Direniş ve Ütopya Bağlamında İki Kadın Hareketi: Gulabi Gang ve Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi (KŞKMİ)


Fidan Sarsılmaz & Fatma Betül Demir

Özet
Bu çalışmada, toplumsal hareketlerin eşitlik istenci ve ütopik bilinçleri bağlamında kadın örgütlenmelerinden olan Gulabi Gang Hareketi ve Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi’nin (KŞKMİ) karşılaştırılması amaçlanmaktadır. Bu bağlamda; 2006 yılında Hindistan’da kurulan Gulabi Gang ile 2013 yılında Türkiye’de kurulan KŞKMİ’nin ortaya çıktıkları toplumsal yapılar, ortaya çıkış amaçları, hedefleri, mücadele yöntemleri, örgütlenmeye özgü yapılanmaları ile bu iki hareketin ortaklıkları ve farklılaştıkları hususlar incelenecektir.
Gulabi Gang Hareketi’ne yönelik yazılı bir kaynak olmadığından Gulabi Gang’in resmi web sayfası, 2012 yapımı Gulabi Gang filmi ve BBC NEWS’in Gulabi Gang ile ilgili 2007 yılındaki yaptığı haber veri elde etmek için kaynak olarak kullanılmıştır. KŞKMİ değerlendirilirken resmi web sayfaları, basında KŞKMİ’ye yönelik çıkan haberler ve literatürde KŞKMİ ile ilgili yapılan çalışmalar ile üyelerinin vermiş olduğu röportajlar kaynak olarak kullanılmıştır. 
Kadın bakış açısıyla şiddetin ortadan kaldırılmasını amaçlayan KŞKMİ yeni toplumsal hareketlere ait özellikler taşırken; üyelerinin tamamı kadın olan ve toplumsal yapıda topyekûn bir eşitliği amaçlayan Gulabi Gang, eski toplumsal hareketlere ait özellikler taşımaktadır. Mücadele aracı olarak bildiri yazımı, okuma ve tartışma toplantıları, imza kampanyası, stant açma, eylem ve protesto yapma gibi entelektüel araçlar kullanan KŞKMİ bir orta sınıf hareketi iken; mücadele aracı olarak öz savunma ve şiddeti kullanan, eğitim, üretim, iş ve sağlık alanlarında çalışan Gulabi Gang bir alt sınıf hareketi olarak gözlenmektedir. Mücadele yöntemlerinin farklılaşmasıyla birlikte bu iki örgütlenmenin ortaklaştığı temel hususlar ise; üyelerinin tamamının kadın olması, eşitsizliğin doğurduğu her türlü şiddeti reddetmeleri ve bu şiddetin karşısında yer almaları ve son olarak da ayrımcı söylem ve eylemlere karşı çıkmalarıdır.

Giriş           
Toplumsal hareketler içinden çıktıkları toplumsal bağlamın eşitsiz olan yapısını değiştirmeyi amaçlamaktadır. Bu hareketler eşitsiz olan toplumsal yapıyı ortaya koydukları eylemlilik ile eşitliğin hakim olduğu bir dünya düzenini oluşturmayı hedeflemektedir. Toplumsal hareketler ve bu hareketlerin eşitlik istenci, aslında ortaya çıkışlarındaki motivasyon kaynağını açıklamaktadır. Toplumların eşitsiz güç ve kaynak dağılımı ve bundan kaynaklanan sınıfsal yapılar; başta işçi hareketleri olmak üzere, günümüzdeki kadın, çevre, LGBTİ ve diğer birçok toplumsal hareketin ortaya çıkış nedenidir. Eşitlik istenciyle beraber toplumsal hareketlerin ütopik yapısı, çalışmada üzerinde durulmak istenen bir diğer önemli husustur. Eşitlikçi ve özgür dünya kurgusu, içerisinde yaşanılan dünyanın aksine ulaşılması gereken hedeftir. Ütopya tüm eşitsizliklerin ötesinde başka bir dünyanın mümkün olduğuna dair inançtır ve bu inançla eşitsizliklerle mücadele etmede toplumsal hareketlere motivasyon kaynağı olmaktadır. Ütopik bilinç, çevrelendiği varoluşla uygunluk içinde olmayan bilinçtir. İşçiler ütopik bilinçle ortaya ilk çıktıklarında toplumun yapısındaki eşitsizlikleri tamamen ortadan kaldıracaklarını hayal etmiş, eşitlikçi bir geleceğe inanmış ve hakim sınıflarla mücadele etmişlerdir. Etnik, cinsiyetçi ve ekonomik anlamda tabakalaşmış olan bir dünyaya doğmak ve bu yerleşik düzenin dışına hiç çıkmamış olmak, eşitliğin hakim olabileceğine dair ütopik inanca engel olmamaktadır. Bu bağlamda, Gulabi Gang ve KŞKMİ hareketleri üzerinden toplumsal dönüşümün imkanı incelenecektir. 

Toplumsal Hareketler
Toplumsal aktör olan fail ve ortaya koyduğu eylemlilik sosyal bilimin en mikro araştırma nesnesidir. Toplumsal hareketler de toplumsal aktörlerin bir araya gelerek bir amaç etrafında örgütlendiği ve kendine özgü bir mücadele yöntemi ile aktüelleştiği bir durumdur. Elgür sosyal alanda failin eylemliliğini ele alırken Zizek üzerinden Hegel’in izleklerine gider: “Hegel, Tinin Fenomenolojisi’nde öznenin kendi tasarısını sosyal töz’de gerçekleştirme, kendi görüşünü sosyal evrene dayatma çabalarının o mütemadi başarısızlığına, Büyük Öteki’nin, sosyal töz’ün bu tasarıyı tekrar tekrar bozguna uğrattığına ve baş aşağı çevirdiğine dair o bildik hikâyeyi anlatmaz mı?” diye sormaktadır (Zizek’ten akt. Elgür, 2009). Öznenin sürekli olarak kendisinden daha büyük bir gücün yapısal gerilimleri altında ezildiği düşüncesi, uzun yıllar sosyal teoride hakim düşünce olagelmiştir. Fakat sosyal eylem üzerinde yapının/sosyal tözün hakim olduğunu varsayan makro kuramların konsensüsü, toplumsal hareketlerin tarih sahnesine girişi ile sarsılmaya başlamıştır. Aktörün bir kültür aptalı olmadığı aksine kendi yaşam şartları üzerinde irade gösterebilen, sosyal olguyu değiştirip dönüştürebilme gücüne sahip olduğu bilgisi artık reddedilmeyecek bir gerçekliktir. 
Toplumsal hareket teorilerinin, sosyolojinin diğer dallarına göre daha geç geliştiğini, kökenlerini özellikle 1930’lu yıllarda Amerika ve Avrupa ülkelerinde yükselmeye başlayan işçi hareketlerinden aldığını ve bu teorilerin yirminci yüzyıldan itibaren literatürde yerini almaya başladığını söylemek mümkündür (Lelandais, 2009). Bu noktada işçi hareketleri, hem toplumsal hareketlerin ilki olması hem de teorilere kaynaklık etmesi açısından önemlidir. Lelandais, toplumsal hareketlerin sosyolojide incelemeye başlanmasının ilk olarak 1930’lu yıllarda yükselmeye başlayan işçi hareketiyle olduğunu ifade eder. Lelandais, Marx’ın işçilerden yola çıkarak proleter mücadele üzerinden geliştirdiği sosyal sınıf ve sosyal çatışma kuramının halen referans olarak alındığını bununla birlikte Marksist kuramın ise, işçi sınıfının burjuvaziye karşı egemenliğini kurması, mevcut sınıfsal yapıyı ortadan kaldırarak sınıfsız bir toplumu getirmeyi hedeflediğini söylemektedir (Lelandais, 2009).
Yirminci yüzyıl, modernite düşüncesi ile toplumsal ve kurumsal yapılardaki dönüşüm, üretim ve tüketim ilişkilerindeki yapısal değişimler ve her iki dünya savaşının toplumsal yapıdaki yaratmış olduğu etkileri ile kaotik ve sancılıdır. Bu tarihsel bağlamda, başta Amerika ve Avrupa ülkelerinde işçi, öğrenci ve siyahî hareketler olmak üzere hak ve eşitlik temelli birçok hareket meydana gelmiştir. Bu hareketlere karşı devletlerin bu hareketleri nasıl bastırdıkları, bu hareketlerin hak kazanımları ve dönemin aydınlarının bu süreçte nasıl bir konum aldıklarını anlamak adına o dönemin toplumsal yapısına bakmak önemlidir. 
Beauvoir, anılarında yirminci yüzyılın ikinci çeyreğinin toplumsal atmosferini, teknik ilerlemeyi ve aydınların bu bağlamda nasıl bir pozisyon aldıklarını betimlemektedir:
Teknik ilerlemenin inanılmaz bir hızla büyüdüğünü görüyor, fakat teknik ilerlemenin yanı sıra aradığımız şeyi bulamıyorduk; toplum düzeni değişmiyor, baskı unsurları ortadan kalkmıyor, teknik gelişme ahlâk açısından herhangi bir özgürleşmeye fırsat vermiyordu; Amerikalı ekonomi uzmanları dünyamızın kısa bir süre sonra, teknisyenlerin yönetimine geçeceğini haber veriyorlardı; teknokrasi sözcüğü yeni bulunmuştu ve yavaş yavaş yaygın hale geliyordu… Ama ne yalan söyleyeyim, mekanik gelişme, gazete sayfalarında heyecanlı sözlerle kutlandığı, bol alkış ve hayranlık topladığı halde beni etkilemiyordu. Bize göre, toplumun yapısındaki yabancılaşmayı yok etmenin tek çaresi hâkim sınıfı değiştirmek, güçsüz hale getirmektir (Beauvoir, 1988).
Beauvoir; o dönemde kapitalizmin geçirdiği büyük sarsıntıdan, 1929’da ortalığı kasıp kavuran krizin geçen yıllarda daha da azıttığı, Almanya, İngiltere ve ABD’deki işsiz sayılarının milyonları aştığını ve bu durumun mevcut düzenin çöküş devrinin başlangıcı olarak yorumladıklarını aktarmaktadır. Bu durumun önemli sonuçlarından biri de o dönemde aç insan kitlelerinin Washington’a doğru yürümesidir (Beauvoir, 1988).
Dönemin Fransa’sında işçilerin yönettiği toplumsal hareket ve direnişe birebir katılmadıklarını söyleyen Beauvoir; kendilerinde meydana gelen ‘Dünyayı değiştirecek bu devrimin savaşçılarına biz de katılmalı mıydık?’ sorusunun olumsuz sonuçlandığını ifade eder. Rouen’de oturdukları bir kafeye mavi tulumlu ve üstü başı yağ içinde bir dok işçisinin geldiğini ve sonrasında kafede oturduğunu, hemen ardından kafe sahibinin gelip işçiyi kovduğunu aktaran Beauvoir; bu durumu sınıf çatışması olarak okur; evet kendileriyle o dok işçisi aynı sınıfa ait değildir. İşçi sınıfı tarafından sürdürülen mücadeleye ancak sempati duyabileceklerini ve yazıları ile destek verebileceklerini söyleyip özeleştiri yapar (Beauvoir, 1988). Nihayetinde dönemin aydınları için, işçi sınıfının dünyanın değişebileceğine dair ütopyası, sınıfsız bir düzenin geleceğine dair gelecek inançları ve bu uğurda ortaya koydukları mücadele ürettikleri bilginin nesnesi olabilmiştir. 
Yirminci yüzyılın ikinci yarısı artık toplumsal olarak yapının dönüştüğü, modernitenin yerini postmoderniteye bıraktığı bir dönemdir. Düşünsel anlamdaki bu dönüşüm eylem ve örgütlülük alanında da kendini göstermiştir. Endüstriyel yapının yerini post-endüstriyel yapıya bırakması, ekonomide Keynesçi anlayışın serbest piyasa ekonomisi ve neo-liberal anlayışla yer değiştirmesi ve son olarak da refah devleti söyleminin çökmesi toplumsal hareketlerin yapısında karakteristik bir dönüşüm yaratmıştır. Lalendais bu değişimlerle birlikte toplumsal hareketlerin toplumu dönüştürme ve yeni bir düzen kurma amaçlarının sona erdiğini savunur. Bu durumu “İşçi hareketinin de cenaze marşıdır” diyen Touraine’ya atıfla özetler (Lelandais, 2009). Sonuç olarak, eski toplumsal hareketler yerini zamanın ruhuna uygun olarak kimlik yönelimli ve parçalı olan yeni toplumsal hareketlere bırakmıştır.  
Harvey (2006) Postmodernliğin Durumu adlı kitabında eski toplumsal hareketlerden yeni toplumsal hareketlere geçiş sürecinin sosyal şartlarını açıklamaya çalışır. Harvey kapitalizmin en yoğun yaşandığı ve işçi hareketinin ortaya çıktığı dönemdeki birikim rejimini ve buna bağlı olarak düzenleme tarzını ve işçilerin bu düzendeki şartlarını; hiyerarşi, ayrıntılı iş bölümü, paranoya, yabancılaşma, belirtili sosyal konut, tekelci sermaye, evrenselcilik, devlet iktidarı, sendikalar, refah devletçiliği, meta olarak para, Tanrı Baba, mavi yakalı, avangardcılık, ütopya, Protestan çalışma ahlakı, devlet müdahaleciliği, enternasyonalizm ve daha birçok birbiriyle ilgili ve ilişkili sosyal formasyonlarla açıklamaktadır (Harvey, 2006). Yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıktığı dönemi ise; çeşitlilik, anarşi, şizofreni, arzu, evsiz barksız, oyun, tükenme, finansal güç, estetik, beyaz yakalı, karizmatik politika, yapıbozum, yerel sözleşmeler, çoğulcu ötekilik, esnek işçi, sembolik sermaye, kendine gönderme, gösteren, elektronik çoğaltma, varlık, ontoloji, bırakınız yapsınlar, gelip geçicilik kavramları ile ilişkilendirmektedir (Harvey, 2006). Sustam (2009), “her çağın kendi siyasal kodları ve anahtar olabilecek sosyal, kültürel ve ekonomik tecrübeleri” olduğuna atıf yapar. “[...] Eski sosyal hareketlerden farklı olarak yeni sosyal hareketler, konseptlerini ideolojik formasyonun içinden koparıp, anlatılarını grup ilişkileri, liderler (aktörler) boyutundan sunmamaktadırlar” (Sustam, 2009). Yeni toplumsal hareketlerin kimlik yönelimli ve parçalı yapısı; sistem karşıtı olmayıp sistem içerisinde çözüm arayışlarını, siyasi bir alan talebi yerine kamuoyu desteği ile hareket etmeyi amaçlamaktadır. 

Toplumsal Hareketler ve Eşitlik İstenci
Eşitlik istenci, toplumsal hareketlerin neden ortaya çıktıklarını ve motivasyon kaynaklarını açıklar niteliktedir. Toplumların eşitsiz güç ve kaynak dağılımı, beraberinde gelen toplumdaki sınıfsal yapılar başta işçi hareketleri olmak üzere, günümüzdeki kadın, LGBTİ ve diğer birçok hareketin motivasyon kaynağıdır. Turner; eşitliğin toplumsallığın her alanında olması talebini, toplumsal hareketlerin ve modern siyasal mücadelelerin temel ilkesi olarak tanımlar. Eşitliği görmezden gelmek Turner’a göre, modern koşullarda reform gerçekleştirmeye yönelik örgütlü toplumsal hareketlerin bir ahlâki birleşenini ihmal etmektir (Turner, 2013).
Eşitlik deneyimleri ve toplumsal hareketler bağlamında; toplumlar her zaman eşitlikten uzak olsalar da, insanlık tarihi boyunca bir takım eşitlik deneyimleri aracılığıyla eşitsizliği azaltmaya ya da ortadan kaldırmaya yönelik sayısız girişim bulunmaktadır. Turner’a göre; toplumsal hareketler ve gruplar, geleneksel topluma özgü güç, zenginlik ve saygınlık gibi sermaye göstergelerini azaltmanın ya da yok etmenin radikal yollarını arayan alternatif sistemler biçiminde örgütlenmekte ve ütopyalarındaki dünya adına iktidara meydan okumaktadırlar (Turner, 2013). Bu bağlamda değerlendirdiğimizde makalede incelenen Gulabi Gang hareketi, öncelikle kendi bölgelerindeki kadınlar ve bölge halkının geri kalanı için mevcut eşitsizliği ortadan kaldırma ve eşit bir toplumsal düzen getirme ütopyası ile hareket etmektedir. Bununla birlikte Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi, kadına yönelen şiddetin toplumdaki kadın ve erkek arasında var olan eşitliğe dayanmayan cinsiyet rolleri ile ilişkili olduğu düşüncesinden hareket etmektedir. 

Toplumsal Hareketler ve Ütopya 
“Toplumsal özgürleşmeyi hedefleyen toplumsal hareketler, içerisinde yaşanılan dünyanın ötesinde eşitlikçi, özgür bir dünya kurgularlar, bu bağlamda ütopya ulaşılması gereken hedef olarak konumlanır ve toplumsal mücadelenin özgürlükçü, karnavalesk yapısı ütopyadan beslenir” (Çoban, 2009). Ütopya tüm eşitsizliklerin ötesinde başka bir dünyanın mümkün olduğuna dair inançtır. Çoban, Mannheim’dan aldığı ütopik bilinç kavramına vurgu yapar; ütopik bilinç çevrelendiği varoluşla uygunluk içinde olmayan bilinçtir. İşçi hareketi ortaya çıktığında toplum yapısındaki eşitsizlikleri tamamen ortadan kaldırmayı hayal etmiş ve böyle bir geleceği kurgulamıştır. Sonuç olarak ezilen bir grup olan işçiler iktidara bu inançla karşı durmuşlardır. Şimdilik “olmayan bir yer” olan ütopya verilecek mücadele ile kurulacak, hatta bu gruplar “tabakalaşmış bu toplumun dışına hiç ayak basmamış olsalar bile, çok külfetli buldukları ayrımların olmadığı” bir dünya hayal edebileceklerdir (Çoban, 2009). 

Toplumsal Hareketler ve Kadın
Toplumsal eşitsizliğin dezavantajlı tarafında kadınların olduğu gerçeği insanlık tarihi kadar eskiye götürülebilir. Farklı kültürlerden ve zamandan azade bir şekilde kadınlar her türlü ilişkiselliklerinde toplumsal eşitsizlik spektrumunun neredeyse tamamında yer alırlar. Yirminci yüzyılla beraber kadının eğitim ve iş hayatına katılması beraberinde ekonomi ve siyaset zemininde yer alması mevcut eşitsizlikleri azaltmış fakat ortadan kaldıramamıştır. Toplumsal yapıda başta din olmak üzere kültür söylemleri ve pedagojik formasyonlar bu eşitsizliklerin ortadan kalkmasını daha da zorlaştırır. Bilim dahi kimi zaman pozitivist paradigmasıyla bu eşitsizliği beslemiştir; buna en iyi örnek psikanalitik kuramın ilk dönemleridir, kadın histerik ve duygusal olarak erk olana bağımlı bir varlık olarak tanımlanır. Mevcut olan eşitsizliklerle kadınların nasıl mücadele ettikleri çalışmanın ortaya koymak istediği temel noktalardan biridir. 
Elzbieta Ettinger, Rosa Luxemburg’un Sevgiliye Mektuplar (2006) kitabının önsözünde, 1863 ayaklanmasıyla kadınların toplumsal eşitsizliğe karşı ortaya koydukları mücadeleyi anlatır:
‘Kadınlar Savaşı’ olarak anılan bu ayaklanma, kadınların tertipçi ve silah arkadaşları olarak da başarı kazanabildiklerini kanıtlamıştır. ‘Direnişin coşkusunu ve bu uzun, umutsuz mücadeleyi, Polonyalı kadınların gözlerindeki parıltıya ve soylu ruhlarına bağlayın.’ Rus tarihçileri önemli bir yanlışa düşmüşlerdir. Bir zamanın tutsakları artık birer savaşçıya dönüşmekteydi; yalnız kadınca erdemlerinin değil, çalışma ve düşünme yeteneklerinin de kendilerine teslim edilmesini istiyorlardı. Başlangıçtaki –erkeklere öykünen, evliliği lanetleyen, çevreyi hiçe sayan- tutumları ‘çirkin’ olarak nitelendirildiyse, ‘iğrenç’ bulunduysa, unutulmamalıdır ki onlar da ancak ‘bakire’, ‘bebek’ ya da ‘melek’ muamelesi görmekten iyice bunaldıkları için Kilise’yi, geleneği ve kadifelerini bir yana atıp, hesaplaşacak bir toplumsal güç olarak ortaya çıktılar (Ettinger, 2006).
Ettinger; ekonomik ve siyasal baskıların kadınların erginleşme sürecini kolaylaştırdığını söyler ve buna Varşova’daki ilk toplu grevlerden birinde, Çarlık polisinin kadın işçilerini sokak kadınlarıyla -‘sokak kadınları’ ifadesi yazara aittir- aynı sağlık muayenesinden geçirmeye zorlamasını örnek verir. Ettinger’e göre, sınıfsal farklılıklarına rağmen kaderlerindeki benzerlikten dolayı; kilisenin baskısı altında ezilen Polonyalı kadınlar, parya muamelesi gören Musevi kadınlar, konaklarından ve gettolarından dışarı fırlamış kadınlar o dönemde kolayca bir araya gelmekte ve omuz omuza bireysel özgürlük savaşı vermektedirler (Ettinger, 2006). 
1800’lerin Rus edebiyatına bakıldığında ise kadınların toplumsal olarak nasıl algılandıkları çok daha açık bir şekilde ortaya çıkacaktır; Dostoyevski’nin tüm kitaplarında okuyucularına ‘Beyler’ diye hitap etmesi, Gustave Flaubert’in Madam Bovary’de kadını ev içine hapsolmuş, yaşamından memnuniyetsiz ve sürekli aşk peşinde koşan ve erkeğin uzantılı bir uzvu olarak tanımlaması ve bunun gibi sayısız birçok örnek. Bununla birlikte psikanalizin ortaya çıktığı dönemdeki klinik vakalara baktığımızda, Freud’un histerik ‘Anna O.’ vakası, güçsüz ve etrafındaki erkeklerin sevgisine (babasının, sevgilisinin, psikanalistinin) muhtaç bir görünüm sergilemektedir. Bu durum tartışmaya açık olsa da kadının yazılı tarihten bu yana  -patriyarkal düzenin hakim olduğu tüm dönemler boyunca- edindirildiği toplumsal roller ve konum alışı; edebiyatta sunulan kadın prototipini ve ‘Anna O.’ vakasının nedensel bagajını açıklamaktadır. 
Eski ve yeni toplumsal hareketler ile bu hareketlerin eşitlik istenci, ütopik oluşları ve özelde kadın hareketlerine bakıldıktan sonra çalışmanın bundan sonraki kısmında üyeleri daha çok kadınlardan oluşan Gulabi Gang ve KŞKMİ hareketleri, başta ortaya çıktıkları toplumsal şartlar ve mücadele yöntemleri olmak üzere, ortaklıkları ve farklılıkları bağlamında ele alınacaktır.

Gulabi Gang
Gulabi Gang Hareketi, Kuzey Hindistan’da köreltilmiş bölgelerin kalbi olarak tanımlanan Bundelkhand (Banda Bölgesi) denilen yerde ortaya çıkmıştır. Nüfus yoğunluğunun ve işsizliğin çok fazla olduğu, kast sisteminin en altında yer alanların yaşadığı yer olan Bundelkhand aynı zamanda kadına yönelik şiddetin acımasız boyutlara ulaştığı, taciz ve tecavüzün çok sık yaşandığı, toplumsal adaletsizliğin de hat safhada görüldüğü bir bölge olma özelliğine sahiptir. Bölge kadınları hem kast denilen sistemin en alt sınıfına mensup olma hem de toplumsal cinsiyet bağlamında iki ayrı dezavantajı birlikte yaşamaktadırlar. Bölge kadınlarından Sampat Pal Davi 2006 yılında kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüzlerin önüne geçme, kadınların eğitim hayatına katılımını sağlama, buradan hareketle kadının güçlenmesine bir yol açma ve bölgede yaşanan toplumsal adaletsizliklerin tamamına karşı mücadele etme ütopyasıyla Gulabi Gang adında bir hareketi başlatır ve başta birkaç kadının yer aldığı bu harekete, geçen yıllarla birlikte katılım sayısı yüzleri bulur. Hareketin mücadele odağında kast, patriyarka, eğitimsizlik, işsizlik vd. pek çok konu yer almaktadır.  
Hareket adını Hintçe’de ‘pembe’ anlamına gelen ‘gulabi’den alır; bölgede hareket pembe çete olarak adlandırılır. Hint kültüründe pembe rengi kadınlığın gücü ve kudretini temsil eden bir anlam taşır; bu noktada pembenin daha narin bir anlam taşıdığı diğer Batı ülkelerinden ayrışmaktadır. Gang üyelerinin geleneksel kıyafetleri olan sariler pembe rengindedir. Pembe rengindeki sariler hareketin simgelerinden biridir. Diğer bir simge de lathi denilen ve bambu ağacından yapılan çubuklardır. Gulabi Gang kadınları bu çubukları erkek şiddetinden korunmak, öz savunma yapmak ve kadınlara kötü muamelede bulunan erkeklere ve erkeklerin yanında yer alan polislere vurmak için kullanmaktadırlar. 
Gulabi Gang’in kadınları her türlü eşitsizlikle mücadele yöntemi olarak yüksek sesle protestoyu ya da bu yöntemin çözüm getirmediği durumlarda şiddeti kullanmaktadır. Mücadele yöntemi olarak neden şiddeti seçtiklerini ise ‘Erkeklere karşı sopa sözden daha etkili’ şeklinde açıklamaktadırlar. Üyelerine lathi çubukları ile öz savunma öğretip kendilerine yönelik şiddetle başa çıkmaya çalışan üyeler, yerli olan sari ve baharat üretimiyle de işsizliğe karşı mücadele etmeye çalıştıklarını ifade etmektedirler. Okuma yazma oranlarının düşük olduğu bölgede ilk olarak çocuklara kendi çabaları ile okuma yazma öğretmekle başlayan kadınlar takip eden yıllarda yine kendi çabaları ile okul açarak başta kız çocukları olmak üzere tüm çocukların eğitim hayatına kazandırılmasını amaçlamışlardır. 
Kast ve ataerkil yapı ile şekillenen toplumsal düzeni reddetmeleri ve bununla mücadele etmeleri, hareketin sistem karşıtı oluşunu göstermektedir. Hareket, hem alt sınıfa mensubiyetin getirdiği fakirlik ve yoksullukla hem de kadın olmanın yol açtığı ötekilikle mücadele etmektedir (Gulabi Gang, 2013).
Gulabi Gang hareketinin eylemleri karnaval görünümlüdür; hareketin bu özelliği yaşamı alışıldık seyrinden çıkaran, toplumsallığa yeni bir görünüm kazandıran, yaşamı iktidarın denetiminden çıkaran ve adeta bir oyuna dönüştürme özelliğindedir (Çoban, 2009).  Gulabi Gang eşitsizliklerin ortadan kalkacağını ve bunu yapacak olanların da bu inancı kalbinde taşıyanlar olduğunu savunur, hareketin mottosu bu inancı özetler niteliktedir: “Bu yol çiçeklerle değil, tersine dikenlerle kaplı bir yol ve yalnızca kalplerinde dünyanın çilesini taşıyanlar bu yolda yürüyecek cesarete sahiptir.” 
Gulabi Gang hareketi her ne kadar yirmi birinci yüzyılda ortaya çıkmışsa da yeni toplumsal hareketlerin kimlik yönelimli özelliğini taşımaz. Üyelerinin sadece kadın oluşu bu noktada hareketin feminist bir hareket olarak algılanmasına yol açabilir fakat bu yanıltıcı bir durumdur. Hareketin başta toplumsal eşitsizlikler olmak üzere mevcut tüm eşitsizlikleri ortadan kaldırma ve eşit bir toplumsal yaşamı getirme ütopyası vardır. Bu açıdan bakıldığında Gulabi Gang, eski toplumsal hareketlerin özelliğini sergilemektedir. Hareketin lideri Sampat Pal Devi’nin “Gang, adalet için vardır.” sözü hareketin, eylem ve mücadele alanının çerçevesini bu noktada çizmektedir.
Hareketin mevcut web sitesi ve hareketi anlatan 2012 Norveç yapımı ‘Gulabi Gang’ filmi hareketin kitlesel bir hâl kazanmasını ve mobilize olmasını sağlamıştır.  
Gulabi Gang Hareketi bir ezilen hareketi olup; eşitsizliği ortadan kaldırma ve eşitliğin olduğu bir toplumsal düzen getirme istenci ile ortaya çıkmış, iktidarla bu noktada mücadele etmiş ve halen de mücadele etmeye devam etmektedir. Gulabi Gang, mobilize olmasıyla beraber bulunduğu bölgenin sınırlarını aşıp, dünyada bilinen bir harekete dönüşmüştür. Bu çalışmanın yapıldığı dönemde Türkçe literatürde herhangi bir kaynak olmaması, hareketin Türkiye sosyal biliminde yeterince incelenmediğini göstermiştir. 
Gulabi Gang’in ardından araştırmamıza konu olan ve ülkemizde 2013 yılında kurulmuş Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi örgütlenmesi ele alınacaktır.

Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi (KŞKMİ)
Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi (KŞKMİ) kadına karşı her türlü şiddetle mücadele etmek amacıyla bir grup kadının bir araya gelerek oluşturduğu bir toplumsal örgütlenme deneyimidir. 2013 Şubat’ında Nebiye Arı’nın çağrıcılığı ile İstanbul’da bir araya gelen bir grup kadın tarafından kurulmuştur. Şiddete karşı birçok çalışma yapıldığı görülürken Müslüman kimliği ile şiddete karşı bir mücadele yürütülmediğinden ve bir araya gelen kadınların Müslüman kimliklerinin ön plana çıkmasından hareketle kadına şiddete karşı mücadelede inisiyatif almak için bir araya gelenler örgütlenmenin isminin inisiyatif olarak belirlenmesinde etkili olmuştur. Yaşadığımız dünyada kadınların maruz kaldığı her tür şiddet, taciz ve tecavüze dair mücadele eden inisiyatifin, bu mücadelede “Müslümanca bir söylem ve duruş” oluşturma amacı taşıdığı görülmektedir. Amine Wedud (2005), toplumda kadınları kısıtlayanın Kur’an’ın kendisi olmadığını, Kur’an metninin kendisinden daha önemli olarak görülmeye başlayan yorumları olduğunu ifade etmektedir. Sitelerinde bulunan okuma listelerinde Amine Wedud’u kaynak olarak gösteren inisiyatif, kadına karşı yapılan her tür ayrımcılığın, dinin ataerkil yorumları aracılığıyla desteklendiğinin altını çizmektedir. 
İnsanlık tarihine baktığımızda toplumsallığın dinlerden, ideolojilerden ve yönetim biçimlerinden bağımsız olarak ataerkil bir düzen taşıdığını görmekteyiz. Bu durumun varlığı ve kadınların doğrudan maruz kaldığı eşitsizlik ve şiddet,  toplumsal düzenin dönüşümüne dair mücadele isteğini de beraberinde getirmiştir. Toplumsal yapıdaki bu eşitsizlik karşısında insan failinin eylemliliğinin zorunluluğundan hareketle KŞKMİ kendisini “Erkekliğin bir iktidar kimliğine dönüşerek kadınlar üzerinde baskı ve şiddet aracı olmasına karşı çıkan Müslüman kadınlar” olarak tanımlamaktadır. Kadınların sadece kadın olmalarından kaynaklanan ayrımcılık, eşitsizlik ve şiddetin her türü karşısında aktif bir mücadeleyi amaçlamaktadırlar.   
KŞKMİ, kadına şiddete karşı eylem ve söz üretmede harekete geçirici motivasyon kaynaklarını 2013 yılında kadın cinayetlerindeki artış olarak göstermektedir. İnternet sitelerinde yer verdikleri ilkelerinde, tüm kadın örgütleriyle dayanışmaya açık olduklarını belirtmekle beraber “Devletin, kocanın, patronun zulmünün; yaşamın her alanında kurulan ataerkil tahakkümün karşısında; zulme uğrayan tüm kadınların kimliğini sorgulamaksızın yanındadır” denilerek bir aradalığın öneminin vurgulandığı görülmektedir. Aktaş (2001), seksenli yıllarda Müslüman kadınlar için başörtüsünün hem engelleyici hem olgunlaştırıcı olduğunu, gündemlerinin başörtüsü yasakları ile dolu olması sebebiyle herhangi bir meslek veya etkinlik alanında yeterince derinleşme sağlayamasalar da öteki ezilenler ve baskı görenler ile ilgilenme imkanlarının olduğunu ifade eder. 2013 Ekim’inde yayımlanan yönetmelik ile kamuda başörtüsü yasağının kalkması sonrası Müslüman kadınların kimliğine bakılmaksızın tüm kadınların yanında olacakları ifadesi hem devlet ideolojisinin ötekisi olmayı deneyimlemeleri hem bu öteki olma halinin fiili olarak bitmesiyle diğer ötekilerin haklarını savunma ve onlarla dayanışma için bir eylemlilik içine girmelerine neden olmuştur. Nitekim Türkiye’deki kadın ve LGBTİ hareketi ile ortak metinlere imza verme şeklindeki eylemlilikleri bu bağlamda değerlendirmek mümkündür.  
Hem çıkış yaptıkları ve kendilerini anlattıkları hem de mücadelelerine çağrı yaptıkları manifestoda kadına yönelik şiddet bir zulüm olarak görülmekte ve kadına yönelik her türlü şiddetin ataerkil dini yorumlarla meşrulaştırılması karşısında mücadele edeceklerini ifade etmektedirler. İslam’ı kadın perspektifiyle yorumlayan veya kendi deyişleriyle İslam’a atfedilen kadın karşıtı argümanları İslam’ın kendisiyle çürütmeye çalışan KŞKMİ’nin mücadele yöntemleri arasında okuma ve tartışma yürütmek de bulunmaktadır (Özinanır, 2016). Ali (2014), İslami feminizmin amacının düşünsel alanda adalet ve eşitlik prensiplerinden yola çıkarak dindeki söylem ve uygulamalarda gömülü bulunan maskülen ve cinsiyetçi anlamların ortaya çıkarılması için fıkhı gözden geçirip düzeltmek ve tefsiri yeniden yorumlamak olduğunu ifade etmektedir. Buna göre eşitlik istenci ile toplumsal bir dönüşüm amaçlayan KŞKMİ bir yandan Pınar Selek’e destek eylemi, Ekin Van’ın ölü bedeninin sürüklenmesini ya da Özgecan Aslan cinayetini protesto etme eylemlilikleri gösterirken diğer yandan teorik okumalar ile eylemliliğinin kaynaklarını da oluşturma çabası içine girmektedir. Eşitlik ve adalet arzusunun temel motivasyon olduğu ve daha iyi bir toplumun hayal edildiği bir ütopik bilinç içinden hareket eden KŞKMİ, daha iyi bir toplumu sadece hayal etmemekte aynı zamanda bunun gerçekleşmesi için mücadele de etmektedir. Böyle bir mücadele Yıldırmaz’a (2015) göre feminist ütopyaların temel karakteristiğini oluşturmaktadır. Bu bağlamda KŞKMİ’nin ütopyası için mücadele eden bir örgüt olduğu söylenebilir. 
Beş yıldır kadına şiddet alanında mücadele eden KŞKMİ üyeleri, kadına şiddette işaret edilen ataerkil dini yorumların kaynağını anlamaya yönelik dışarıya açık okuma faaliyetleri yürütmektedirler. Diğer kadın örgütleri gibi, kadınlara yönelik şiddetin sonucu olarak açılan ceza davalarını takip etme ve şiddete uğrayan kadınlarla dayanışma içinde olma, kadınların hayatını doğrudan ilgilendiren yasal düzenlemelerle ilgili tartışma yürütüp fikirlerini açıkladıkları bildiri metni yazma gibi mücadele alanlarının yanı sıra onları özgün kılan bir takım eylemleri de bulunmaktadır. Erkek şiddeti sonucu öldürülen Özgecan Aslan ve Emani Arrahman gibi kadınlar için kıldıkları gıyabi cenaze namazlarını Müslümanların şehit olarak gördükleri insanlar için kıldıkları gıyabi cenaze namazlarının kadına yönelik şiddet ile mücadelede kendi ifadeleriyle “Müslümanca bir eylem oluşturma çabası” olarak değerlendirmektedirler (www.kskmi.com). Kadına şiddete karşı yazdıkları cuma hutbesi de Müslüman kimlikleri ile sürdürdükleri mücadelede diğer kadın örgütlenmelerinden farklı bir eylem pratiği olarak görülmektedir. Ayrıca son yıllarda kadın hareketinin gündemleri üzerinden bir eylemlilik oluşturma çabası içinde oldukları görülmektedir. Yine kendilerine özgü olarak yaptıkları eylemlilikler içinde İran’da başörtüsü zorunluluğuna karşı kadınların direnişlerini destekleme ve Afganistan’da direniş içinde olan kadın örgütlerinden biriyle (RAWA) dayanışma içinde oldukları görülmektedir. Nitekim KŞKMİ’nin Türkiye içerisinde kadın hareketiyle ortaklaşan bir eylemliliğin yanı sıra dünyada da Müslümanların çoğunlukta yaşadığı ülkelerde direniş ve mücadele içinde olan kadınlar ile bir özdeşleşme kurmaları bir arada yaşama üzerine bir arayış içerisinde olduklarını düşündürmektedir.       

Son Söz Yerine
Gulabi Gang ve KŞKMİ içinden çıktıkları toplumsal yapının kültürel ve inanç kimliğine dair sembolik ve pratik uygulamalarını metot ve yöntemlerinde sergilemektedirler. Gulabi Gang üyeleri giydikleri elbisenin rengi, başta şiddet olmak üzere maruz kaldıkları kötü muameleyi engellemek adına kullandıkları lathileri ile kültürel kodlarını; KŞKMİ üyelerinin çoğunluğunun Müslüman kimliğinde ortaklaşmaları nedeniyle şiddete karşı ürettikleri söylem ve cuma hutbeleriyle inanç kimliklerini eyleme geçirmektedirler. Her ne kadar bütün üyeleri kadın olsa da Gulabi Gang kendini feminist bir örgütleme olarak tanımlamamakta; kast, ataerkil toplumsal yapı, eğitimsizlik ve işsizlik olmak üzere her türlü eşitsizliğin karşısında olup bölgelerinde adaletin tesis edildiği bir ütopyayı kurgulamaktadır. Bununla birlikte KŞKMİ kendisini kadın örgütü olarak tanımlamakta ve mücadele ettiği alanı kadına karşı uygulanan her türlü şiddet olarak tanımlamaktadır. KŞKMİ, Müslüman ve feminist bir paradigma içinden hareket etmektedir. Kadın bakış açısıyla şiddetin ortadan kaldırılmasını amaçlayan bir toplumsal hareket olan KŞKMİ yeni toplumsal hareketlere ait özellikler taşırken, üyelerinin tamamı kadın olmasıyla birlikte toplumsal yapıda topyekûn bir eşitliğin olmasını amaçlayan Gulabi Gang eski toplumsal hareketlere ait özellikler taşımaktadır. Mücadele aracı olarak bildiri yazımı, okuma ve tartışma toplantıları, imza kampanyası, stant açma, eylem ve protesto yapma gibi entelektüel araçlar kullanan KŞKMİ bir orta sınıf hareketi iken, mücadele aracı olarak öz savunma ve şiddeti kullanan, eğitim, üretim, iş ve sağlık alanlarında çalışan Gulabi Gang bir alt sınıf hareketidir. Mücadele yöntemlerinin farklılaşmasıyla birlikte bu iki örgütlenmenin ortaklaştığı temel hususlar ise; yerleşik toplumsal hareketlerin aksine üyelerinin tamamının kadın olması ve eşitsizliğin doğurduğu her türlü şiddeti reddetmeleri ve bu şiddetin karşısında yer almaları sonuç olarak da ayrımcı söylem ve eylemlere karşı çıkmalarıdır. Çalışmayı Clarissa P. Estes’in kadim gelenekten getirdiği kurt kadına dair dizeleri ile bitirmeyi değerli buluyoruz:
Kadınlar olarak, kendimizin ölü ve parçalanmış kısımlarımızı geri çağırmak, hayatın kendisinin ölü ve parçalanmış kısımlarını geri çağırmak bizim meditasyon pratiğimizdir. Ölmüş olandan yeniden bir şey yaratan, her zaman için iki taraflı bir arketiptir. Yaratıcı Anne her zaman Ölüm Anne’dir de ve bunun tersi de geçerlidir. Bu ikili doğa ya da ikili göre nedeniyle bizi bekleyen en önemli iş, çevremizde ve içimizde neyin yaşaması, neyin ölmesi gerektiğini anlamayı öğrenmektir. Yapmamız gereken, ikisinin de zamanlamasını kavramak; ölmesi gerekenlere ölmesi için, yaşaması gerekenlere yaşamaları için izin vermektir (Estes, 2018).

KAYNAKÇA

Aktaş, C. (2001). Bacı’dan Bayan’a: İslamcı Kadınların Kamusal Alan Tecrübesi. Pınar Yayıncılık: İstanbul.

Ali, Z. (2014). (Der). İslami Feminizmler. Çev. Öykü Elitez.  İletişim Yayınları: İstanbul.

BBC (2016). http://news.bbc.co.uk/2/hi/7068875.stm (Erişim Tarihi: 31.12.2016).

Beauvoir, S. (1988). Kadınlığımın Hikâyesi. Çev. Erdoğan Tokatlı. Payel Yayınları: İstanbul (4. Basım).

Çoban, B. (2009). Yeni Toplumsal Hareketler, Sınıf Mücadelesi ve Ütopya. Barış Çoban (Ed.), Yeni Toplumsal Hareketler içinde (s. 9-43). Kalkedon Yayınları: İstanbul.

Elgür, E. V. (2009). Taraf Olmanın Açık Beyanı: Halkın Hakları Hareketi ve Halkevleri. Barış 
Çoban (Ed.), Yeni Toplumsal Hareketler içinde (s. 191-255). Kalkedon Yayınları: İstanbul.

GGO  (2016). http://gulabigangofficial.in/ (Erişim Tarihi: 31.12.2016).

Harvey, D. (2006). Postmodernliğin Durumu. Çev. Sungur Savran. Metis Yayıncılık: İstanbul (4. Basım).

Jain, N. (Yönetmen). (2012). Gulabi Gang [Film]. Co-Production: Norveç, Hindistan, Danimarka. 

Lelandais, G. E. (2009). Sosyal Hareket Teorileri ve Küreselleşme. Barış Çoban (Ed.), Yeni Toplumsal Hareketler içinde (s. 63-91). Kalkedon Yayınları: İstanbul.

Ettinger, E. (2006). ‘Giriş’. Rosa Luxemburg, Sevgiliye Mektuplar. Çev. Nuran Yavuz. Agora Kitaplığı: İstanbul.

Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi (KŞKMİ, 2018). http://kskmi.com/ (Erişim Tarihi: 10.03.2018) 

Özinanır, S.Y. (2016). Kadın perspektifli bir İslami yorumlama biçimi olarak Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi, Fe Dergi, 8(1), 118-129.

Sustam, E. (2009). Küresel Kapitalizm Çağında Yeni Sosyal Hareketleri Okumak: Küresel Travma, Kriz Toplumu ve Favelas’lar!. Barış Çoban (Ed.), Yeni Toplumsal Hareketler içinde (s. 91-147). Kalkedon Yayınları: İstanbul.

Turner, B. (2013). Eşitlik. (Çev. Bahadır S. Şener.) Dost Kitabevi Yayınları: Ankara (4. Baskı).

Wedud, A. (2005). Kur’an ve Kadın. (Çev: Nazife Şişman.) İz Yayıncılık: İstanbul.

Yıldırmaz, T.Y. (2015). Ütopyanın Kadınları Kadınların Ütopyası. Sel Yayıncılık: İstanbul (2.Baskı) .  


***

Editör Notu: Bu yazı, 19-21 Ekim 2018 tarihleri arasında TODAP tarafından İzmir’de gerçekleştirilen VI. Eleştirel Psikoloji Sempozyumu’nda sunulmuş olan bildirinin gözden geçirilmiş tam metnidir.