Görüş XIII • Salgın Zamanlarına Psikoloji İçinden ve Ötesinden Bakmak: Farklı İsimler, Farklı Perspektifler •

Görüş XIII • Salgın Zamanlarına
Psikoloji İçinden ve Ötesinden Bakmak:
Farklı İsimler, Farklı Perspektifler •
Özge Kanlı 
“Yalnız veya birkaç kişiyle birlikte yaşanan
evlerde fiziksel mesafelenmeyle birlikte her hâlükârda ailemizi, dostlarımızı, çevremizdekileri
yakından duyumsadığımız etkileşimlerden mahrum kaldık. Gönüllü kapatılmanın ilk haftalarında
dışarının ve başkalarının kokusunu alamamak, uzağa veya ufuğa bakamamak, günlük devinimlerinden
doğan alıştığımız sesleri duyamamak gibi duyulara ve duygulanımlara dair yoksunluklar gündeme
gelmişti. (…)”




Soru 1: Salgın sürecinin bireyler ve toplumlar üzerindeki mevcut ve olası etkilerini kendi perspektifinizden nasıl yorumlarsınız? Bu sürece ilişkin eleştirel bir yorumlama sizce neleri gözden kaçırmamalıdır?
Belirsiz bir dönem içerisinden böylesi kapsamlı ve bol tuzaklı sorulara cevap bulmaya, olup biteni kendi imkanlar dünyamda anlamlandırmaya çalışırken çağrışımlara başvurmanın yardımcı olabileceğini düşündüm. Yazı boyunca belirli patikalarda izler süreceğimi ve bulmaya çalıştığım cevapların salgın sonrasında gerek dijital platformlardan gerek canlı ve direk temaslardan bana ulaşan ifadelerin oluşturduğu bir manzaraya tekabül edeceğini varsayıyorum. Yani cevaplarım zihnimde beliren manzarada durup bakmak istediğim belli duraklar olarak düşünülebilir.
Salgın sürecinde zihinlerde beliren sorular genellikle edinilen bilgilerin şeffaflığı ve ekonomik, sosyal ve psikolojik açıdan sürecin ne zaman sonlanacağı etrafında dönüp duruyor sanki. Evin içi-evin dışı sınırının şu hâliyle hiç sorgulanmamış olması, şüphesiz politik-ekonomik izdüşümlerin de yerini kapmasıyla, bizleri hem ortak korku ve kaygıda birleştiriyor hem de kendi öznel deneyimlerimizden biricik dersler edinmeye sevk ediyor. Ben bu yazıda evde kalma durumuna eğilmek istedim.

Fransız psikanalist ve psikiyatrist Alberto Eiguer dokunma, işitme, görme gibi dış algılardan uzak kalmış bir bedenin içinin de çok karanlık ve endişe verici büyük güçlerin geçit yeri olduğundan bahseder (Eiguer, 2004, s.22). Yalnız veya birkaç kişiyle birlikte yaşanan evlerde fiziksel mesafelenmeyle birlikte her hâlükârda ailemizi, dostlarımızı, çevremizdekileri yakından duyumsadığımız etkileşimlerden mahrum kaldık. Gönüllü kapatılmanın ilk haftalarında dışarının ve başkalarının kokusunu alamamak, uzağa veya ufuğa bakamamak, günlük devinimlerinden doğan alıştığımız sesleri duyamamak gibi duyulara ve duygulanımlara dair yoksunluklar gündeme gelmişti. Yani evin içinin, alanın veya uzamın duygulanımdan bağımsız olmadığını yani nötral olmadığını daha önce eşine pek az rastlanır türden bir kitlesellikle keşfetmeye eğildik. G. Bachelard evin, hatırlanamayanla hatırlananın sentezini aydınlatan düşlemlerin solgun ışıklarından söz etmemizi sağladığından, hem ruh hem beden oluşundan, “evin karanlık varlığından” bahseder ve burada pencereler göz, kapılar ise ağızdır. (Bachelard, 2013, s. 35). Öyle ki, mekânın düşlemlemeye ve duygulanımsal durumların bilinçdışı temsillerine götüren bir araç olduğunu ifade etmiştir. “Evin içinde oturmak” sadece olağan bir evin içinde oturma hâlinden çıkmış, bizleri bastırılana taşıyan duygulanımsal bir taşıyıcıda kalabilmeye dönüşüvermiştir. Didier Anzieu deriyi kişinin ruhsallığını sarıp sarmalayan, kaplayan bir zarfa benzetir, bu hâliyle evler de içindekileri gerek duvarlarıyla, gerek çatısıyla damıyla bizleri dışarıya ve oradan gelecek tehlikelere karşı sarıp sarmalayan, koruyan mekânlardır. Bizler de şu gönüllü kapatılışımızda evin içiyle, odalarıyla, duvarlarıyla yahut birkaç mobilyasıyla anlaşıp durmaya çalışırken aslında kendi içimizdeki odalarla, anılarla veya bir sohbetin eksik kalmışlığıyla daha bir ilgilenir olduk ister istemez.

Evin poetikasının, ruhsallığının ve tarihinin bu çağrışım zincirinde bir araya gelmesiyle ben de evle ve dışarısıyla kurulan ilişkiyi imgelerle, duvarla, balkonla, halıların dokusuyla, masanın masalığıyla anlatan şiirleri taramak için kendime bir vesile bulmuş oldum. Anlamın arayışını veya arayışın anlamını bulmaya çabaladığı çağrışım dostu şiirlerdi bunlar. Bu sayede sivilleşip ikinci bir yeni kurabilen bu şiirlerin ruhsallığın kökensel duygulanımlarını evin içine, duvarlarına ve nesnelerine yerleştirip yansıtıp, özneye kendi meselesini hatırlatması sık sık karşılaşılan bir durum. Bu noktada Edip Cansever’in kendi ifadesine yer vermek isterim: “Şairin ele aldığı konular kendi durumunu değil, çevresini kaplayan yığınların iç dünyasını ışıtacak, onların yaşayışlarını yenileştirecek, başka başka görüşler katabilecek özellikler taşımalıdır. Kuvvetin, dayanıklılığın, hayata bağlılığın, günden güne uygarlığa gitmenin kökleri şiire de bağlıdır. Demek oluyor ki şiir yalnız lüks olmaktan çıkmış, gerçeği gösteren, insanı inceleyen bir güzellik olmanın yolunu tutmuştur.” (1954)

Duvara alıştırıyorum gözlerimi — siz nesiniz duvarlar?
Hiiiç! sadece duvarız biz
Öyleyse bir yarım saat, karım da bekleyebilir
Adamlar önce beyaz değil, sonra beyaz
Bir şapka gene bir şapkaya asılı
Bir palto gene bir paltoya
Bir adam kendiyle döğüşüyor bir adamda
Evet onu anlıyorum
— Yani kendimi —
XIII, Umutsuzlar Parkı, Yerçekimli Karanfil, s.72
Sinmek, kalakalmak dört duvar arası bir yerde
Bakınca duvarlara — üstelik böyle de bakmak kendimize
Biz ki dört kişiyiz evde; ben, çocuklar ve karım
Diyoruz — ve gülünçtür bu — herkesin işi bizi anlamak
Artık tadını sürdüremiyoruz gizli kalmanın.
IX, Umutsuzlar Parkı, Yerçekimli Karanfil, s.61
Sonra gereksiz eşyalar var, bir gün oturup konuşalım
Örneğin şu hasır koltuk neye yarıyor
Bana kalırsa babamın mineli saati
Tek başına bütün bir odayı dolduruyor
Hele annemin güneş gözlükleri
Yarından tezi yok, çakımı, kol saatimi, eldivenlerimi
Aaaa! kitaplarınız
BİTMEDİ, DAHA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ
VII, Umutsuzlar Parkı, Yerçekimli Karanfil, s.57

Şeylerin dışını, yerini değiştirince içinin de değişeceği umulabiliyor. Evin içindeki alanların işlevselliği veya ona teslim edilen anlam bu süreçte uzaktan eğitim, iş hayatı derken hızla dönüşebiliyor. Evin odalarını eylemle yeniden kuruyor ve dönüştürüyoruz. Yeni mobilyalar alıyor, var olanlar mobilyaların yerini değiştiriyor, uzamsal çevreyi sürekli olarak elden geçiriyoruz. Tuhaf ve endişe verici olanın aşina olduğumuzun arkasına gizlenebilen bir bilinmeyen olduğu görülebiliyor. Duvarlar, bölmeler ve nesneler eksik kalmışlıklarımızı muhafaza ederek onlarla, dolayısıyla kendimizle karşılıklı bir iletişim kurmamıza hizmet edebiliyorlar. Bachelard ruhu oturma yerine benzetir, “evleri ve odaları” sürekli anımsayarak kendi içimizde oturmayı öğrenmekten bahseder. (Bachelard, 2013: 28)
Ve ellerimiz masa örtüsünün püsküllerinde
Kapı tokmağı, çaydanlık
Divan örtüsündeki leke
Yerlerde kitaplar, gazeteler
Pencere camındaki çatlak
Pencere camından ufak ufak damlayan güneş
Ve en önemlisi konuştuklarımız
Değişen çizgiler yüzümüzdeki
Fincanı tutarken titremesi ellerimizin
Yani hayatın dokusunda ne varsa
Yeniden yaşıyor, yeniden kullanıyoruz sanki.
Suçtur Çocuğun Olmak, Yerçekimli Karanfil, s.367
Sanki bir öyküsü bu hayatı süslemenin
Soframız, yatak odalarımız, lambalarımız
Annemin tarih kitapları, babamın güneş gözlükleri
X, Umutsuzlar Parkı, Yerçekimli Karanfil, s.65

Evin içindeki çeşitli düşünce ve düşlemler arasından sıyrılıp dışarısıyla da etkileşimimizi yokluyoruz. Salgının başladığı dönemde neler olup bittiğini anlamlandırmak için adeta bizlere referans olabilecek, güven dolu ve dürüst bakım verenler arayışında gibiydik. Öyle ki virüs gelip kapımıza dayandığı zaman bu çabanın oluşturduğu dalgalanmayla birlikte medyada tarihsel bilgiye, yazarlara, düşünürlere ve uzmanlara başvurma refleksi belirdi. Tarihteki ilk salgın nerede ortaya çıkmıştı? Korona virüs salgınıyla tarihteki büyük salgınlar arasında ne tür benzerlikler vardı? Yaşamda kararsız kaldığımızda deneyimine ve birikimine güvendiğimiz kişilerden akıl almaya nasıl meyilliysek, virüs karşısında danayak aldığımız yerler de benzer işlev görebilen çeşitli bilgi alanları oldu. Eski salgınlar, veba, ispanyol gribi vb. tarihsel referanslar bir yandan sırtımızı okşuyor, bir yandan da günün sonunda onları kendi ruhsallıklarımızda nereye oturtacağımızla ilgili kişisel bir bilmeceye dönüşüveriyordu. Bu durum kısmen devam ediyor gibi. En nihayetinde deneyimden öğrenerek yeni sorular sormaya devam ediyoruz bu bilinmezlik karşısında. Anlamlandırmak için ileriye dönük ve değişime gebe sorular sorabilmek gündeme geliyor. Çoğu düşünürün salgının henüz ilk günlerinde veya haftalarındayken anlam yaratma çabasıyla hızlı davranabildiğini de gözlemledik. Bu hız virüsün yayılma hızıyla açıklanabilir belki de. Trump’ın “Çin virüsü” ifadesini kullanması veya birçok yerde ırkçı saldırıların görülmesiyle virüsün getirdiği kayıp kaygısının ilkin kendimizden, bizden olmayana ve uzakta algılanana yansıtılabildiğini sonra da inkâra ve öfkeye sığınmaya sürükleyebildiğini deneyimledik.

Öte yandan virüs karşısında benzer tutumları ve alışkanlıkları rutinimize almak küresel bir aile hissi de oluşturdu gibi. Bu ailenin nasıl işleyeceğine dair dışarıdan gelen politik yönlendirmeler insan hakları ve onuru bakımından güvencesizlik, korunaksızlık gibi benzer duyguları salınıma soktuysa da temelini dayanışmacı ruhsal ve toplumsal yapıdan alan bir kalkan da etkinleştirildi. Twitter’da ‘Sakin ol champ...’’ paylaşımıyla ortaya çıkan haset duygusuyla, evde kalamayanların kaderine terk edilmiş olmalarının getirdiği suçluluk duygusu arasındaki çatışma biraz evvel bahsettiğim küresel ailede bir yarılma meydana getirdi. Buna karşın, dayanışmacı paydada buluşabilme ihtimali bizleri sağaltıcı ve dönüştürücü bir atmosfere de çekebildi. Dayanışma türlü biçimlerde karşımıza çıktı; eldeki ve evdeki imkânlarla maske ve siper üretimine destek verir, komşularla birbirimize yemek götürür getirir olduk…

Buradan hareketle nasıl evin içindeki sesi, yani kendi iç sesimizin bize anlattıklarını dışarıya duyurmaya ihtiyaç duyuyorsak, mahallelerdeki iç sesin diğer mahallelerde, kurumlar arasındaki iç sesin diğer kurumlarda, şehirlerdeki iç sesin diğer şehirlerde duyulması için bir irade ortaya koymamız gerekiyor sanırım. Bu politik tekillikler ve çoğulluklar arasında o korunaklı kapalılıklarda dönüp dolaşan sesler için de geçerli.

* * *
Soru 2: Psikolojiyle ilgili alanlarda olan bizler, bu sürecin içinden geçerken, bireylerin ve toplumların esenliğine katkı sağlamak için neler yapabiliriz? Bu süreç ve yapacaklarımız bu mesleki bilgi ve faaliyetlerimizi nasıl etkiler?
Ben okulda da çalışıyorum. Orası yine sağlam duvarları ve çatısıyla, sınıfları ve bahçeleriyle küçük bir hayat simülasyonu gibi işliyor. Sesi duyulmayanlar, çok çıkanlar, gruplaşmalar ve yalnızlaşmalarıyla kalabalığın dinamizmini düzenleyen özgün yapılar ve işleyişlerle dolu bir yer. Okula döndüğümüz zaman sanıyorum bizlerin sorumluluğu da bu dinamizmin içinde karmaşık, tıkanmış, düğünlemiş hatları veya kanalları onarmak ve yenilemek olacaktır. Bunu yaparken, kendimizi kahramanlaştırmadan ya da işlevsizleştirmeden kendimizi de dinleyerek, okuldaki müziği salgın sonrasındaki yeni tınılarını duymak ve üzerine düşünüp konuşmak, deneyimlerimizi paylaşmak gerekiyor. Öte taraftan uzaktan eğitimin işlediği ve işleyemediği taraflar oldu, oluyor. Eğitim çocuk hakları bağlamının zeminini oluşturuyor uzun zamandır. Uluslararası kamuoyunda bu alana dönük ciddi eleştiriler ve tespitler geliştirildi. Uzaktan eğitimin burjuvazinin hayallerini suya düşürdüğünden bahsediliyor. Toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin dijital pedagoji dünyasının toplumsal ve ekonomik eşitsizlikleri de yeteri kadar kavrayamadığı anlaşılıyor. Bu ülkede bilgisayar ve internetten yoksun çocuklar da var. Gerekli teknik donanımın sağlanması için adım atmak şöyle dursun, konuya dair kapsamlı bir rapor bile sunulmadı henüz. Okullarda yalnızca eğitim alınmıyor, bunu hatırlamak değerli. Çocuklar ve gençler okulu olup biteni arkadaşıyla paylaşmak, flört etmek, saçmalamak, öğretmeni veya ebeveyni çekiştirmek ya da sadece biraradalığı çözümleyebilmek için toplumsal bir alan olarak da kullanıyorlar. Uzaktan yürütülen dersler ve ilişkiler yeterli görünebilir ama içinde bulunduğumuz durumu anlamak için çocukların ve gençlerin duygularına da ulaşabilmek lazım. Buralara baktığımızda öğrenmenin duygusal arka planını da işin içine katarak meselenin abecesini disiplinlerarası zeminde tartışacağımızı ve eğitim uygulamalarına yeni öneriler sunabileceğimizi umuyorum. Sorular sorarken psikolojinin farklı dallarından uzmanların, psikanalistlerin, edebiyatçıların, hukukçuların, eğitim bilimcilerin, antropologların, tarihçilerin vb. farklı uzmanlık dallarından kişilerin uzun yıllardır kendi içlerinde döndürdüğü tartışmaların artık dışarıya açılması için sağlam adımlar atılmasının bir ihtiyaç olarak önümüze çıktığını düşünüyorum. Ve elbette bu tartışmaların uzmanlar arasında kalıp gürültü kirliliğine dönüşmesinden kaçınmak üzere sesleri zor duyulan ve duyulmayan herkese yer açmak lazım. Bu çok kapsamlı bir çalışma tabii ki, emek ve zaman alacak bir iş, bir düş şimdilik.

Sözü Edilen Kaynaklar
Anzieu, Didier (2008), Deri-Ben, Çeviri: N. Tura Demiryontan, Metis Yayınları.
Bachelard, Gaston (2013), Mekânın Poetikası, Çeviri: Alp Tümertekin, İthaki Yayınları.
Cansever, Edip (2003), Yerçekimli Karanfil, Adam Yayınları.
Eiguer, Alberto (2013), Evin Bilinçdışı, Çeviri: Perge Akgün, Bağlam Yayınları.