Türkiye'de Yaşayan Kürt Çocuklarında Dış Grup Tarafgirliği

Galip Evsen ve Sevcan Sat
ssevcansat@gmail.com
Botan bölgesinde sıkça anlatılan bir hikâye vardır: Rivayet odur ki dört imam bir araya gelir. Bunlardan biri Kürt, biri Türk, biri Arap ve diğeri Fars’tır. Bu dört imam, islami meseleler üzerine konuşurlarken konu döner dolaşır ve hangi milletin İslam’a daha çok hizmet ettiği üzerine bir tartışma açılır. Fars imam söz alır ve kendi milletinin islami eserlerini, yapılarını ve savaşlardaki kahramanlıklarını(!) şişire şişire anlatır. Ardından Türk imam Selçuklular ve Osmanlılar döneminde yazılan islami eserleri, inşa edilen cami ve medreseleri, ele geçirilen toprakları gururlu bir eda ile anlatır. Arap imam da peygamberin kendisinin de Arap olduğundan başlar, Arapların islamı nasıl birçok yere yaydıklarını, islam kültürünün yayılmasında Arapların tarihi rolünü uzun uzadıya anlatır. Her üç imam sözünü bitirdikten sonra Kürt imam, Kürtlerin İslam'a hizmetlerini anlatmak için söze başlar başlamaz, diğer üç imam araya girer ve “Kürtlermiş bilmem kimlermiş bunların ne önemi var ki? Sonuç olarak hepimiz Müslümanız ve en nihayetinde bir ümmetiz. Milliyetçilik yapıp fitne çıkarmanın ne lüzumu var şimdi?” derler. Bu tepki üzerine Kürt imam “fitne çıkaran” olmamak için çaresizce susar.

Y
azımıza yukarıdaki hikâyeyle başlamamızın amacı herhangi bir islami tartışmaya girmek ya da bahsi geçen dört imamın haklı yahut haksız oluşları üzerine tarihi bir değerlendirmeye girişmek değil elbette. Burada asıl üzerinde duracağımız nokta Kürtlerin Türkler, Araplar ve Farslarla tarihsel ilişkilenme biçimi ve bahsi geçen milletlerin Kürtlere biçtiği statü. Hikâyede görüldüğü üzere her üç imam da kendi milletlerini (iç grubu) öven, yücelten bir tutum içerisinde olup bu yolla değerli hissediyor, olumlu benlik algısına sahip oluyorlar. Öte yandan Kürt imam konuşmaya başlar başlamaz, daha ilk Kürt kelimesinin geçmesinden sonra; ‘hepimiz eşitiz zaten’ gibi hümanist bir maskeyle Kürt imama kendini anlatma ve kimliğini yüceltme fırsatı verilmeyerek kimliği yok sayılıyor. Bu yok sayılma onun benlik saygısını düşüren, ona değersiz hissettiren, kendi milletiyle (iç grubuyla) özdeşleşmesine engel olan bir duruşken ve aynı zamanda önemli olanın dış grup (ümmet) olduğu vurgusuyla kendi kimliğini bir kenara bırakmasını, kimliksizleşmesini isteyen sistematik bir tutumu da içerdiği apaçık görülmektedir. Elbette ki Kürtlerin yüzyıllardan beri komşu milletlerle süregelen ilişkisini tek bir hikâyeyle anlatmaya çalışmak akıl kârı değildir. Çünkü bu milletler yüzyıllardır karşılıklı ekonomik, kültürel, politik ilişkiler içerisindedirler ve tüm bunlar bahsedilen alanların uzmanları tarafından incelenmeye açıktır. Ancak yukarıda anlattığımız hikâye sadece dini bir ilişki gibi görünse de Kürtlerin, bahsi geçen milletlerle ilişkisine bakıldığında, aslında her alanda Kürtlere yönelik kimliksizleştirme uygulamasını birebir görmekteyiz. İşte bu yüzden bu hikâye önemli bir yerde duruyor ve yazımızın devamında değineceğimiz çalışmayı tam da bu yüzden; kimliksizleştirme politikalarının Kürt çocukları üzerindeki etkilerini gözler önüne sermek, aslında ifşa etmek için gerçekleştirdik.

Düşünüyoruz da üniversite sürecinde, hemen her dersimizde karşımıza çıkan bir şey vardı. Her şey anaakım psikoloji perspektifinden anlatılıyordu ve bizlere anlatılan kuramlar, terapi yöntemleri, vs. fazlaca “Batılı”ydı. Sık sık “Amerika’da yapılan bir çalışmaya göre…” cümlesini işitiyor, her defasında “acaba bu konularda ülkemizde hiç mi çalışma yapılmıyor, yapılıyorsa kültürel farklılıklardan, yerel dinamiklerden dolayı farklı sonuçlar görülüyor mu, belki de en önemlisi neden bunlara değinilmiyor?” benzeri sorular kafamızı kurcalardı. Mesela “ayrımcılık” gibi bir konu işlenirken Amerika’da siyahlara uygulanan ayrımcılığa değinilir, konu bu ve bunun gibi, coğrafyamızdan çok uzakta olan örnekler etrafında anlatılır ve fakat ısrarla, kendi ülkemizde ayrımcılığa uğrayan kesimlere ilişkin hiçbir şey söylenmezdi. Kendi ülkemizdeki ayrımcılığa “tarafsızlık” ilkesi gereği kör-sağır-dilsiz kalan anaakım psikoloji böylece “nesnellik” iddiasının arkasına saklanıp otoriteyle olan karakteristik ilişkisini sürdürüyordu. Halbuki hepimizin bildiği üzere ülkemizde Kürtler kendi anadillerinde eğitim alamıyor, Kürtçe konuşmaları engelleniyor, türlü bahanelerle kültürel etkinlikleri iptal ediliyor ve televizyon kanalları daima Türk kimliğini yücelten ve özendiren bir tutum sergiliyorlar. Şarkı kanalları asla Kürtçe şarkılar yayınlamıyor veyahut Kürtçe dizi, film ve çizgi filmler yayınlanmıyor. Kürtlerin kendi açtıkları kanallar yine türlü bahanelerle kapatılıyor. Bununla birlikte derslerde Kürt kelimesini duymak neredeyse imkânsızdır; duyulması da bunun çok normal olmasına rağmen, farkındalık sahibi olanlar için bile adeta bir cesaret örneği olarak yorumlanmaktadır. Ülkemizde ayrımcılığa uğrayanlar yalnızca Kürtler değildir elbette ancak çalışmamızın konusu Kürt çocukları olduğu için bu yazımızda yalnızca Kürtler üzerinde duruyoruz.

Bize ilham olan ve Clark’ların (1947) siyah çocuklarla yaptığı deney, çok dikkat çekici ve can alıcıdır. Bu çalışmayla ilk karşılaştığımız günden beri aynı çalışmanın Kürt çocuklarıyla da yapılmasının elzem olduğu kanaatindeydik. Çalışmada özetle, siyah çocuklara birbirinin aynısı olan ancak biri siyah diğeri beyaz ten rengine sahip iki oyuncak bebek gösteriliyor ve çocuklara hangisinin “iyi” hangisinin “kötü” olduğu, vb. sorular soruluyordu. Üzücü bir şekilde her defasında siyah çocuklar beyaz bebeğin “iyi”, siyah bebeğin ise “kötü” olduğunu söylüyorlardı. Çalışmayı bu haliyle Kürt çocuklarına uygulamak tabi ki anlamsız olurdu, sonuçta Kürtler ve Türkler arasında ten renginden kaynaklı ayırt edici bir farklılıktan bahsedilemez. O yüzden çalışmamızı bazı farklılıklar yaparak gerçekleştirdik. Kısaca anlatacak olursak; bu deney yerine iki çocuk fotoğrafı ve onlara ait olduğu söylenen ses kaydı kullanıldı. Deneye katılan çocuklar bu ses kayıtlarını sırasıyla dinleyecek ve çocukların birinin Kürt diğerinin Türk olduğunu düşüneceklerdi. Daha sonra çocuklara “hangisi iyi-güzel-yaramaz-sınavlardan yüksek alır” tarzında 15 adet soru sorulmuş ve cevaplar not edilip, gerekli analizler yapılmıştır.

Elde ettiğimiz veriler gösterdi ki çocuklar on beş sorunun on dördünde anlamlı bir şekilde Türkçe konuşan çocuğu Kürtçe konuşan çocuğa göre daha olumlu algılamışladır. Yalnızca “hangisi güzel” sorusunda anlamlı bir fark bulunamamıştır. Tıpkı siyah çocuklarda olduğu gibi Kürt çocuklar da net bir şekilde dış grup tarafgirliği yapmışlardır. Yedi-on yaş aralığındaki çocukların böyle net bir şekilde kendi iç gruplarını olumsuz algılamaları, kendi kendilerine ayrımcılık yapmaları çok üzücüdür. Çünkü uzlaşılmış ayrımcılık, bireyin olumlu benlik algısı geliştirmesinin önünde çok ciddi bir engeldir.

Çalışmamızın uygulama kısmında dikkatimizi çeken bazı noktalara değinmeyi önemli buluyoruz. Bunlardan ilki, çocukların Kürtçe ses kaydını duydukları anda çoğunun verdiği tepkinin utangaç bir gülümseme olmasıdır. Diğer bir konu da çocukların soruları cevaplama şekliyle alakalı. Çocukları bu noktada üç farklı profilde inceleyebiliriz. Birinci profildeki çocuklar, soruları cevaplarken çok ciddi içsel çatışma yaşayanlardı. Bir an için kararsız kalmaları, yaşadıkları içsel çatışmadan sonra ellerinin yavaşça Türkçe konuşan çocuğu göstermesi dışardan rahatlıkla görülebiliyordu. İkinci profildeki çocuklar ise daha az düşünen ve sanki otomatik cevap veriyormuşçasına hızlı hızlı cevap verenlerdi. Bu çocuklar sanki kafalarında bir kodlama yapmışlardı ve soruları duyar duymaz olumlu sorularda Türkçe konuşan çocuğu, olumsuz sorularda ise Kürtçe konuşan çocuğu seçiyorlardı. Üçüncü profildeki ve sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen birkaç çocukta ise durum bambaşkaydı. Bu çocuklar olumlu tüm sorularda Kürtçe konuşan çocuğu, olumsuzlarda ise Türkçe konuşan çocuğu seçiyor ve sanki tepkimizi ölçmeye çalışır gibi gözümüzün içine bakıyorlardı.

Çalışmamızda katılımcıların Türkçe konuşan çocuğu daha olumlu algılamaları, daha çok sevileceğini düşünmeleri ve daha çok onunla arkadaş olmak istemeleri aradaki statü farkını ortaya koymaktadır. Çocukların ‘bilemem’ cevabını ya da kendi grubundan yana tercih kullanmaları daha olası bir tepki iken, dış gruptan yana tercih kullanmaları benlik gelişimi açısından bir hayli üzücü bir sonuçtur. Daha küçücük yaştaki çocukların bu statü farkını derinden hissedip, içselleştirerek buna göre davrandıkları görülmektedir. Bu konuda yapılan birçok çalışma da düşük statülü grupların, yüksek statülü dış gruplardan yana tercih kullandıklarını göstermektedir (Mlicki ve Ellemers, 1996; akt. Çimendağ, 2013).

Kürt çocuklarının dış grup tarafgirliği yapmalarının nedenlerini tartışacağımız son bölüme geçmeden önce çalışmamızın sınırlılıklarına değinmemiz faydalı olacaktır. Böylece ilerde bu konuda çalışacak olan meslektaşlarımıza yol gösterici bilgiler sunabileceğimiz kanaatindeyiz. Öncelikle, çalışmamızı sokağa çıkma yasaklarının üstünden çok kısa bir süre geçtikten sonra gerçekleştirdiğimizi belirtmek isteriz. Bu yüzden hem kendimiz hem de çalışmamıza katılan çocuklar için çok ciddi güvenlik endişelerimiz vardı. Bu şartlarda yalnızca 119 çocuğa ulaşabildik ve bu çocukların hepsi Şırnak’ın İdil ilçesinde yaşayan çocuklardı. Maalesef başka il ve ilçelerde yaşayan çocukları çalışmamıza dâhil edemedik. Bir başka husus ise çalışmamızı Türkçe yapmamızdı. Her ne kadar çocukların çalışmayı ve soruları anladığından emin olmak için, gerektiğinde onlarla Kürtçe de konuşmuş olsak da sonuç olarak çalışmanın bütünü Türkçe’ydi. Acaba Türkçe konuşmamız soruların cevaplanmasında yönlendirici etki yapıyor muydu, çalışmayı Kürtçe yapsaydık farklı veriler elde eder miydik? Ancak yukarıda da değindiğimiz gibi güvenlik endişelerinden dolayı böyle bir şansımız olmadı. İleride bu konuda çalışmayı düşünen meslektaşlarımızın bu kısıtlılıkları göz önünde bulundurup mümkünse bunları gidererek çalışma yapmasının daha sağlıklı olacağını düşünmekteyiz.

Kürt çocuklarının bu tutumunu nasıl açıklayabiliriz? Apaçık bir şekilde Türkleri daha olumlu algılamalarına neden olan nedir? Bu sorulara cevap vermek için yalnızca bugüne bakmak şüphesiz yeterli olmayacaktır. Yazımızın başında Kürtlerin, Türkler ve diğer komşu milletlerle olan tarihsel ilişkilerini anlamamızda bizlere yardımcı olacak bir hikâyeye değinmemizin nedeni, Kürt çocuklarının dış grup yanlılığı sergilemelerinin bu tarihsel ilişkilerden ve Kürtlerin bu milletler karşısındaki tarihsel statülerinden bağımsız olmadığını/olamayacağını anlatabilmekti. İşte bu yüzden bizler de Kürt çocuklarının dış grup tarafgirliğinin nedenlerini anlamaya çalışırken tüm bu tarihsel bağları birlikte irdelemeliyiz. Bu yazımızda Anadolu’ya gelen ilk Türk beyliklerinden girip, Selçuklular ve Osmanlılar dönemindeki Kürt-Türk ilişkilerine oradan da Türkiye Cumhuriyeti’ne değinmeye ne sayfalar yeter ne takatimiz…  Ancak sadece Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşundan itibaren iki millet arasındaki ilişkilere ana hatlarıyla bakacak olursak, ülkenin Türk ulus-kimliği üzerine kurulduğunu, cumhuriyetin ilanıyla birlikte Kürtçe’nin ve “Kürtlüğe” ilişkin her şeyin yasaklandığını, Kürtlerin ve Kürt kimliğinin yok sayıldığını görebiliriz. Cumhuriyet tarihi boyunca tek bir millet vurgusu yapılmış, önemli ve değerli olanın Türk olmak olduğu her alanda vurgulanmıştır. Resmi devlet dairelerinde, yazılı, görsel ve işitsel medyada, başta milli eğitim bakanlığı olmak üzere tüm bakanlıklara ait yazılı eserlerin tamamında, tabelalarda, şehir, ilçe, mezra, köy ve coğrafya isimlerinden tutun da insan isimlerine kadar; kısacası hayatın her alanında Türkçe dışındaki diller yasaklanmış, karşı gelenler cezalandırılmıştır. Türklük övünülecek, gurur duyulacak bir durum olarak düşünce ve duygu dünyamıza işlenirken Kürtlükle ilgili asla böyle bir şey söylenmemiş, aksine Kürtlerin Türk olduğunu zannetmeleri/kabul etmeleri için sistematik politikalar uygulanmış ve Türklük özendirilmiştir. Özetle şöyle söyleyebiliriz ki olumlu olan her şey Türklükle, olumsuz olan her şey de Türk kimliğinin dışında olan kimliklerle kodlanıp bilincimize bu şekilde kazınmak istenmiştir. İşte bugün Kürt çocuklarının dış grup yanlılığı sergilemelerinin nedeni tüm bu tarihsel ilişkilerdir ve ne yazık ki halen Kürtlerin resmi bir statüsü yoktur, bu ilişkiler aynı şekilde devam etmektedir.


Kaynaklar

Clark, K. B. & Clark, M. P. (1947). Racial Identification and Preference in Negro Children, Readings in Social Psychology, Ed. by Newcomb & Hartley.

Çimendağ, F. Ş. (2013), Yüksek ve Düşük Statülü Gruplarda İç Grup ve Dış Grup Yanlılığı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans, Mersin Üniversitesi, Mersin.