehenneminde en yüksek hıza ulaşır. Budala burada uyumsuz kalır. Adeta dijital dünyada yeşermiş ayrık otu gibidir. Enerji kaynağı toprak ve sudur. Öteki olmanın, yabancılığın ve yabanıllığın direncini temsil eden budala iletişimi yavaşlatır. Pürüzsüz iletişimi bozar. Klavyesi başka bir söylemi imleyen eski, tüplü bir televizyondan Google’a bağlanma gayretinin yalnızlığıdır budalalık. 


İletişim ve uzlaşım baskısı altında budalalık özgürlüğü temsil eder. Yerleşik, azimli, çalışkan ve istikrarlı insanların cehenneminde budala olmak cennetliktir. Budalalık kendine içkin bir varoluştur esasen. Budala sessizliğin ve susmanın doğasından doğru kendi tekilliğinde özgürlüğün ve de özgünlüğün resmidir.


Bugün kendini sürekli yeniden tasarlayan, yeniden icad eden bir proje-özne gibi davranıyor ve bu kendiliğe de çalışkanlık, verimlilik, başarılı olmak ve yaratıcılık atıflarında bulunuyoruz diyor Byung Chul Han. Özne’den bu proje-özneye geçişe çok satan, yanılsamalı bir özgürlük duygusu da eşlik ediyor elbette. Oysa bu proje öznenin zorlama altında bir varlık olduğu söylenebilir. Dışsal baskılardan ve ötekinin zorlamalarından kurtulmuş olduğunu sanan bir proje olarak ‘ben’, daha iyi bir performans sergileme ve mükemmelleşme şeklindeki içsel baskılara ve zorlamalara angaje ediyorum kendimi. Her şeyi sınırsızca yapabilme özgürlüğü baskı üretiyor adeta. Depresyon veya ruhsal tükeniş ise işte tam da bu zorlanmanın içinden dışa vuruluyor. Burada performans öznesi kendi içsel kaynaklarını, duygularını ve heyecanlarını kendi isteğiyle sömürmesi üzerinden mutlak bir kölelik mertebesi yaratıyor. 


Bireylerarası rekabet ilişkisi üzerinden proje-öznelerin yarışında özgürlük de sınıf mücadelesi gibi insanın kendiyle iç savaşı haline geliyor. Kendini sömüren performans öznesi, yalnızlaşmasının sonucu olarak, ortak eyleme girişebilecek siyasi bir ‘biz’ de oluşturamıyor. Burası da toplumsal eylemliliğin son durağı sayılır. Neoliberal performans toplumunda başarısız olan kişi, toplumu ya da sistemi sorgulamak yerine başarısızlığından da kendini sorumlu tutar ve utanç duyar. Neoliberal öz-sömürü düzeninde insan öfkesini de daha ziyade kendine ya da zayıf addedilen ötekine yöneltir. İnsanın kendine yönelttiği bu saldırganlık da son kertede sömürüleni devrimci ve yaratıcı değil maalesef ki depresif yapar.


Kendini mükemmelleştirme boyunduruğu altında kendini sömüren yeni bir bireyin yaratıldığı neoliberalizm çağında ‘ben’ artık kendiyle savaşıyordur. Sınırsız yapabilme özgürlüğü yanılsamasıyla, kendini gözleyerek ve sınayarak hareket eder, artık bir değil bir sürü big brother vardır ve herkes kendinin hapishanesidir.


Tam da yeniden özgürlük üzerine düşünme vakti ise proje-özneden budalalık sularına doğru bir yönelişle başlar.


Özgürlük duygusu tanım olarak bir yaşam biçimindeki değişimi anlatır. Tam olarak yeni bir yaşam biçimine geçerken ortaya çıkar. Zorlamanın olduğu yerde de son bulur. Mevcut düzenin önünü kesen bir olay, ani, öngörülemez bir şey özgürlük alanları açar. Denemenin ve deneyimin kendilik kavşağına çıkarır kişiyi. 


Özgürlük esasında bir ilişki kelimesidir. İnsan kendini gerçekten iyi bir ilişkide, diğer insanlarla mutlu bir birliktelik içinde özgür hisseder. Özgürlük başkalarıyla kurulan iyi ilişki üzerinden tanımlanmalıdır. Özgür bir o kadar adı olmayan, ilişkiler, özler ve nitelikler ortaya çıkarmaktır. Kişisel özgürlük ancak topluluk içinde mümkündür. Özgür olmak kendini diğerleriyle birlikte gerçekleştirmekten başka bir anlama gelmez aslında (Byung-Chul Han, 2019).


Bugün içinde bulunduğumuz süreçte dijital psiko-politika çağına doğru gidiyoruz, bu da bizim özgürlüğün yeni krizlerini konuşacağımız anlamına geliyor. “Big data” artık toplumsal ilişkinin dinamiklerine ilişkin bilgi edinmeyi olanaklı hale getirdi. Bu bilgi ile insan ruhuna nüfuz etme ve onu düşünme öncesi düzeyde etkilemeyi mümkün kılan iktidar ilişkilerini varsayıyor. 


Günümüzde iktidar ilişkilerinin izini, kendisinin bizzat konu edilmediği yerde bulmamız mümkün. İnsanların kendiliğinden boyun eğmelerini sağlayan iktidar tekniği, zorlayıcı ve baskıcı iktidar tekniğinden daha verimlidir. Verimliliği ise yasak ve yoksun bırakmaktan ziyade hoşnutluk ve tatmin sağlamasından kaynaklanır. Bu dost iktidar, baskıcı iktidardan daha güçlüdür. Görünmezdir ama sokulganlığıyla ve ayartıcılığıyla kendisine bağımlı kitleler yaratmıştır çoktan. Dost iktidarın adı “like”tır. 


Kişinin kendisini bulmasını, tanımasını sağlayan, kendilik oluşturmasının pratiği kendini anlatmasıdır ve anlatı kendini izleme ve anlama becerisi kazandırır. Anlatıya yer bırakmayışı ve tarihselliği veri yığınına dönüştürmesi ile kendini izlemekten kendini gözetleyen bir toplumun oluşmasında ışıl ışıl postmodern bir aynadır Facebook da. 


Kendilik üzerine ve özgürlük üzerine yeni bir söylem üretmek ve yeni bir oluşa hareket edebilmek, önce geminin dümenini fark etmekle ya da dümenin başında olduğumuzu sanırken suyun akışını gözden kaçırmamakla mümkün gibi görünüyor. Hatta geminin, dümenin ve hammaddelerinin de tartışmanın bir parçası olduğunu bilerek.