Bir Film Üzerine Yazmaya Dair Notlar... Psikologlara Sık Sorulan Zor Soruları Yanıtlamanın Bir Yolu Olarak Film Anlatısı


Banu Bülbül

Birbirinden zorlu ve karmaşık ülke ve dünya gündemlerine dair uzman yorumu yapmamız isteniyor kimi zaman. Üstelik gökyüzünden geçen bulutlar gibi hızla değişen gündemleri yakalayabilmek için “acil” tarafından yorumlamak gerekiyor gazetecilerin sorularını... Olmakta olanı psikolojik açıdan değerlendirmek kolay olmadığı gibi, zaman zaman da ünlü bir kişinin ruhsal durumuna, kişilik özelliklerine dair sorular yöneltilebiliyor. Bir sohbet sırasında herkes gibi biz de bu konularda konuşup düşüncelerimizi ifade ediyoruz kuşkusuz, ama kayıtlı biçimde ve “uzman” görüşü olarak konuşulması olanaksız konular var, konuşulması zor konular var. 
O politikacının neden üslubunun sertleşmiş olabileceği, şu kişinin şu durumdaki beden dilinin ne söylediği, bir katilin neden cinayet işlediği, bir istismarcının pedofil olup olmadığı gibi soruların psikologlarca yanıtlanması ne kadar da zordur. Bu konularda kamuya açık biçimde psikolog kimliğiyle tahliller, tahminler ve yorumlar yapmak hem yapana hem işitene çoğu zaman zarar getirir. Peki bir insan hakkında belli kanılara varmanın pek çok görüşme yapmayı, bilgi-bulgu toplamayı gerektirdiğini bilen ve bir kişi hakkında konuşabilecek denli bilgimiz olduğunda da doğru olmayabileceği için konuşulmaması gerektiğini düşünen bizler, işimizi yaparken biriktirdiklerimizi hangi zeminde nasıl ifade edeceğiz? O zemin bize bir kesişme alanında; siyasetle, sanatla, tarihle, coğrafyayla, antropolojiyle psikolojinin buluştuğu yerde sunuluyor.
Bir Film Hakkında Yazsak... 
Sanatçılar, insan ruhsallığını anlamak üzere uzmanlaşanların ifade ettiklerini son derece çarpıcı ve güçlü bir biçimde görünür kılıyorlar. “Bu şair benim hissettiklerimi nereden biliyor?” diyecek denli bulmuşuzdur bazen şiir dizelerinde duygularımızı... “Bu adam bana Baba Karamazov’u anımsatıyor”, “Anna Karenina’nın durumundaki gibi”, “Odysseus’un yolculuğundaki unutma otu durağındaki gibi her şey, gitmem gerektiğini biliyorum ama gitmeyi, gitmeye çalışmayı bile sürekli unutuyorum”... “Bu gece gökyüzü Van Gogh’un yıldızlı gecesindeki gibi”... Ve yine Nazım’ın dizeleri uygun düşer bu siyasal duruma “akrep gibisin be kardeşim”... Örnekleri daha da çoğaltabiliriz kuşkusuz. Kimi sanat eserleri dünya ölçeğinde buluşturur bizi... Temalarımız insan olmaya, canlı olmaya dairdir zira... Mağara duvarlarındaki resimler de tanıdıktır bize, bizden genç bir sanatçının performans gösterisi de... O eser, evrensel olanı, insan ruhsallığının derininden bir yerinden kavrasın yeter ki...  
1895’te ilk filmin gösterilmesinden bu yana, birçok vakayı ve olguyu sinema perdesinden ruhsallığımıza yansıdığı haliyle ele almak, insanı anlama derdine sahip olanlar için sürekli artan bir cazibe kaynağıdır. Filmlerin yalnızca sinemada izlenebildiği zamanlarda kollektif bir biçimde film izlemek, çıkınca (hatta bazen film esnasında) etraftakilerle konuşmak, bazen benzer duygularla susmak, bazen hararetle tartışmak... Filmlerin evlerde ekrandan izlenebildiği dönemlerde de arkadaşlara önermek sonra konuşmak... Hatta belki kendi bakış açınızla film hakkında yazmak... Kimi zaman sosyal medyadan kimi zaman dergilerden, gazetelerden bazen kitaplardan paylaşmak oldukça yaygınlaştı. Film hakkında yazmak, sizden önce film hakkında söz söylemiş olan başkalarıyla tartışmak filmin bizde uyandırdığı düşünceleri, duyguları toparlamamızı ve onları daha iyi anlamamızı sağlar. Sinema, insanların kendisini yeniden yeniden gördüğü, görmeyi sürdürmek istediği bir perde olarak insana dair olgular hakkında düşünmenin en verimli kanallarından birini sunar.  
Sinema Filmleri Hakkında Konuşmak Psikoloji İçin Neden Caziptir?
Sosyal psikoloji alanında üzerinde çalışılan kuramlara örnek göstermek açısından; klinik psikoloji alanında, sağaltımı için çabaladığı insan sorunlarına dair verilebilecek örneklerin görünür hale geldiği bir eser üzerinden kendini ifade etmek bakımından; diğer psikoloji alanlarında yapılan araştırmalara dair örnekler sunmak için zengin bir değerlendirme ve anlatı olanağı sunmak yönünden kıymetlidir. 
Adeta bir insanı anlamaya çalışır gibi bir film karakterini anlamaya çalışmak, onun rüyalarını ve düşlemlerini analiz etmeye çabalamak, bir kurgu karakterin bizim zihnimizden önce yönetmenin zihninden, oyuncunun bedeninden bize yansıması üzerine fikir yürütmek terapi odalarında, insan ruhsallığına dair biriktirilen düşüncelerin ifadesine olanak sağlar. Bir sinema filminin izleyicisi üzerindeki etkileri, çağrışım olanakları üzerine de düşünülebilir. Bazen terapi odalarına girer filmler, danışanlar kendi duygularını bir film sahnesinden bahsederek anlatırlar. Bir filmi izlerken partnerinin yaptığı yorum üzerinden ilişkiye dair gelişen endişelerini paylaşırlar, kimi zaman film hakkında konuşmak kendisi hakkında konuşmaktan daha kolaydır insanlar için bu yüzden oradan anlatılır anlatılmak istenen...
Bir insan bir anısını anlattığında bir derdini paylaştığında adeta bir film canlanır zihnimizde, türüne anlatıcı karar verir; aynı olay komedi, gerilim ya da dram olarak anlatılabilir. Hangi karakterin başrole alınacağı, hangi karaktere yan rol verileceği anlatıcının, yorumlayanın bileceği iştir. 
Bir film izlemek kendimizi, etrafımızda olanları anlama-kavrama olanağı sunabildiği gibi onarma imkânı da sunar. Sizin çözümsüz bıraktığınız bir sorunun ekranda, sahnede çözüldüğünü görmenin yaratacağı duygular gibi, söze dökemediğiniz bir vedaya benzer vedalaşma sahnesini izlemek, seyirci açısından onarım olanağı sağlayabilir ya da onarım olanağı üzerine düşünmesine imkân sağlayabilir. 
Tam burada bakmak ve görmek arasındaki farktan da söz edilebilir. Bir filmi birçok insan izleyebilir ancak görmek için seçtikleri farklı sahneler olabilir; görmek, ruhsallığının içine almak, içeride işlemektir. Bir film hakkında konuşmak ve yazmak, ona baktığında gördüklerini işlediğin hâlini ifade etmektir. 
Bazı filmlerin anıları vardır. Kiminle nerede izlediysek içerdiği anlamla birlikte o anıları da getirir bize... Bazı filmlerin de ritüelleri vardır. Ne zaman canımız sıkılsa izleriz. Her beş yılda bir dönüp baktıklarımız vardır, aşk acısına iyi gelenler, çok bunaldığımızda güldürenler ve diğerleri... 
Bir film hakkında yazmaya karar verdiğimizde filmin bizim için ifade ettiği anıları da ifade etmek önemli olacaktır. Neden o film? sorusunun yanıtı önemlidir ve şahsi olanı da bilmek görmek mühimdir. Bir baktık ki filmi izlediğimizden beri içimizde mayalanan sözcükler var, ürüyor da ürüyor, o zaman en iyisi yazmaktır. Yoksa bir izleme faaliyetinin yazma işine dönüşmesinin anlamı ne olabilir ki... 
Diğer bir konu da, tıpkı terapi odasındaki yorumun mümkün olduğunca özlü, kısa ve net biçimde yapılması ve alanın terapiste değil danışana bırakılması gerektiği gibi, bir film hakkında yazarken de “film nerede ben neredeyim ve aramızdaki ilişki alanında neler oluyor?” sorusunun sağlam biçimde yanıtlanması gerekir. Anlamından yitirmesini göze alarak ve kabalaştırarak ifade edersek, dış gerçeklikle iç gerçekliğin birbiriyle temas ettiği alan öyle net bir sınırdan değil geçişsel bir alandan oluşur, der Winnicott ve oyun da bu alanda gerçekleşir. Bu filmle yönetmenin yaptığı oyun kurma davetine katılmak mı istiyorsunuz? O zaman bu film sizin için üzerinde durmaya değer bir çağrışım alanı açıyor demektir. 
Filmi Geniş Biçimde Özetlemekten Kaçınmak
“Anlam” film yazmak konusunun en önemli belirleyeni kuşkusuz. Filmin değil film hakkında yazmanın anlamından söz ediyorum. Filmin anlamına katılan yorum nedir? Bu film hakkında konuşmanın ya da yazmanın anlamı nedir? “Sizi de izlemeye davet ediyorum ya da izlemenizi önermekten bağımsız yahut onunla birlikte sizlerle bu duygularla bu argümanlarla tartışmak istiyorum” cümlesinin altını muhakkak doldurmayı gerektiriyor. Eğer “bu filmi şimdi benim yazmamın anlamı ne?” sorusunun duygularınızı ve deneyimlerinizi de kapsayan içi dolu bir yanıtı yoksa yazmanın gereği de tartışılır olur.    
Mana bu olunca bir filmi genişçe özetlemek zaten anlamsız kaçar. Filmi izlemeyi öneriyorsanız, yazınızda konusuna dair detayların verildiği bir yazı yazmak izlemenin keyfini kaçıracaktır. İzleyenlerle ortak bir tartışma yürütüyorsanız, o vakit de o zaten izlediğinden sizin özetinizden sıkılacaktır. Bu durumda film öneren yazıların konuya dair detayları vermeden filmi neden önerdiğini yazması, hali hazırda izleyenleri bir tartışmaya davet eden ya da izleyenlere kendi gördüklerini göstermek isteyen birininse özetten kaçınması, film hakkında kısa anımsatmalarla yetinmesi, yer yer göndermeler ve değinmeler için filmden sahnelere dönmesi yeterli olacaktır. 
İzlenen bir filmi bir kuram hakkında bilgilendirme sürecinin parçası haline getirmek istersek, bunun bir film yazısı olarak değil bir makale olarak düşünülmesi, filmden yazı içerisinde daha kısa söz edilmesi iyi olabilir, aksi takdirde örnek anlatıdan daha yoğun olacağından mesele anlaşılmaz ve karmaşık bir hal alabilir. 
Sinema Tutkusuna Dair
Bir film hakkında yazmak, sinemayı sevmeden, ona tutulmadan mümkün değil... Bir anlatıcının hikayesini anlatmak, yazmak, yazarak üzerine düşünmek... Benim için bir film hakkında yazmak, o filmin bende yarattığı içsel yolculuğu anlatma ihtiyacından gelir. Bunun coşkuyla, tutku ve heyecanla ilgisi olduğu gibi filme ve ona emek veren herkese duyulan vefa duygusuyla da doğrudan ilgisi var. Yazımı sonlandırırken benim için çok önemli bir film olan Cinema Paradiso filmine dair daha önce yazmış olduğum bir yazıdan  alıntı yapmak derdimi daha iyi anlatmama yardımcı olacak:
“Sinema bir büyü, sinema bir rüya… Karanlık bir salondan bize seslenen, iç dünyamızla bağ kurmamıza yardım eden, çağrışımların kapısını açan bir rüya… Peki ondan yani sinemadan önce ne yapıyorduk? Sinema; hikaye, masal anlatıcılığının yerini aldı kuşkusuz. Elektriğin de yaygın kullanılmadığı zamanlarda ateşin etrafında toplanıp dans edilen, oyunlar oynanan, heyecanla anlatacak öyküsü olanların peşine düşülen zamanlar… Anlatanın elini, kolunu, sesinin tonunu kullanarak hikayesini anlattığı zamanlar… Şanslı olanların, tiyatro, gölge oyunu, kukla izleyebildiği vakitler… Sinemanın ilk zamanlarında anlatıcı da vardı aslında. Sessiz sinema döneminde salonda bir piyano müzik yaparken bir anlatıcı da filmi anlatıyordu. Sonra müzikler sonra konuşma eşlik etti sinemaya…
Tutku, yöneldiği alanı aydınlatıp daha güçlü, daha parlak görülmesini sağlarken, hayatın diğer alanlarındaki farkındalığın azalmasına yol açar. Yazmak istediğin bir yazıyı düşünürken geçtiğin yolların farkına bile varamayabilirsin ama o esnada üzerine düşündüğün konuya ilişkin pek çok detay belirip kaybolmaktadır diğer insanların göremediği sana ait bir zihinsel alanda.”*
*Psikesinema dergisinin Temmuz-Ağustos 2018 tarihli 18. sayısında yayınlanan “Tutku ‘var yok dinlemez bir çocuk isteğidir’: Cinema Paradiso” adlı yazıdan alınmıştır.