Kişiselleştirmeyin, Ortaklaştırın!*


Stephen Reicher & John Druiry

Çev: Baran Şengül

Koronavirüs ile başa çıkma şeklimiz toplum ve birey hakkında düşünme şeklimize bağlı. Bu bağlamda ele alındığında ortaya çıkan ise her açıdan birtakım yanlışlıklar yapma tehlikesi ile karşı karşıya olduğumuzdur. Bunun neticesinde virüsün yayılmasını önlemede yeterince etkili olamayacağız. Bir durumu tam olarak anlayamadığımız ilk sefer bu değil, fakat bu kez tehlikede olan insan hayatı.

Halka verilen tavsiyelerde yansıtılan sağduyulu varsayım, davranışı değiştirmenin yolunun bireysel çıkarlara hitap etmekten geçtiğidir. İnsanların dikkat etmesini sağlamak için iletilen mesajlar bu doğrultuda kişiselleştirilir: “hayatta kalabilmen için davranışını değiştir”. Peki bu mantıklı mı? Aslında hayır ve aksine bu yanlış bir şey. Neden mi, gelin bakalım.

Pratik düzeyde, en az risk altında olanlar (genç, zinde, sağlıklı) gerekli değişiklikleri yapmanın zahmete değer olmadığını hissedebilir ve bu nedenle en savunmasız olanların (yaşlı ve bakıma muhtaç) hastalığa yakalanma riskini artıran bir takım davranışları sergilemeye devam edebilir. Buna ek olarak, ahlâki düzeyde, kendimiz için tehlikeleri göz ardı etme hakkına sahibiz; kimisi için risk almak gurur kaynağı haline bile gelebilir çünkü aptalca olsa bile güvenlik tavsiyelerini göz ardı etmek kişiyi itibarsızlaştıran bir eylem değildir.

Bunun üzerine, konuyla ilgili mesajları -kendinize iyi bakın!- şeklinde çerçevelendirdiğimizde insanları kendileri için zahmetli olan ancak başkalarına fayda sağlayan davranışlarda bulunmaya (örneğin kendini karantinaya alma davranışı) teşvik etme konusunda zorluklarla karşılaşıyoruz. Kıt kaynakların (doktorların zamanı, ilaçlar, el jeli, vb.) dağıtılması söz konusu olduğunda da aynı şey geçerlidir. Her iki durumda da kişisel çıkar arayışı verimsizdir, krize karşı genel tepkiyi zayıflatır ve daha fazla kişinin ölümüne yol açar.

Acil durumlarla ilgili yaptığımız bir araştırma (Dury ve ark., 2019) insanların ‘ben’ yerine ‘biz’ diye düşünmeye başladıkları anda -daha teknik anlamda, ortak bir sosyal kimlik duygusu geliştirdiklerinde- iş birliği yapmaya başladıklarını, birbirlerini desteklediklerini ve en fazla ihtiyaç sahibi olanın en büyük yardıma ulaşmasını sağladıklarını gösteriyor. Bazen paylaşılan bu kimlik duygusu, ortak bir tehdit gerçeğiyle karşılaşıldığında ortaya çıkar. Önemli olan bir başka şey ise konuyla ilgili iletişimin nasıl gerçekleştirildiğidir. Bir tehdit bireysel terimlerden ziyade grup çerçevesinde sunulduğunda halkın tepkisi daha güçlü ve daha etkili olur (Carter ve ark., 2013).

Şimdi tekrardan koronavirüs tepkilerine bakalım. Konuyu kişiselleştirmek yerine ortaklaştırabileceğimiz bir çerçeveye yerleştirmeliyiz. Burada kilit mesele, ‘hayatta kalacak mıyım’dan daha çok ‘bunu nasıl atlatacağız’la ilgilidir. Vurgu, aramızdaki en savunmasız olanların korunmasını ve topluluk içinde verilecek kayıpların en aza indirilmesini sağlamak için nasıl hareket etmemiz gerektiğine dayanmalıdır. Kolektif bir bakışla birinin kaybı herkes için bir kayıptır. 

Bu şekilde çerçevelendiğinde, düzenli olarak el yıkama ve öksürük örtme gibi davranışlar kişilerin yalnızca kendisinde yarattığı etkiyle sınırlı kalmaz ve başkaları için de önemli bir hale gelir. Dahası, kendimiz için risk alma hakkımız olsa bile başkalarına (özellikle de savunmasız ve bize bağlı olanlara) risk yüklemekten kaçınmak gibi ahlâki bir yükümlülüğümüz var (sadece arabada bir çocuk olduğunda sürüşünüzün nasıl değişeceğini düşünün). Bu düşüncelerin ikisi de güçlü birer eylem güdüsüdür (Reicher ve Haslam, 2009).

Dahası, belirli eylemler kolektif normlara tabi toplumsal sorunlar haline geldiğinde, onları ihlal etmek kolektif baskıya neden olur. İnsanların rahatsız oldukları halde dışarı çıkmasını veya başkalarından daha az ihtiyaç duymalarına rağmen bir takım kaynakları talep etmesini engellemenin en iyi yolu sadece içsel motivasyonları değiştirmek değil, aynı zamanda dışarıdan gelen kabul görmeme mekanizmasını da harekete geçirmektir. Ateşi olduğu halde işe giden kişiyi ya da acil sağlık servislerine erişmeyi talep eden iyi durumdaki bir genci caydırmanın en iyi yolu, toplumun bir araya gelerek bunların kabul edilebilir davranışlar olmadığını netleştirmesiyle mümkündür.

Koronavirüse verilen tepkilerin kolektifleştirilmesi ve toplumun refahını en üst düzeye çıkaracak normların oluşturulması, toplumun kendisi dışındaki aktörlere duyulan ihtiyacı azaltacaktır. Örneğin, tıbbi yardım alma konusunda öncelikli olanın belirlenmesinden doğabilecek -polisin dahil olması gibi- muhtemel dışsal çatışmaları da engellemiş oluruz. Böylece, topluluğun kendisi gelişebilecek olağandışı süreçleri yine kendince sınırlamaya haiz olur. Her zaman olduğu gibi burada da en iyi düzenleme, kolektif kendini-düzenlemedir (Reicher ve arkadaşları, 2004).

Bu yaklaşımın zorluğu, elbette, davranışın kişisel çıkarlar etrafında şekillendiği konusunda ısrar eden çağdaş psikolojik sağduyu ile çelişmesinden gelir. Ayrıca, bu yaklaşım toplulukları ve kolektif yapıları durmaksızın zayıflatan, sosyal grupları bireysel tüketicilere dönüştürmeye çalışan ve her ilişkiyi piyasa temelli kişilerarası bir alışveriş olarak gören toplumsal değişimlerle de çelişmektedir. Bu anlamda, belki de koronavirüs güçlü bir uyandırma çağrısıdır.

Bunların ışığında;

Salgını çerçevelendirme şeklimizi değiştirmek zorundayız.

Bireye ve topluma olan bakışımızı değiştirmek zorundayız.

Ortaklaşmak zorundayız - ya da ölürüz.


Stephen Reicher, University of St. Andrews
John Drury, University of Sussex

Kaynaklar:

Carter, H.Drury, J.Rubin, G.Williams, R. and Amlôt, R. (2013), "The effect of communication during mass decontamination", Disaster Prevention and Management, Vol. 22 No. 2, 132-147. https://doi.org/10.1108/09653561311325280

Drury, J., Carter, H., Cocking, C., Ntontis, E., Tekin Guven, S., & Amlôt, R. (2019). Facilitating collective psychosocial resilience in the public in emergencies: Twelve recommendations based on the social identity approachFrontiers in Public Health, 7 (141) doi: 10.3389/fpubh.2019.00141

Drury, J., & Alfadhli, K. (2019). Social identity, emergencies and disasters. In R. Williams, S. Bailey, B. Kamaldeep, S. A. Haslam, C. Haslam, V. Kemp, & D. Maughan (Eds). Social scaffolding: Applying the lessons of contemporary social science to health, public mental health and healthcare. London: Royal College of Psychiatrists.

Drury, J., Cocking, C., & Reicher, S. (2009). The nature of collective resilience: Survivor reactions to the 2005 London bombings. International Journal of Mass Emergencies and Disasters27(1), 66-95.

Drury, J., Cocking, C., & Reicher, S. (2009). Everyone for themselves? A comparative study of crowd solidarity among emergency survivors. British Journal of Social Psychology48(3), 487-506.

Reicher, S. D., & Haslam, S. A. (2009). Beyond help: a social psychology of social solidarity and social cohesion. In M. Snyder, & S. Sturmer (Eds.), The Psychology of Prosocical Behaviour Oxford: Wiley-Blackwell. 

Vilas, X., & Sabucedo, J. M. (2012). Moral obligation: A forgotten dimension in the analysis of collective action. Revista de Psicología Social27(3), 369-375.

Reicher, S.Stott, C.Cronin, P. and Adang, O. (2004), "An integrated approach to crowd psychology and public order policing", Policing: An International Journal, Vol. 27 No. 4, pp. 558-572. https://doi.org/10.1108/13639510410566271

Stott, C., Adang, O., Livingstone, A., & Schreiber, M. (2008). Tackling football hooliganism: A quantitative study of public order, policing and crowd psychology. Psychology, Public Policy, and Law, 14(2), 115-141. doi:10.1037/a0013419