Öner Ceylan
İlk terapi
deneyimim 1980’li yılların ortasındaydı; sanırım 1986 olmalı. 15 yaşındaydım.
Ergendim ve hemcinslerime yönelik cinsel duygularım aklımı karıştırıyordu. Daha
doğrusu bu duygulardan kurtulmak, “normal” olmak istiyordum. Tabii benden başka
kimsenin bundan haberi yoktu. Ancak ağlama krizlerim oluyordu. Elbette
ergenliğin ağırlığı da bunda rol oynuyordu. Bunun üzerine annem, o dönem
kendisinin de psikoterapisti ve Cerrahpaşa’da doçent olan bir psikiyatriste
gitmemi önerdi, fakat ben kabul etmedim. “Ben deli değilim” dedim. Daha sonra
durum iyice çıkışsız gözükmüş olacak ki kabul ettim ve önce özel bir klinikte,
daha sonra zaman zaman Cerrahpaşa Hastanesi’nde, sonrasında da
muayenehanesinde, aralıklarla sekiz yıl boyunca bu psikiyatristin danışanı
oldum. Kendisi iyi bir terapist ve iyi bir insandı. Ancak, belki hâlâ birçok
terapistin ve uzmanın olduğu gibi, eşcinsellik konusunda önyargıları vardı.
Bunu da şuradan çıkarıyorum; hiçbir zaman yüzüme karşı bunun yanlış olduğunu
söylemese de, benim duygularımdan “kurtulma” taleplerimi asla reddetmedi,
tersine, dolaylı olarak bunlara destek verdi. En azından benim algıma göre
ikimiz birlikte, başka konuların yanı sıra (ki o konularda çok yardımı ve yararı
oldu bana) benim erkeklere yönelik cinsel duygularım üzerine de çalışıyorduk ve
bu duygularımdan kurtulma isteğim doğrultusundaydı bu çalışma. Spor
aracılığıyla “duygularımı” kanalize etmemi öneriyordu örneğin. Ya da bir sosyal
çevrede benden “erkek” gibi davranmamı istediklerinde ve ben bunu terapistime
ifade ettiğimde, o da bunu olumlu bir işaret olarak almıştı: “Demek ki seni
aralarına almak istiyorlar!” Bu kişiler benim yaşıtlarımdı yani başka ergen
erkekler ve aslında geriye dönüp baktığımda, benden toplumsal olarak oldukça
farklılardı. Yani arkadaşım olmaya uygun değillerdi ama ben o yaşta etrafımdaki
insanlardan kimi arkadaş olarak seçeceğime kendim karar verebileceğimi
bilmiyordum! Bana kollarımı iki yana açarak yürümeyi öğretmeye çalışıyorlardı, ben
de deniyordum ama sanırım pek olmuyordu. Hâlâ da kendilerini kasıp, kollarını
yana ve arkaya garip bir anatomik şekilde açan erkekleri gördüğümde hiç hoşuma
gitmez, tuhaf bulurum. Neyse ki terapistimin beni aslında psikolojik testler
için yönlendirdiği bir psikolog bana testleri yapmadan önce, ilk başta beni
rahatsız eden bir şekilde “Sorun nedir?” gibi sorular sormuştu. Ben de cinsel
duygularımdan bahsetmekten utanmış, terapistimin dosyaya yazdığı şekilde
“sosyal uyumsuzluk” gibi bir şey söylemiştim. Bunun üzerine konuşmaya
başlamıştık. Bana neden o kişilerle arkadaş olmak istediğimi sordu. Ben de
bilmiyorum dedim. Sonra bana ilgi alanlarımı sordu. Müzikti tabii ki. O da
bunun üzerine, “Sen de müzikle ilgilenen birilerini bulup onlarla arkadaşlık
edebilirsin” demişti. Dâhiyane bir fikirdi! Daha önce hiç aklıma gelmemişti.
Bunun mümkün olduğunu bilmiyordum. Çocuk dediğin, etraftaki diğer çocuklarla
oynardı. Bu konuşma zihnimde yeni bir kapı açmıştı. Dönüp bakınca çok basit
gibi görünüyor ama o zaman benim için bu konuşma çok önemli, çok yeniydi.
Terapistim bana kendim gibi olmam konusunda pek de cesaret vermemişti, daha
ziyade toplumda, ya da etrafımda kabul görmem için yapmam gerekenlere
odaklanmıştık. İşe yaramıyordu ama ben bunu o zamanlar bu netlikte göremiyordum
ne yazık ki. Yıllar sonra bir konferansta söz alıp bir psikiyatriste
“Terapistim benim isteğim doğrultusunda bana yardım etmeye çalışıyordu. Ben
duygularımdan kurtulmaya çalışıyordum, o da benim isteğimi yerine getirmeye
çalışıyordu” dediğimde, “İkinizin süperegoları el sıkışmış” diyecekti. Bu
terapi sürecim giderek seyrelen biçimde sekiz yıl devam etti. Ailemle ve okul
arkadaşlarımla ilişkilerimde bana çok yararı oldu. İçime kapanıktım, terapi
sonrası kabak çiçeği gibi açıldım. Ama ne yazık ki cinselliğim benim için bir
sıkıntı ve mutsuzluk kaynağı olmaya devam etti.
Bir kere,
eşcinsellikle transseksüelliğin farkını bilmiyordum, tıpkı bugün hâlâ
Türkiye’de pek çok kişinin bilmediği gibi. Bu da benim açımdan çok sıkıntı
yaratıyordu. Aynaya bakıyordum ve “ben kadın olmak istemiyorum” diyordum.
Görüntümden memnundum aslında, yani en azından erkek olmakla ilgili bir sorunum
yoktu. Dayatılan cinsiyet kalıplarıyla ilgili sorunum vardı belki ama bu daha
farklıydı. O erkek halimle beni hiçbir erkeğin beğenmeyeceğini, erkeklerin
sarı, uzun saçlı kadınları beğendiğini düşünüyordum. Kendimi öyle hayal
edemiyordum. İleride kadın olmam gerekeceğini düşünüyordum ve bu da bana çok
kötü geliyordu. Sorunlarımın başlıca kaynağı heteroseksizmdi. Bir erkeğin ancak
bir kadınla olabileceğini sanıyordum. Ben de kadın olmak istemediğime göre
geriye bir seçenek kalıyordu, o da bir erkek olarak kadınlardan hoşlanmak ve
yalnızca onlarla birlikte olmak. Ama ben erkekleri de arzuluyordum. Bu böyle
uzun yıllar devam etti. Terapi ve ilaç tedavileriyle geçen yıllar. Sonra bir
noktada, 23 yaş civarında bu terapiste gitmeyi yavaş yavaş bıraktım. Kafamda da
yavaş yavaş boşa kürek çektiğimi, erkeklere karşı olan duygularımla mücadelede
yenildiğimi hissediyordum. Bir türlü olmuyordu, kurtulamıyordum. Böyle birkaç
yıl daha geçtikten sonra 25 yaş civarında, eşcinsellikle ilgili olumlu
görüşlerini medyadan bildiğim Psikolog Arşaluys Kayır’a gittim. Ona cinsel
yönelimimden bahsettim. Yönelimimi biliyordum ama birilerinin bunu onaylamasına
ihtiyaç duyuyordum. Bir de bu şekilde nasıl yaşayacağımı da bilmiyordum. Bana
“Tamam, olabilir. Peki bunu kimseyle paylaşacak mısın?” diye sordu. Ben de
“Asla, bu sır benimle mezara gidecek” dedim. “Peki sevişeceğin kişilerle
örneğin, bunu paylaşmayacak mısın?” dediğinde, bunu hiç düşünmemiş olduğumu
fark ettim. Doğru ya, bir erkekle birlikte olursam otomatik olarak o da
bilecekti. Sonra birkaç seans boyunca konuştuk. Ayrıntılar aklımda kalmadı ama
ben rahatlamaya başlamıştım. En azından kendime az da olsa izin vermeye
başlamıştım bu duygularım için.
Sonra askerliğimi
bitirip çalıştığım büyük, kurumsal şirkete geri döndüğümde, ilk kez internet
erişimim oldu. İnternet henüz çok yeniydi, daha evlere girmemişti. Hatta
internet kafeler bile yoktu. Dolayısıyla hazine gibiydi. Bugüne göre çok
ilkeldi, arama motorları çok gelişmiş değildi. Ben direkt “gay” falan yazmış
olmalıyım. Önce cinsel açlığımı giderdim internette, ardından bilgi açlığım ön
plana çıktı. İnternet çoğunlukla İngilizceydi. Başka dillerde kaynak çok azdı.
Neyse ki İngilizce biliyordum. Eşcinsellikle ilgili kaynakları yutarcasına
okudum. ABD’de olan bitene hâkimdim artık. Ellen DeGeneres’in açılmasıyla
ortalık yıkılıyordu. 1997’nin Nisan ayıydı. Benim için her şey çok yeni ve
heyecan vericiydi. Farkında olmadan kafamın gerisinde bir yerlerde “Eşcinseller
vardır” fikri oluşmaya başlamıştı. Sadece soyut bir küfür, ya da Beyoğlu’nun
arka sokaklarında “sefil” hayatlar süren bir güruh değildi üstelik. Çeşit çeşit
sosyal ve politik gruplar vardı ABD’de. İnsanların %10’unun eşcinsel olduğu
gibi bir tahmin de vardı internette okuduklarım arasında. (Bugün bana çok
anlamlı gelmeyen bir tahmin bu, çünkü kendilerini öyle adlandırmasalar da bu
duygulara sahip bundan çok daha büyük bir insan topluluğu olduğunu düşünüyorum).
Evet, eşcinseller her yerdeydi. Peki İstanbul gibi büyük bir şehirde de
olmalıydı o zaman birileri. Neredeydiler? Açıldığım arkadaşlarımdan biri
Lambdaistanbul’u duymuştu Express dergisi aracılığıyla. Ama bir türlü
ulaşamamıştım çünkü Lambda artık Express’te GL (gey-lezbiyen) sayfası
yapmıyordu. En sonunda internette Lambdaistanbul’un sayfasını ve hatta
dergisinin çevrimiçi hâlini bulduğumda dünyalar benim olmuştu. Sonra korka
çekine Lambda’ya gittim ve açılma sürecim, durdurulamaz bir biçimde başlamış
oldu.
Bundan 3-4 yıl
sonra, 2001 yılında hayatımda değişimlerin olduğu bir dönemden geçerken
terapiye ihtiyaç duydum. Bu kez terapinin konusu LGBTİ+ olmak değildi ama bu
konuya önyargısız yaklaşan bir terapist bulmam gerektiğini biliyordum. Aksi
halde terapist, sorunumun kendisini bir yana bırakıp, aslında benim için sorun
oluşturmayan, ama belki kendisi için oluşturan eşcinsellik konusunu ele
alacaktı. Bu da benim açımdan gayet gereksizdi, zaman kaybıydı. O yüzden, yine
hem medyadan hem de Lambda aracılığıyla tanıdığım Psikiyatrist Şahika Yüksel’e
gittim. Gerçekten de kendisi benim eşcinsel olduğumu bildiği halde bunun
altında bir sorun aramıyordu. Birkaç seans (belki 4-5, bilemiyorum) devam
ettim.
Şimdi biraz ileri
sarıyoruz. Bir sonraki terapi sürecim, Psikolog Rana Şen’le olmuştu. Yeni bir
terapist denemeye çok da istekli değildim ama tavsiye üzerine ona bir şans
vermeye karar verdim. İlk birkaç seans cinsel yönelimimi bilerek gizledim.
Bundan etkilenip en başından terapinin yanlış bir yere gitmesini istemedim.
Önce beni biraz tanımasını istedim. Sonrasında ona açıldım ve bir önyargıyla
karşılaşmadım. Aslında sanırım bu konuda çok çok bilgili de değildi ama
önyargılı da değildi. Anlamaya çalışıyordu ve sanırım benden bu konuda bir
şeyler öğrendi. Bence bu da gayet iyi oldu.
(Şimdilik) son
terapistim ise Tuba Akyüz oldu. Yine tavsiye üzerine gitmiştim. Homofobik
olmayacağını baştan biliyordum. Üç dört yıl kadar birlikte çalıştık. Benim için
gerçekten iyi bir deneyimdi. Cinsel yönelimim ya da cinselliğim konusunda bana
kesinlikle yargılamadan yaklaştı. Beni şu ya da bu şekilde yönlendirmeye
çalışmadı. Bu da benim asıl sorunlarıma odaklanmamızı kolaylaştırdı, kendimi
rahat hissettirdi.
Psikoterapi yapan
kişilerin cinsel yönelimler ve cinsiyet kimlikleri konusunda belli başlı
bilgilere ve tutumlara sahip olması bence çok önemli. Kimliğiyle büyük ölçüde
barışmış bir danışanın gerçek sorunlarına odaklanabilmesi açısından önemli. Ama
asıl, kendine yeni yeni açılan, kimliğiyle barışma sürecindeki kişiler, bilhassa
da küçük yaşlardakiler için çok ama çok önemli. Cinsel Eğitim Tedavi ve
Araştırma Derneği’nin (CETAD) “Eşcinsellik” başlıklı 10. Bilgilendirme
Dosyası’nda yer alan bilgiler, uluslararası araştırmalara göre gey,
lezbiyen ve biseksüellerin (GLB) yaşamları boyunca intihar düşüncesi ve intihar
girişimi sıklığının, özellikle ergenlik döneminde heteroseksüellerden daha
fazla olduğunu söylüyor[1]. LGBTİ+ kimliklerden en az
birine sahip, özellikle genç yaştaki bir danışan terapiye başvurduğunda,
terapistin yaklaşımı, danışanın yaşamını ciddi şekilde etkileme potansiyeline
sahip bence. Örneğin, 15 yaşında gittiğim terapist bana hemcinse duyulan cinsel
duyguların gayet olağan olduğunu, yanlış olmadığını anlatsa, kendim gibi yaşama
doğrultusunda destekleyici bir tavır takınsaydı, çok daha erken yaşta kimliğimi
benimseyecek, hayatıma mutlaka daha mutlu ve sağlıklı biçimde devam edecektim.
Bu yüzden tüm psikoterapistlere çağrım, cinselliğe daha geniş çerçeveden
bakmaya çalışın, kendinizi geliştirin, eğitimler alın ve LGBTİ+ danışanlarınızı
kendileri gibi olmaları yolunda destekleyin. Eğer bu konuda kendinizi yetkin
hissetmiyorsanız lütfen danışanınızı bu konuda bilgili bir başka meslektaşınıza
yönlendirin.