Di̇yarbakır Sur’da Hayaller, Mekânlar ve Çocuk/luk

Mehmet Basri Çelik

Çocukluğumuz hem cennetimizdir hem cehennem. Her insanın üzüntüsü, sevinci, öfkesi ve tüm duygularının en büyük parçasıdır çocukluk. Bir türlü unutamadığımız, hatırladıkça kendi kendimize güldüğümüz anılarımız çocuklukta gizlidir. Bu güzel ‘an’larımızı devamlı hatırlamak ve yaşatmak isteriz. Bir de hatırlamak istemediğimiz, hatırladıkça boğulduğumuz anılarımız vardır. Bizler hatırlamak istemedikçe âdeta bizimle dalga geçercesine yakamızı bırakmayan anılarımız… Güzel anılar cennet gibi gelirken ve bizi korurken bu kötü olan duygular bizi çaresiz kılmakta. Öykünün bu kötü paragrafında hiç de hatırlamak istemediğimiz anılardan oluşmaktadır. Okurken hatırlamak istemediğimiz bu paragraf, hâlbuki belleğe en çok kazılan duygular oluveriyor. Cehennem gibi üstümüze üşüşmek isteyen duygular. İşte burada cennetimize sahip çıktıkça, kendimizi dinlendirdikçe cennetimizi fark ediveriyoruz. Bizi koruyan ve bize güven veren bir yer.
Diyarbakır’ın Sur bölgesi insanlık tarihinde farklılıkların yan yana yaşadığı, güzellikleri kadar imparatorlukların, dinlerin ve otorite kuranların ötekine karşı hedef mekânıdır Sur. Çok eski bir yerleşim merkezi olmasından ötürü, Sur bölgesi Diyarbakırlıların, çevre il ve ilçelilerin beleğinde çarşı yeri, alış-veriş mekânı olarak da hâlen bilinmektedir. Bayram alış-verişlerini yapıldığı mis kokulu baharatçılar Sur’un cadde ve sokaklarındadır. 1915 yılından önce Müslüman olmayan tebaanın ve özelikle Ermeni nüfusunun Diyarbakır’daki yapısı, Sur da belirgindi. Tarih, kolektif belleğe 1915 Ermeni Katliamı diye kaydedildiğinde Sur bu faciaya birebir tanıklık etmek zorunda kaldı. Tanıklığında ötesinde bölgedeki son 50 yıllık çatışmalı süreçte, boşaltılan köylerle birlikte bu kişilerin ilk adresi Sur bölgesi, yıkıma uğrayanların Diyarbakır’daki ilk adresi Sur oluverdi. Bu anlamıyla Diyarbakır’ın ekonomik ve manevi anlamdaki en dezavantajlı grubunun yaşadığı bölge Sur semtidir demek mümkündür.
Her türlü travmayı deneyimlemiş olan Sur semti, bundan yaklaşık 2 yıl önce ‘hendek olayları’ ile tekrar isminden bahsedilir hâle geldi. Bölgede başta Varto, Silvan ve devamında Sur… Bölgenin diğer yerlerinden de aynı sesler yükselmeye başlamıştı, Cizre, Nusaybin, Derik, Dargeçit… Acıları iyi tanıyan Sur mekânları bu acının rengini, kokusunu iyi hatırlamakta idi. Maalesef Sur’un geçmişinde ‘cehennem’ kendisine yer edinebilmişti. Gerçek ‘tarih’ denen, belleğin ispatı tekerrür etmekten vazgeçmiyordu. Yüzyıllardır Sur’da yaşanan acılara tanıklık etmiş bu mekânlar ‘hendek olayları’ ile acılara tanıklık ettiği oranda hayli yorgundu. Yaşanan bu kadar acı yükü taşımak ağır gelir mekâna, bu yüzden ki bu acının aktarımı kaçınılmazdır. Aktardıkça, konuştukça, öfkelenip çıkardıkça belki gerçek bir çözüm olmayacaksa da rahatlama ve nefes almak ve direnebilmek için umut veriyordu.
Sur’daki ‘hendek olayları’ başladığında, ilk başlarda kendi fiziksel ve ruhsal ihtiyacını daha iyi karışılmak isteyen aileler Sur dışına çıkabildi. İlk etapta Sur dışına çıkamayan aileler maalesef bu çatışmalı sürecin ortasında, olaylara şahitlik etmeye mecbur, kalakaldılar. Sur’daki yıkım ve çatışma sonucunda ailelerin tamamı Sur’un çatışmalı bölgelerinden çıkarıldı. Bu ailelerin bir kısmı Diyarbakır’ın başka yerlerine göç etmek zorunda kalırken bir kısmı il dışına göç etmek zorunda kaldılar.
Sur’da yaşayan çocuklar, “çocukluklarından” olsa gerek, ta ki ‘hendek olayları’na kadar Sur’daki belleğin acı/ağır yükünün farkında değillerdi. ‘Hendek olayları’ ve akabinde gelişen çatışma ortamı ile Sur’da yaşayan çocuklar da anlam veremedikleri bir yükle karşı karşıya kaldılar. Tahmin etmesi hiç de zor olmayan bir şey varsa o  da şudur: Bütün çocuklar gibi Sur’daki çocukların da her tür hayalinde ‘mekân’, ‘nesne’ ve ‘kişiler’ vardır. Çocuklar ‘mekân’, ‘nesne’, ‘kişi’ algılarıyla kendilerini ifade ederler. Şunu söylemeye çalışıyorum: Eve gelen baba, işe giden abi, bakkal amca, sokağın başı ve sonu, okul, sınıf, öğretmen, arkadaşlar, oyuncak, oyun ve daha fazlası... İşte “çocukların yıkıma uğradığı” ilk yer tam da sahip oldukları hayallerdir. Çocuğu hayata dair en çok korkutan duygu, gerçekte kaybettiği ‘kişi’, ‘nesne’ ve ‘mekân’ların bir daha yerine konulamamasıdır. Çocuk buna anlam vermekte zorlanır ve bu yükü kaldırmakta zayıf ve güçsüz kalır. Gerçekte kaybettiklerinin tasavvuru olan gerçekleri, hayallerinde canlandıramama korkusu çocuğu süreğen bir şüpheye sokar:
- ‘Acaba okulum yerinde mi?’
- ‘Arkadaşlarım nerede?’
- ‘Ya benim de babam akşam eve dönmezse!’
- ‘Bu akşam eve polis gelir mi?’
- ‘Ya abimi, ablamı öldürürlerse!’
- ‘Annem beni terk etmek zorunda kalırsa?’
- ‘Mahallemize geri dönecek miyiz?’
- ‘Oyunlarım, oyuncaklarım…’

Bu soruları Sur’da ve diğer çatışmalı bölgelerde yaşayan çocuklar için çoğaltmak maalesef mümkün. ‘Çocuk’ çıktığı çatışmalı ortamdan yeni ortama geçtiğinde de keza bu yeni ortama adaptasyon da yine çocuk için ayrı bir zorlu süreçtir:
- ‘Yeni edindiğim arkadaşlar beni diğer arkadaşlarım gibi sevecekler mi?’
- ‘Babam beni her hafta sonu dışarıya çıkaracak mı?’
- ‘Ya evimiz bir daha yıkılırsa?’
- ‘Ya bir daha silah sesleri gelirse?’
- ‘Ya bir daha insan bağırmaları, ağlama sesleri gelirse!’
- ‘Burada da panzer görecek miyim?’
- ‘Kim iyi, kim kötü?’
- ‘Tüm büyüklerin silahı var mı?’
- ‘Çok büyük sese bomba mı denir?’
- ‘Ben büyüyünce ne olacağım?’
- ‘Ben büyünce çok güçlü olacak mıyım?’

‘Çocuk’ gerçek hayatta kaybettiği tüm sevgi dolu ve güvenli alanlarını doldurmak isteyecektir. Buna şüphe yok. Biz, bir grup gönüllü, Diyarbakır’da Sur çocukları için yürütülen psikososyal dayanışma projesi için yaklaşık bir yıldır çocuklarımıza, kendimize dokunmak istedik. Niçin? Sur’da sarsılan bu sevgi ve güven alanı için bir şeyler yapmak istiyorduk. Elbette… Sur’da yaşanan yıkımı ve daha ötesi ruhsal yıkımı geriye döndürmenin ve her şeyi yerli yerine koymanın bizim için imkânsız olduğunun ta en başından farkındaydık. Lâkin onları dinlemek onlara kendilerini güvenli hissedebilecekleri mekân, nesneler sunmak ve kişiler olabilmek için bir yıl boyunca bir şeyler yapmak istedik. Dokundukça, dokunulduk; hissettikçe, hissedildik; anladıkça, anlaşıldık; sevdikçe, sevildik; gördükçe, görüldük. Tüm bunlar bizler için onur vericiydi.
Maalesef yaşadığımız coğrafya travmaların doğum yeri. Geçmişin bellekteki yükü bizimle bu coğrafyanın yaralı çocuklarına emanet edilmiş. Maalesef öngörümüz odur ki, bu acılar devam edecek. Bizler bu acıların son bulması için çabalamak istiyoruz, bu acıların yaratığı yaralara merhem olmak değil. Umudumuz odur ki ne böyle acılar olsun ne de bizim onarma çabalarımız. 
Bizi unutmayın ki unutulmayasınız.