Görüş XVIII • Salgın Zamanlarına Psikoloji İçinden ve Ötesinden Bakmak: Farklı İsimler, Farklı Perspektifler •
Görüş XVIII • Salgın Zamanlarına
Psikoloji İçinden ve Ötesinden Bakmak:
Farklı İsimler, Farklı Perspektifler •
Psikoloji İçinden ve Ötesinden Bakmak:
Farklı İsimler, Farklı Perspektifler •
Sezai Halifeoğlu
“Bugünkü koşulların zorlayacağı, değişim
vadeden bir şey varsa o da başka bir şeydir. Bu süreç insana büyük Öteki’ne
atfettiği tümgüçlü ve bildiği varsayılan öznenin mevcut
olmayabileceğini göstermiştir. (…) Kanımca insanlığın hafızasına her
zamankinden daha güçlü bir biçimde, bildiği varsayılan öznenin ve her
şeye kadir tümgüçlü öznenin şahıs, ülke, kurum, bilim veya başka bir
şekilde var olmayabileceği şüphesi yerleşmiştir.”
Soru
1: Salgın sürecinin bireyler ve toplumlar üzerindeki mevcut ve olası etkilerini
kendi perspektifinizden nasıl yorumlarsınız? Bu sürece ilişkin eleştirel bir
yorumlama sizce neleri gözden kaçırmamalıdır?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki bir
kriz döneminden geçilirken ve henüz sonlanmamışken, kendi de bundan etkilenen
birinin süreci analiz edebilmesi son
derece zordur. Bu zorluğa rağmen, farklı disiplinlerden birçok insan ve düşünen
her bir insan, krizin farklı boyutları üzerine saptamada ve yorumda
bulunmaktadır çünkü bu bir ihtiyaçtır. Ancak aniden ortaya çıktıklarından ve
önemli ölçüde belirsizlik içerdiklerinden, genellikle tatmin edici bir
değerlendirme veya analiz ancak krizlerin sonrasında mümkün olur. Bu nedenle,
derginin yayıncılarının yanıtlanması için sormuş oldukları sorulara en azından
benim vereceğim yanıtların yetersiz kalacağını baştan kabul ediyorum.
Salgın sürecinin her bireyi aynı şekilde
etkilemediğini kabul etmeliyiz. Özellikle salgının başlangıcında ölüm riski ile
daha fazla yüzleşenler, ortaya çıkmakta olan verilerin işaret ettiği gibi yaşı
ileri ve belli hastalıkları önceden var olan ciddi risk grubundaki kişilerdi.
Salgın tırmandığında, yakınlarında veya tanıdıkları arasında hastalık nedeniyle
hayatını kaybeden veya hastaneye yatanlar olduğunda, ciddi risk grubunda
bulunmayan insanlarda da benzer korkular ortaya çıktı. Geri kalanlar için ise yaşamını
yitirmenin, ölüm korkusunun ötesinde başka yitimler ve korkular daha ön
plandaydı: ekonomik kayıp, iş kaybı gibi. Bununla birlikte yediden yetmişe
herkesi ilgilendiren ortak bir kayıp söz konusu oldu: rutinin kaybı. Bu
kaybın şüphesiz bazı ruhsal sonuçları oldu ve bunların içinde bence en ilginç
olanı, alışılan yaşam biçimlerinin-rutinin desteklediği varoluş algımızda
küçük de olsa bir deprem meydana gelmiş olmasıydı. Algıladığımız varoluş
biçimimiz neydi ve bu algımız nasıl
sarsıldı? Bu soruya popüler olmuş birkaç film yardımı ile yanıt vermek
istiyorum.
İnsan, hakikat içinde var olan ve kendi
hakikatini de bilebilen bir varlık olmaktan öte, simgeselde-dilde var olan ve
imgeselde-düşlemde yaşayan bir varlıktır. Yani insan sandığı kadar bilinçli ve
farkında olduğu bir hayat yaşamaz; üstelik nesneden daha çok kendine dair bir
yanılsama içindedir. “Avatar”,
“Matrix”, “The Truman Show” gibi fimlerin varlığı; senaristlerinin insana dair
bu gerçekten esinlendiklerini, etkilenerek
izleyenlerin ise bu gerçeği sezinlediklerini ortaya koyar. İnsan kendine ait
hakikati bilmez. Ne bilinçdışı arzularının, düşlemlerinin hayatını ne ölçüde
yönlendirdiğini bilebilir; ne arzularının kaynağı itibarıyla Öteki’nin arzusu
olduğunu; ne de varoluşunun yalnızca gösteren zincirinde eklemlenmiş olmaktan
ibaret olduğunu bilir. İnsan özne simgesel bir kurgudur ve ötekinde yansıyan
bir imgedir; yalnızca bedeniyle ve dile gelmez (simgeselleşmeyen) özüyle
gerçeğin içindedir.
“Avatar” ve “Matrix” filmlerinde bedenler
uykuda ya da hareketsiz, yaşam imgeselde sürer. Bu bilim kurgu filmlerinin
senaristleri yazdıklarıyla fantastik bir kurgu ortaya koymaktan çok, tam da insanın gerçeğine dokunduklarının
farkındalar mıydı acaba! Aslında
her birimizin düşlemimizin bir Avatar’ı olarak var olduğunu ve kurgusal bir
Matrix içinde yer aldığımızı; bedenin duyumlarının ve somut varlığının,
düşlemsel ve kurgusal olanı ancak gölgelemeye hizmet ettiğini biliyorlar mıydı?
Filmlerde hareketsiz bir şekilde uykuda
olan bir beden ve zihin, iş başındaki avatarını var eder. Varoluşumuzu bu
filmler ile benzerlik içinde ele alacaksak şu farkı da belirtmemiz gerekir:
Bedenlerimiz filmdeki gibi uyumaz avatarımızla gezer; avatarımıza yalnızca gerçeğimiz
eşlik etmez. İnsan doğduğu anda
uykuya yatırılan bir öze (gerçek) sahiptir ve konuşmaya başlayıp simgesel
düzene iyice yerleştikten sonra onunla bir daha neredeyse hiçbir zaman
karşılaşmayız. Artık dilde ve dilin oluşturduğu simgesel düzen içinde avatarımız
vardır. Avatar olarak yaşarız ve bedenimiz öldüğünde bile o düzen içinde
avatarımızın bir izi kalır.
Özellikle evlerinde karantinada kalanlar
için şöyle bir durumun kendini hissettirdiği söylenebilir: Önceden dünyanın
rutin gidişatında avatarlarımız her daim iş başındaydı ve dünyanın da
kendimizin de gerçekliği olarak algıladığımız, onun başından geçen maceralardan
ibaretti. Ancak, filmdeki avatar yaratan makinenin bozulması gibi, bizim de
avatarlar yaratan dünya düzenimize virüs girdi. Kendimizi ne tam olarak
avatarımız sayesinde yaşıyor olarak hissedebiliyoruz, ne de hayatımızın başında
uykuya yatırılmış hiçbir zaman karşılaşmadığımız
gerçeğimize
dönebiliriz. Bazılarımız daha fazla olmak üzere, bozulmuş makinanın içinde
kalmış gibi, evin içinde de avatarsız ve sanki bildik tek yaşam biçiminden
mahrum kalmış gibiyiz. Hemen daha önceden işlevsel olana benzer yeni avatarlar
üretmeye girişerek bildiğimiz tek yaşam biçimine uyumlanmaya çalışır hâldeyiz.
“The Truman Show” filmi ise öznenin
kendisinin gerçekliği ile onun dışındaki dünyanın gerçekliğinin farklı
olduğunu; öznenin kurgusal, onun dışındaki herkesin ise hakiki gerçeklik içinde
olduğunu sahneler. Burada
da çarpıcı olan, öznenin içinde yaşadığı gerçekliğin kurgusal olduğunu bilmemesidir.
Filmde yalnızca bir insan bu bilmeme durumunu temsil eder, geri kalan herkesin
gerçekliği bildiği farz edilmektedir.
Filmin kahramanı Truman’ın önce birtakım
işaretlerden sezinlediği, sonrasında etrafını çevreleyen ufkun duvarının (sahne
dekorunun) delinmesi ile keşfettiği, yaşamının
bir film kurgusu ve kendisinin kurgusal bir özne olduğu olmasa da o ana kadar
gerçek olarak algıladığı dünyanın bir kurgu olduğudur. Normalde yaşamlarında
bazı özneler kendi varlığının bir kurgu olduğundan şüphelenebilir ancak
dünyanın bir kurgu olduğundan o denli şüphelenmez. Bu nedenle dünyaya atfedilen
gerçeklik özneleri oryante eder. Yani dünya ile ilgili yanılgısı özneyi kendi
yanılgısı içinde kurar. Filmde Truman kurgu perdesini yırtar, dünyanın
gerçekliği sarsılır ve kendini dezoryante bir hâlde bulur. Ancak filmlerde
sorunlar büyüsel bir biçimde ve hızlıca hâlledilebilirler. Truman da o ana dek
içinde yaşadığı televizyondan yayınlanan küçük kurgusal dünyasından, gerçek
olarak sunulan ama yine kurgusal olan daha büyüğüne geçmeyi tercih ederek şoku
atlatmış görünür.
Bugün bütün dünyayı etkileyen,
dezoryantasyonla sonuçlanan durum, filmdeki gibi öznel bir keşif hareketiyle
değil, içinde yaşadığımızı algıladığımız dünya ismini verdiğimiz sete virüs
bulaşması ile oldu. Set boşaltılınca içimizdeki bazı Trumanlar (bu arada her
birimizin bir Truman olduğunu unutmadan) daha fazla şok oldu. Nasıl avatarlar
eve uzun süreli dönüp, yeni maceralar ile uykuda olan özümüze masal okumaya
devam edemeyince tek varoluş biçimi olarak inandırıcılıklarını yitirdilerse,
Truman da setten çıkarak bildiği tek gerçekliği yitirdi. Filmdekinin tersi
yönde bir mekân değiştirmeyle, karantina nedeniyle kurgusal büyük dünyamızdan
evlerimize geçiş yaparak; televizyondan, internetten, oyun konsolundan,
bilgisayardan oluşan yine kurgusal küçük bir dünya yaratmaya çalıştık.
Salgın sürecinin birey ve toplumlar
üzerinde gelecekteki olası etkisini, bugünkü etkisini ele alırken başvurduğum
nokta olan varoluş yanılsamasının sarsılması durumundan daha farklı bir
kavram üzerinden ele almalıyız. Çünkü hayatlarımız eski rutinine geri
döndüğünde, insan özne de binlerce yıllık evriminin sonucu olarak ortaya çıkmış
olan yanılsamalı varoluş algısına hızla geri dönecektir. Yani ruhsal
niteliğiyle varlık düzeyinde insan değişmeyecektir; muhtemelen Truman hiçbir
şey olmamış gibi eski hayatına, avatarlarımız önceki maceralarına geri
dönecektir. Bugünkü koşulların zorlayacağı, değişim vadeden bir şey varsa o da
başka bir şeydir. Bu süreç insana büyük Öteki’ne atfettiği tümgüçlü ve bildiği
varsayılan öznenin mevcut olmayabileceğini göstermiştir. Hiç kimse
insanların ve insanlığın başına ne geldiğini, salgının ne hasar vereceğini, ne
zaman ve nasıl biteceğini, sonrasında hayatlarımıza dair bir şeylerin değişip
değişmeyeceğini tam
olarak söyleyememektedir.
Şimdiye kadar güvenilen ve her şeyi
çözebileceğine inanılan genelde bilim, özelde tıp bilimi şu an için virüsten
sakının demekten öte bir şey diyememekte, etkin bir tedaviyi ve önleyici
müdahaleleri geliştirebilmek için
zaman talep etmektedir. Daha önce her şeyi yapmaya kadir görünen dünyanın en
güçlü ülkeleri ve liderleri salgın karşısında nasıl bir yol izleyecekleri
konusunda kararsız hatta başarısız kalabilmektedir (dünyanın en güçlü ülkesi
olarak bilinen ülkenin lideri son olarak virüsleri öldüren cilt
dezenfektanlarını enjeksiyon şeklinde vermeyi önerdi). Kısa vadede hayatta
kalıp kalmayacağını, ekonomik durumunun ve yaşam biçiminin değişip
değişmeyeceğini özneye söyleyebilecek tümgüçlü ve bilen bir büyük Öteki
aranmakta ve beklenmekte ama bulunamamaktadır.
Kanımca insanlığın hafızasına her
zamankinden daha güçlü bir biçimde, bildiği varsayılan öznenin ve her
şeye kadir tümgüçlü öznenin şahıs, ülke, kurum, bilim veya başka bir
şekilde var olmayabileceği şüphesi yerleşmiştir. Öyle bir öznenin var olduğunun
farz edilmesi, dünyadaki birçok sürecin işleyişinde anahtar bir role sahipti.
Siyaset ve liderler, bilimler ve tezleri hatta psikanaliz ve analistler bu
konuma yerleşirlerdi. Hemen olmasa da, bu sürecin ardından deneyimin
hafızalarda oluşturduğu şüphe zaman içinde ve yavaş bir biçimde bazı
dönüşümlere yol açabilir. Tabii ki bu bir spekülatif yorum, ne ölçüde geçerli
olacağını yaşayarak göreceğiz.
Bu sürece yönelik eleştirel bir
yorumlamada bulunacak olursam, aklıma ilk gelen bu zor zamanlarda bile siyasetçilerin siyaset yapmaya devam
etmiş olmalarıdır. İnsanların varoluşsal koordinatlarının sarsılmasına yol açan
yaşam rutinlerinin bozulmasına en doğal ve etkili karşı koyma yollarının, eski
rutinlerini mümkün olduğunca en kısa sürede yeniden tesis etmek olduğunu kabul
etmeliyiz. Aslına bakarsanız onlar da çatışmadan ibaret rutinlerini, iş birliği
ve uzlaşı ortamı gerektiren mevcut koşullarda bile sürdürdüler. Siyasetçiler
tümgüçlü ve bildiği varsayılan özne yerine talip olduklarından, insan ister
istemez bu büyük Öteki’den daha farklısını beklemekten kendini alıkoyamıyor.
* * *
Soru
2: Psikolojiyle ilgili alanlarda olan bizler, bu sürecin içinden geçerken,
bireylerin ve toplumların esenliğine katkı sağlamak için neler yapabiliriz? Bu
süreç ve yapacaklarımız bu mesleki bilgi ve faaliyetlerimizi nasıl etkiler?
Psikoloji ile ilgili alanlardan olanlar
da kendilerinden yardım isteyenlere bu hizmeti vermeye devam ederek mümkün
olduğunca rutinlerini sürdürüyorlar. Sürdürülemeyen rutinimiz ise onları
ofislerimizde artık kabul edemeyişimiz. Bunun yerine telefonla veya online
buluşmaları koyduk. Çerçevemizle ilgili rutinimizde oluşan gediği, içerikteki
rutini koruyarak dengeleyebiliriz. Psikanalistler çalıştıkları öznelerin
bilinçdışlarına kulak vermeye ve insana ait her zamanki çatışmaları duymaya
çalışacaklardır. Belki aynı zamanda, yanıtladığım ilk soruda belirttiğim,
öznelerin varoluşsal algılarında meydana gelen sarsıntıları da ele almaya hazır
olacaklardır.
Benim psikanalize dair söylediklerim
diğer psikoloji ekollerinin her biri için geçerli olabilir. Her ekolden uzman,
kendisinden yardım isteyen öznelerle daha önce yaptığına benzer bir çalışmayı
sürdürme gayreti içinde olacaktır. Yani kriz anında duruma özel bir uzmanlık ve
yaklaşım biçimi geliştirilmesi, bence hem gerekli değil hem de mümkün değil.
Özellikle salgından önce çalışmaya başladığımız öznelerle çalışma rutinlerimizi
koruyarak (uzaktan çalışma dışında), bu günleri birlikte geçireceğiz ve
salgının ardından da ofislerimizde devam ediyor olacağız. Salgın sırasında yeni
danışan kabul etmek durumunda olanların çalışmalarının içeriğinde farklıklar
söz konusu olabilir. Bu konuda kendi deneyimim olmadığı için bir şey
söyleyemeyeceğim. Ama gerek eski danışanlarıyla çalışmalarını bu süreçte de
sürdüren, gerekse bu süreç sırasında yeni danışan alan meslektaşlarımız, insana
ve onun krizlerine dair önceden bildiklerine ilaveten yeni şeyler öğrenmiş
olarak bu dönemi geride bırakacaktır. Sağlıklı ve daha tatminkâr analizlerimiz
ancak bu dönemin ardından başlayacaktır.