Yaşamın İhtiyacı: Oyun

Hüner Aydın

O
yun, tek bir tanımda uzlaşılmamasına karşın evrensel kabule açık birçok nitelemeyle açıklanmaktadır. Gelişimin öncüsü oluşu veya gelişimdeki kritik rolü, gelişimsel döneme göre istek ve ihtiyaçlarla şekillenmesi, bilişsel gelişimi ve üst-bilişsel becerileri güçlendirmesi, evrimsel süreçteki varlığı, toplumsallaşmadaki rolü bunlardan bazılarıdır. Piaget, bilişsel gelişim kuramında oyunu bilişsel süreçlerle açıklamış ve insan türünün diğer davranışlarından apaçık bir biçimde ayrılmadığını ifade etmiştir. Ona göre oyun, uyumdan çok özümleme ile ilgilidir. Özümlemenin uyumdan ayrışmasıyla ve kendi başına işlevde bulunmasıyla gerçekleşir (Nicolopoulou, 2004). Çocukluğun ilk yedi yılında birbirini takip eden oyun sistemlerini üçe ayırmıştır; alıştırma oyunu, sembolik oyun ve kurallı oyun. Alıştırma oyunu ilk on sekiz ayda varlığını sürdürür; özellikle ilk on iki ayda duyu-devinim şemaları kazanılır, nesne kullanımı, motor etkinlikler ve hazcılık ön plandadır (Nicolopoulou, 2004). On iki aydan sonra yavaş yavaş sembolik oyun sistemine geçilir. Sembolik oyun genellikle 2 yaş dolaylarında ortaya çıkar, çocuk bu dönemde gerçeği manipüle ederek kurgusal, tasarıma dayalı düşünmeye başlar ve “-mış gibi” oyun oynar. Sembolik oyunda gösterilen davranışlar, Fenson’a göre bilişsel özellikleri bakımından üçe ayrılır; odaktan uzaklaşma, ortamdan bağımsızlaşma ve bütünleştirme. Pellegrini de çocuğun sembolik oyunu nasıl oynadığıyla ilgili iki tür sembolik dönüştürmeyi ele alır; nesneleri dönüştürme ve bir özne olarak kendini dönüştürme (Şener, 1996). Piaget’nin üçüncü oyun sistemi olan ve somut işlemler dönemiyle paralel ilerleyen, yedi yaş dolaylarında ortaya çıkan “kurallı oyun” ise toplumsallaşmanın berrak bir göstergesidir. 
Vygotsky ise oyunun esas olarak üç yaş dolaylarında, Piaget’nin sembolik oyununa benzer kabul edebileceğimiz fakat taklitten farklı bir temele oturttuğu “-mış gibi” oyunla başlar. Vygotsky oyunu, sosyo-kültürel bir aktarım, toplumsal bir gelişim aracı olarak görür ve yakınsak gelişim alanını yarattığını söyler. Oyunun soyut bir dünya prototipi çizmekten çok, çocuğun kültürel ögeleri benimsediği ve içselleştirdiği bir toplumsal özelliği olduğunu vurgular. Gelişimsel ilerleme etkinliklerinde öncü olduğunu, potansiyel gelişim alanına doğru seyir ettiğini aktarır. Ona göre oyunda iki temel öge bulunmaktadır; imgesel durum ve ona bağlı örtük kurallar. Çocuğun yaşarken çok da dikkat etmediği kültürel kodların, oyun esnasında bir kural olarak ortaya çıktığından ve oyunun temelinde kuralların olduğundan söz eder. Bu sebeple apaçık veya örtük kuralların sadece kurallı oyunlarda mevcut olmadığını, sembolik veya “-mış gibi” oyunlarda da bulunduğunu ve bu noktada da toplumsal işlevin belirleyici olduğunu ifade eder (Nicolopoulou, 2004). 
Bateson da Vygotsky’yi destekler bir şekilde oyunun üst-iletişimsel bir niteliği olduğunu, kuşaklar içinde ve kuşaklar arasında aktarıldığını, sosyal gelişimin öncüsü olarak varlığını sürdürdüğü belirtmektedir (Kaya, 2018). Smilansky de Piaget’ye benzer bir biçimde oyunu bilişsel gelişime dayalı olarak ele alır ve dört sınıfa ayırır; işlevsel oyun, inşa oyunu, dramatik oyun, kurallı oyun. Parten ise toplumsal katılım ekseninde, daha çok Vygotsky’yi hatırlatır şekilde oyun davranışlarını sınıflandırır: uğraşsız davranış, izleyici davranış; tek başına, paralel, birlikte ve işbirlikçi oyun (Karaman, 2009). 
Akış kuramını açıklarken sıklıkla oyun davranışına yer veren ve oyun oynarkenki yüksek düzeyde odaklanmış hâle atıfta bulunan Mihail Csikszentmihalyi, oyunun gerçekleşme imkânı olan bir şeyin peşinden gitmeye dayalı bir etkinlik olduğunu ifade eder (Terr, 2000). Huizinga ise oyunun anlamlı bir işlev olduğundan, gönüllü gerçekleştiğinden, eğlence barındırdığından ve kültür öncesi bir tarihselliğe sahip olduğundan –gelişimsel bir döneme veya bir türe atfetmeden- söz etmektedir (Huizinga, 2018). 

Oyun ve Yetişkinler

“Oyun temel bir insani ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı karşılamak için ne yapıyorsunuz? Bunları düzenli mi yapıyorsunuz? Bir yerden başlamak ister misiniz?” 
Sura Hart (Çocukla Barış, 2018)

Oyun, Antik Yunan’dan itibaren çocuklara özgü bir şey olarak algılanmaktadır. Özellikle de ergenlik döneminin sonlarına doğru, beliren yetişkinlik dönemi itibariyle oyun, yaşamımızdan ayrılan ve gelişimsel olarak döneme uygun bulunmayan bir olgu olarak zihinlerimize yerleşmiştir. Oyunun yerini, “büyümek” sebebiyle başka ihtiyaçların ve kavramların aldığı gözlemlenmektedir. Oyunun “yetişkinlere dair olmama” algısını gündelik dil pratiklerinde görebilmek mümkündür. Örneğin, “Oyun mu oynuyoruz biz burada?” bir yetişkin cümlesidir. Oyunun oynanamayacağı kadar büyümeye işaret eder, oyun gayriciddi ve çocuklara özgü olarak konumlanır, gelişimsel döneme uygun bulunmaz ve orada oyun yerine başka bir şey yapmak gerekir. Benzer şekilde “Çocuk muyuz biz?” serzenişi de hemen hemen aynı kökleşmiş algının ürünüdür. Lenore Terr’e (2000) göre iş ve oyun, çalışma ve oyun arasındaki ayrım da böyle bir algıdan ileri gelmektedir. Oyun, dildeki konumlandırılışına bakacak olursak, ciddiyetin karşısında yer almaktadır (Huizinga, 2018). Bu sebeple Terr, çocukların oyun oynadığını, yetişkinlerinse rekabet ettiğini; büyümenin oyuna bir ikame olarak rekabeti getirdiğini söyler. Oyun oynamayı giderek unutmakta olduğumuzu, oyunu önemsiz ve vakit kaybı bir etkinlik olarak gördüğümüzü ifade eder (Terr, 2000). Carl Gustav Jung, Terr’in aktardığı şekliyle çalışma ve oyun ikilemine “Sınırsız bir hayalle oyun oynanmayan bir yerde yaratıcı bir çalışma asla ortaya çıkamaz,” diyerek açıklık getirmiştir. Huizinga (2018) ise oyunun kültür içindeki yerinden söz ederken dini törenlerin, ayinlerin ve ritüellerin de birer oyun olduğunu belirtmiştir. Kaygısız ve endişesiz, bulaşıcı bir güç olarak oyun, türe özgü olmaksızın büyümeyle kaybolmayan bir dürtüyle ortaya çıkar (Terr, 2000). Esasen yetişkinlerin sadece farkında olarak oyun oynamadıkları, bu sebeple oyunsuz bir yaşam sürmedikleri ifade edilebilir. Yalnızca, oyunun, yetişkin yaşamında dışarıda durmadığını; önemli bir ihtiyaç olduğunu dillendirmek, hatırlatmak gereklidir.
Bateson, oyunu sosyal gelişim, üst-iletişimsel ve üst-bilişsel becerileri geliştirme açısından kuvvetli bulmaktadır (Kaya, 2018). Bu beceriler çocukluğa özgü değildir. Gelişim ve hayvanlardaki oyun davranışları üzerine çalışan Robert Fagen’in dediği gibi “Yeniliklere ve belirsizliklere ayak uydurmaya çalıştığımız bir dünyada, oyun bizi gelişmekte olan bir gezegene hazırlar” (Terr, 2000). Oyun, yetişkinler için de sosyal anlamda destekleyicidir; öğretici, keyif verici, duygusal ihtiyaçları fark ettirici ve bunları karşılayıcı bir alan sunar. Aynı zamanda çocuklukla sürdürülebilir bağlar yaratır ve bu bağları anlamlandırmaya yardımcı olur. Çocukken oynadığımız oyunları, bir şekilde yetişkinlikte “arka bahçe”mize taşırız ve dönüştürerek devam ettiririz (Terr, 2000). 

Oyun İhtiyacı Türe Özgü mü?
Oyunun türe özgü bir ihtiyaç olmadığından bahsetmeyi önemli kılan, en gündelik ve kolay ulaşılabilir şekilde, hayvanlardaki oyun davranışının alenen ortada olmasıdır. Aynı evi paylaştığımız yavru veya erişkin hayvanları düşündüğümüzde oyuna ihtiyaç duyduklarını fark ederiz. Bu açıdan, oyunun türe özgü bir ihtiyaç olmadığını konuşabilmeyi kolaylaştırmak adına primatlara, primatların oyun davranışlarına bakmak gereklidir. Örneğin şempanzeler ve bonobolar, en yakın “kuzen”lerimiz olarak anılmaktadır. Şempanzeleri –Bonobolara kıyasla- daha savaşçıl, ataerkil ve bugünün insanına, düzenine yakın bir yaşama işleyişinde görürüz. Bonobolar ise barışçıl, anaerkil, uzlaşmacı ve “oyuncu” görünürler. Bu yüzdendir ki Bonobolarla olan yakınlığımızdan, insanın ve ataerkinin iktidarını sarsacağı tehlikesiyle şempanzeler ve goriller kadar söz edilmemiştir (Waal, 2014). Burada savaş ve cinsellik üzerinde durmayı önemli görüyorum. Çünkü her iki durumda da bonobolar ve şempanzeler arasında belirli farklılıklar bulunuyor. 
Huizinga (2018) savaşın “soylu bir şeref oyunu” olarak kabul edildiğini ifade ediyor. Böylece şempanzeler ve insanların savaş algısının paralel nitelikte olduğunu görmek mümkün oluyor. Bonobolar ise toplulukçu ve barışçıl olmaya dair öyle güçlü tutumlar içindeler ki bu “soylu şeref oyunu” yerine barışı sağlamak adına birçok başka oyun kuruyorlar. Örneğin cinsellik, yalnızca üremek için sergilenmeyen gündelik ve sosyal bir davranış sistemi olarak karşımıza çıkıyor (Waal, 2014). Primatlar arasında herhangi bir iktidar mücadelesinde “yavru öldürme”ye sebebiyet vermeyecek bir kolektif ebeveynlik oyunu olduğunu görüyoruz. Bir anneden doğan bonobo yavrusu, içinde yaşadıkları bonobo topluluğunun yavrusu olarak kabul ediliyor. Cinselliğin sosyal ve kolektif bir davranışa dönüşmesi, tek eşliliğin bulunmayışı böylelikle barışçıl stratejileri de beraberinde getiriyor. Şempanzelerde “soylu bir şeref oyunu” olarak karşımıza iktidar mücadelesi, kavga ve çatışmalar çıkarken; bonobolarda “soylu bir dayanışma oyunu” olarak cinsellik karşımıza çıkıyor. 
Bonoboların cinselliğinin sosyal bir oyun olduğundan ve toplumsal barış ihtiyacını karşıladığından söz etmek hiç de zor değil. Üstelik Parten’in toplumsal katılım eksenli açıkladığı oyun sınıflandırmasının her basamağını karşılayabilecek cinsel oyun davranışına sahipler. Uğraşsız davranış, izleyici davranış; tek başına oyun, paralel oyun, birlikte oyun ve işbirlikçi oyun sınıflamasında bonobolar cinsel davranışlarıyla eşsiz bir örnek havuzu sunmaktalar. Huizinga’ya baktığımızda kültürlerdeki gündelik rutinler, ritüeller, toplumsal olaylar ve oyun arasındaki ilişkinin varlığına dikkat çeker; bu oyunlarsa Vygotsky’den hareket edersek toplumsal bir alt metne sahiptir, toplumsal bir sözleşme içerir. Primatların oyun davranışlarının da -Vygotsky’nin değindiği üzere- belirli kuralları, kültürel aktarımı, toplumsallığı barındırdığı ortadadır. Buna ek olarak, Bateson da üst-iletişimsel beceriler diyerek dikkat çektiği noktada oyunun kritik olabileceğinden söz etmiştir. Şempanzelerle kıyaslandığında bonobolardaki empati becerisinin daha yüksek olduğu görülmektedir (Waal, 2014).  
Sonuç ve Öneriler
Oyun, literatürde ve dil pratiklerinde çoğunlukla çocukluk dönemine özgü bir ihtiyaç ve gelişimsel öncü araç olarak ortaya çıkmaktadır. Oysa oyuna duyulan ihtiyaç ve yaşamın erken dönemlerinden itibaren var olan güdü yaşamda tür veya gelişimsel dönem ayırt etmeksizin yerleşiktir. Yetişkin insan dünyası, oyunu bir yandan reddederken bir yandan da ihtiyaç duymaktadır. Toplumsal olayların, kültürel rutinlerin veya ritüellerin oyun davranışını karşılar özellikler barındırması da bu yerleşik güdünün yetişkin dünyasında sürdürüldüğüne işaret etmektedir. Huizinga, oyunsuz toplumların köreldiğini ifade etmektedir. Esasen bireysel ve sosyal bir körelmeden bahsetmek de mümkündür. Bu sebeple oyundan söz ederken daha geniş ve toplumsal bir perspektifi de aktarmak; çocukluk kültürüne ve türe indirgemektense yaşamsal bir varoluşa, tarihselliğe sahip olduğundan, yaşamın bir ihtiyacı olduğundan bahsetmek gereklidir. 
Kaynakça
Hart, S. (2018, Aralık 17). Çocukla Barış.
Huizinga, J. (2018). Homo Ludens: Oyunun Kültür İçindeki Yeri Üzerine Bir İnceleme. İstanbul: Alfa Basım Yayın .
Karaman, N. G. (2009, Cilt: 42 Sayı: 2). Okulöncesi Eğitim Kurumuna Devam Eden 5–6 Yaş Grubu Çocukların Bilişsel Üslûpları ile Oyun Davranışları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 163-182.
Kaya, G. İ. (2018). Oyun, Gelişim ve Tarihsel Olarak Oyunun Eğitimdeki Yeri. Ulusal Eğitim Akademisi Dergisi, 66-78.
Nicolopoulou, A. (2004, Cilt: 37 Sayı: 2). Oyun, Bilişsel Gelişim ve Toplumsal Dünya: Piaget, Vygotsky ve Sonrası. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 137-169.
Şener, T. (1996). 4-5 Yaş Anaokulu Çocuklarında Dramatik Oyunun ve İnşa Oyununun Bakışaçısı Alma Becerisine Etkisi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitimde Psikolojik Hizmetler Ana Bilim Dalı.
Terr, L. (2000). Oyun Yetişkinler İçin Neden İhtiyaçtır. İstanbul: Literatür Yayıncılık.
Waal, F. D. (2014). İçimizdeki Maymun. İstanbul: Metis Yayıncılık.
Te