Kamusal Alanın Oyuncu Aralığı: Kentsel Yaşamın Geçiş Nesneleri

İrem Temel


Yaşamlarımızın gündelik akışında işyeri, ev, çarşı, alışveriş merkezi, eğlence mekanları gibi belirli  işlevleri olan mekanların dışında kalan, yapılandırılmış ve ticari olarak tanımlı ihtiyaçlara hizmet etmeyen yerlerde bulunmanın, kentin içinde rastgele salınmanın, kentte yaşayanlar için nasıl anlamları, işlevleri vardır? Başka bir deyişle, kent içerisinde yürünerek kat edilen sokaklar, tanımadığımız bir başkasının yanında oturarak dinlenebildiğimiz parklar, şenliklere ve direnişlere fiziksel olarak imkan sağlayan meydanlar, üzerlerindeki yazılamalarla duvarlar, önlerinde sandalyelerle kapı önleri, kent sakinlerinin ruhsal dünyalarına nasıl temas eder?

Vapur güvertesinden şehir siluetini dalgınca gözlemek, bir sokak köpeğine yaklaşmak, parklarda doğanın kıvılcımını yakalayabilmek, birbiriyle ilintili duvar yazılarının ilişkisini çözmeye çalışmak, bir muhitten diğerine geçerken ortamın havasının nasıl değiştiğini o kent kültürünün şifreleriyle okumak, bir eylem alanında orada bulunanlarla benzer fiziksel, düşünsel, duygusal hareket dalgalarının içinde salınmak, sözsüz bir buluşma yeri haline gelen bir sokak köşesinin müdavimleri olarak muhabbetlerle, kavgalarla o köşe tarafından ağırlanmak: Belirli bir planlama olmadan kendiliğinden orada bulunuverdiğimiz, içinden geçtiğimiz veya bazen de durduğumuz, kimlerle karşılaşabileceğimizi veya orada o an neler olacağını kesin olarak bilemediğimiz, yarı belirli, yarı geçişken alanları ve orada deneyimlediklerimizi kastediyorum.


Bukaleon Sarayı ve müdavimleri, 2018 (Fotoğraf: İrem Temel)


Tüm bu mekanların ve bu mekanlarda, işlevsel bir sonuca ulaşma gerekliliği olmadan geçirilen anların ruhsal yaşamımızda oyun benzeri bir aralığa, iç dünya ile dış gerçekliği bağlayan ve bu ikisi arasında esneyen bir geçiş alanına1 denk düştüğü düşünülebilir.  Bir macera/kaçış evi veya karaoke etkinliğinin daha yapılandırılmış ancak farklı türde bir oyun işlevi olduğu ileri sürülebilir ancak burada kast ettiğim belirli bir giriş ücreti,  sınırları belirlenmiş bir mekan içerisinde belirlenmiş bir hareket yönü, orada bulunmaya dair bir süre kısıtı olmayan,  içerisinde bulunan kişiye belirlenmiş deneyimler vadetmeyen, ticari bir ilişki içine sokmayan, çoğunlukla da belirli bir sahibi olmayan yerlerde deneyimlenenler. Kentin bizde yarattığı hissi titreşimlerin akmasına olanak veren, tersinden de içimizdeki daha kişisel parçaları kente yansıtabilmeye fırsat tanıyan aralıklar. Kendi içimize dönebilmemize müsaade eden, bu içe dönme sırasında kendimizle ve dış dünyadaki diğerleriyle karşılaşmaya, diyaloğa alan açabilen anlar ve bu anlara zemin olan, şekillendiren mekanlar.

Başka bir deyişle, bu mekanlarda yaşanan anları belirli bir fayda sağlamayan veya somut bir ihtiyacı gidermeyen ama insanın “dışarısı” ile ilişkisini oluşturan, kendisini kentin bir parçası gibi hissetmesini sağlayan bir akış, kentselruhsal yaşamın akışı gibi düşünebiliriz. İş, alışveriş benzeri zorunlu ve nispeten oyunsuz faaliyetlerin dışında, kentle bir çıkar veya görev ilişkisine girmeksizin, kendini akışa bırakarak bir şeylerle karşılaşmanın mümkün olduğu, bir nefes alınan, kişiye özgü kentsel yaşantıların oluşturulmasına olanak sağlayan aralıklara denk düşüyor bu kent köşeleri/anları. Bir miktar  yaratıcılığa, dışavuruma, mekanı sahiplenmeye, kendini ait hissetmeye ve dolayısıyla mekanla oyunvari bir ilişkinin olasılığa açılan aralıklar. Bu oyunvari ilişkinin içinde aynı zamanda kişinin kentle ilişkili kimliğinin inşa ettiğini düşünebiliriz; öznenin bir yerde bulunarak, eyleyerek, yaşayarak bir mekana ait tarihin bir parçasını oluşturması gibi; tıpkı mekanın de kendi hafızasıyla, aktardıklarıyla özneyi şekillendirdiği; onun kimliğinin bir parçasını oluşturduğu gibi.


İTÜ işgali, 2016 (Fotoğraf: İrem Temel)


İstanbul üzerinden düşündüğümüzde bu aralıkların daralması kentselruhsal yaşamımıza, kente ve kentin bir parçası olan kendimize ilişkin algımızı nasıl etkiliyor? Tarlabaşı’nın ara sokaklarını bir rezidans sitesinin dışarıya kapalı apartman aralarına, Karaköy’ü dev bir açık hava alışveriş merkezine, kendi halinde ve boş kalmış tek tük yerlerin ıslah olmuş belediye kafeleri ve çitli alanlara dönüşmesini, meydanların tarihlerinin ve kamusal misafirperverliklerinin yontulmasını ve kentte yaşayanlara sunabildiklerinin azalmasını kast ediyorum. Kent sakinlerinin bir eylem için bir araya gelmesinin giderek güçleşmesini, birileriyle dışarıda rastgele karşılaşılacak alanların azalmasını, soylulaştırma/yerinden etme süreçlerinin sonucu olarak merkeze yakın oturmak ve çalışmak için çok paralar veremeyecek olanlarımızın kentin daha dış çeperlere sürgüne gönderilmesini, bu muhitlerdeki gündelik yaşam pratiklerinin sermaye lehine değişmesini, kapalı/özel bir topluluğun üyesi de değilseniz para vermeden bulunabileceğiniz alanların azalmasını kast ediyorum. Özetle kentin daha sterilize, daha işleve yönelik ve daha bölümlenmiş bir hale gelmesiyle; bir mekanın tarihinin gelecek kuşaklara aktarılamayacak şekilde kesintiye uğratılmasıyla, mekanın orada yaşayanlar ve oraya temas edenler tarafından dönüştürülebilir olma özelliğinin azalmasıyla (Örneğin bir parkı veya mahalleyi; bir AVM veya rezidans sitesine göre daha rahat kendinizin kılabilir, onu dönüştürebilirsiniz; zira son ikisinde ekonomik ilişkilerin ve özel mülkiyetin belirleyiciliği bunu kısıtlar. Elbette tam da bunların direnişleri doğurduğu zamanlar hariç) ne yapabiliriz? Bunların toplamı kişinin kentselruhsal yaşamını nasıl etkiler? 

Kestirme bir cevapla şu söylenebilir: kamusal yaşamın getirdiği olanakların çeşitliliğinin azalması kişinin kentselruhsal yaşamının şiirini, müziğini, oyununu kısıyor. Kişinin kendi bedeninin ve zihninin gündelik yaşam içerisinde yaratıcı dışavurumunu, çeşitli ötekilerle karşılaşmayı ve ilişkiye girmeyi engelliyor; bu aynılaşma ve daralma da kent eşliğinde deneyimlediğimiz sokağa, dışarıya dair kentin bir öznesi olan kendimize dair iç dünyamızı baskılıyor, belki de fakirleştiriyor. Dışlayıcı bir çevreyi dönüştürecek, mekanla etkileşimi sağlayacak yollara, yaratıcı yollarla kente sızabilen kolektif hareketlere, içerisinde yaşadığımız kenti benimseyebileceğimiz kadar esnek kılmamızı sağlayacak yollara ihtiyacımız var; hayvanlarla ve bitkilerle ortak yaşayabilmeye, dayanışma ağlarına, sokak şenliklerine, kuytu köşelere, sahiplenilmiş ve dönüştürülmüş köşelere, başka Mis Köşe’lere, kent hafızasına, bunu kendimize mal edip ağızdan ağıza yaymaya: Kentte kendi izlerimizi görebilmeye.


Kadıköy, 2012 (Fotoğraf: İrem Temel)



Dipnotlar:

1. Winnicott, geçiş nesnesi kavramını ve işlevlerini Oyun ve Gerçeklik kitabında tartışır.  Aynı zamanda Nilüfer Erdem, Küresel Salgınla Başkalaşan Mekân Algımız”  başlıklı panelde geçiş nesnesini mekansal olarak ele aldığında, bir evin balkonlarının da içeri ve dışarı arasında bir arada kalmasını da benzer şekilde geçiş alanı olarak nitelendirmiştir.