Faşizmin Yükselişi?! Otoriter Popülizmi Eleştirel Psikoloji ile Anlamak

Till Manderbach & Daniel Schnur

Çevirenler: Doğa Eroğlu ve Ege Akpınar

Giriş

Bu yazıda sizlere, neden Berlin Eleştirel Psikoloji Okulu (Holzkamp ve meslektaşların izinden giderek) perspektifinin; otoriter partilerin ve siyasetlerin süregelen seçim başarılarıyla ilgili solda yapılan tartışmalara yardımcı olacağına inandığımızı anlatacağız. Bu paradigmadan hareketle, bireysel eylemi bizzat öznenin bakış açısından analiz ediyoruz. Yani, –yabancılaştırılmış yapılarda bile– ‘eylemlerin temellendirilmesi’ne dayanarak (bkz. Tolman, 1994), her bireyin eylemleri için kendi ‘gerekçeleri’ olduğunu varsayıyoruz.  

“Siyasi sağa kayma” açısından en bariz gerçek, son seçimlerde elde edilen sonuçlardır. Diğer Avrupa ülkelerinden sonra, AfD (Almanya için Alternatif) –genellikle “sağ kanat popülist” veya “otoriter popülist” olarak adlandırılan– bir parti olarak Almanya'da kuruldu. İktidardaki Sosyal Demokratlar ve Hristiyan Demokratlar düşüşe geçerken, komünal ve federal parlamentoları kasıp kavurdular (bkz. Goldberg, Leisewitz, Reusch ve Wiegel, 2017). Gözlemleyebileceğimiz şey, siyasi partiler içindeki ve arasındaki bir ikilemdir. Siyasi temsildeki bu genel değişimler, yakın zamandaki ekonomik tarihin ve onun ideolojik yerleşiminin arka planından hareketle açıklanacaktır.

İlerici Neoliberalizmin Hegemonik Krizi

2008’deki mali kriz ve krizin politik olarak düzenlenme şekli, neoliberalizmin ikinci aşamasının ideolojik krizine –bir hegemonya krizine– yol açtı; yani tahakkümün bu neoliberal biçimi aktif rıza üretme yeteneğini kaybetti (Rehmann, 2016). Nancy Fraser (2017), bu ikinci aşamayı, “bir araya gelmesi mümkün olmayanların ittifakından oluşan ‘ilerici neoliberalizm’ olarak tanımlamaktadır: Bir tarafta yeni toplumsal hareketlerin anaakım liberal akımları (feminizm, ırkçılık karşıtlığı, çokkültürlülük, çevrecilik ve LGBTQ hakları); diğer tarafta, ABD ekonomisinin en dinamik, üst düzey ‘sembolik’ ve finansal sektörleri (Wall Street, Silikon Vadisi ve Hollywood)”. Bununla birlikte bu terim; bir taraftan refah devletini yıkmak istedikleri halde 1968 sonrası hareketlerin sokaklara dökülmemiş olmaları bakımından, diğer taraftan ise ilk nesil neoliberal politikacıların (Thatcher, Reagan) kültürel olarak ilerici olmak dışında her şey olmaları –aslında son derece muhafazakâr olmaları– bakımından paradoksal görünüyor. Sosyal demokrat partiler, hiçbir alternatif olmadığı ön kabulüne dayanarak neoliberal programı kabul ettiklerinde ve toplumsal hareketlerin taleplerinin bir kısmı (bunlar sermayenin gücünü sorgulamayan taleplerdi) tanındığında, ortaya bir sentez çıktı. Yeni toplumsal hareketlerin eşitlikçi talebi meritokrasiye dönüştü: Sıkı çalışanların toplumda yüksek bir pozisyonla ödüllendirileceği vaadine. Tahakkümün bu bakımdan sorgulanması yerine, şimdi de bunu kullananın sadece beyaz erkek olmaması talep edildi. İlerici neoliberalizmin çekiciliğini bu yeni toplumsal hareketlerden (çeşitlilik, güçlendirme, vb.) ödünç aldığı söylenebilir. Bununla birlikte, özellikle kriz ve kemer sıkma karşısında, giderek toplumun daha fazla kesimi bu gündemle ilgili ikna edilemeyecekti.

Özellikle kentsel orta sınıfların dışında, hem kültürel olarak geri kalmış hem de ekonomik olarak ihtiyaç duyulmayacağı kabul edilen insanlar, kendilerinin ve ülkelerinin “tekrar harika” (“great again”) olacağı sözünü veren kampanyalar tarafından cesaretlendirildi (bkz. Illouz, 2017). Burjuvazinin bir kısmının çıkar sağladığı yerler: Devlet politikalarından memnun olmadıklarından iktidar ilişkilerini kendi lehlerine çevirmeye çalıştılar – madunların 'elitlere' karşı hoşnutsuzluğunu desteklediler, Demirović’in (2018) deyişiyle, burjuva kampından ayrılmaya teşvik ettiler.

İdeolojik Yapılarda Faillik

Burada, otoriter popülizmin mantıksal tutarsızlığı asıl meselemiz olmayacak; biz başka sorularla daha fazla ilgileniyoruz. Şöyle ki: Neden bu tarz bir siyasetin temsilcileri insanları harekete geçirebiliyor? Bu –egemen sınıfın ve alt sınıfın belirli kısımlarından oluşan– sınıf ötesi ittifak nasıl çalışıyor? Son olarak –psikolojik düzeyde– özne olarak bireyin bakış açısına göre bu projeleri desteklemenin sebepleri nelerdir?

Berlin Eleştirel Psikoloji Okulu’nda faillik; bireyin toplumsal yaşam koşullarının yeniden üretilmesine ne kadar katılabildiği anlamına gelir. Yani, kişinin spesifik yaşam koşulları ve bunların toplumsal konumlanışı arasındaki ilişkinin öneminin vurgulanması demek. Bireysel eylemi analiz ederken, ideolojik yapıların içinde bile, tek bir bireyin bakış açısından “dünyayı” temsil eden eylem olasılıklarını sormalıyız. Birey dünyayla doğrudan karşılaşmıyor; onu verili bir anlamlar yapısı içinden deneyimliyor. Eleştirel Psikoloji’deki başlıca analitik terim, kısıtlayıcı faillik (restrictive agency) karşısında genelleşmiş faillik (generalized agency) boyutudur. Birincisi, yalnızca mevcut düzendeki eylem imkânlarına dayanarak, güç/tahakküm yapılarıyla hiçbir şekilde zıtlaşmamak anlamına gelir. İkincisi, bireysel yaşamın toplumsal koşullarının kontrolüne kolektif olarak katılmaya yol açabilecek eylem imkânlarına dayanmak anlamına gelmektedir (bkz. Tolman, 1994). Başka bir deyişle: Uyma veya direnç gösterme arasındaki seçim.

Dolayısıyla, örneğin, insanların neden üzerlerindeki baskıyı daha da kötüleştirebilecek milliyetçi hareketlere katıldıkları sorusunu sormak yerine, bireyin bakış açısına göre neden bu harekete katılmanın en makul olasılığı temsil ettiğini sormamız gerekir. Ve elbette bu süreci yalnızca; ideolojilerin, bireysel faillik düzeyinde ne sunduklarını sorguladığımız zaman anlayabiliriz.

Wolfgang Fritz Haug’un da aralarında olduğu İdeoloji Teorisi Projesi (Project Ideology Theory) olarak adlandırılan bir grup Alman filozof, “İdeoloji”nin kendisini şu şekilde analiz etmişlerdir: “Bölünme ilkesinin kamuya hükmettiği patriyarkal ve sınıfsal toplumlarda, ‘ideolojik hayal [ideological imaginary], telafi edici bir şekilde toplumu bölünme unsuru üzerine yerleştirir” (Rehmann, 2017). Otoriter popülizmde, bu “ideolojik hayal”, “halk”tır (Almanca: ‘das Volk’). İnsanların devlet süreçlerine karşı hiçbir gücünün olmadığı ve insanların yaşam sorunlarının kim olursa olsunlar “seçkinler” [elites] için bir önemi olmadığı ileri sürülmektedir. Önerilen ise şudur: Hayali “halk”ın bir parçası olmak, insanların gerçek yaşam sorunlarını “eski seçkinler”, “uluslararası seçkinler”, vb. için kişisel hale getirecektir. Öyleyse, bir kişi, “halk”tan ırkçılık veya diğer ayrımcılık biçimleriyle dışlanmadığı sürece, otoriter popülizm onun için çekici bir eylem olasılığıdır. Gerçek yabancılaşmaya dikkat çekilmemelidir, (Brexit kampanyasının deyişiyle) ‘halk’ “kontrolü geri alabilir”. Ancak, ilerici hareketlerin aksine, yönetilen ve yöneten yapısı hâlâ sürmektedir. Bu, aynı zamanda, otoriter popülistlerin toplumda güçlü pozisyonda olduklarında veya uzun süre “seçkinlerin” bir parçası olduklarında bile, neden her zaman seçim kampanyası yapma eğiliminde olduklarını açıklar.

Ve en önemlisi, insanlar, yalnızca “nihayet duyulacakları” sözü verdiği için değil; aynı zamanda, “halk” –ırkçı, hiddetli bir kalabalık– olarak etkin şekilde hareket edebilmek için ve şimdi kendi şanslarından (ya da eğer pasif kalırlarsa, kötü şanslarından) sorumlu olma imkânı sunduğu için, otoriter popülizmin çekiciliğine kapılıyorlar. 

Irkçıları Yeniden Eğitmek?

Irkçılığa ilişkin yaklaşımlardan biri –dinsel köktencilik ve eklenebilecek diğer tutucu ideolojiler gibi– “sınıf mücadelesi hipotezi” olarak nitelendirilebilir. Bu hipotez, ırkçı öfkenin sadece yanlış yönlendirildiğini ifade eder. Esasen, işçilerin talihsizliklerinden sorumlu olanın yabancılar değil de patronları olduğunu ortaya koyarsanız, işçiler birleşecek ve esas düşmanlarıyla savaşacaklardır. Kulağa çekici geliyor (ve tamamen yanlış değil); fakat, ne yazık ki işler bundan daha karmaşık. Bu tür bir hipotez, solcuların mâkul argümanlar sunarak engellemek için bu kadar çaba sarf etmelerine rağmen, ırkçılığın neden alt sınıflara çekici geldiği sorusunun önüne geçiyor. 

Mesele şu ki, özneler de –işçi sınıfının özneleri de– ırkçılıktan faydalanabilir (soykırımlar sırasındaki kamulaştırmaları düşünün veya Yahudi soykırımına dair videolardaki mutlu yüzleri). Ayrıca, ideoloji tepeden yapılan manipülasyonlara indirgenemez; bunun yerine, öznelerin gündelik pratiklerinde yeniden üretilir. Son olarak, ırkçılık düşünce yerine eylemi yönlendiren bir ideoloji olduğundan, “iyi argümanlar”a dayanarak bununla yalnızca bilişsel düzeyde başa çıkma girişiminin başarılı olması pek mümkün değildir (Cohen, 1988). Irkçılığın egemen sınıfın sofistike bir oyununa indirgenemeyeceğini belirtmek, elbette bunun ara sıra basit bir şekilde uygulanmadığı anlamına gelmemektedir; ama yine de bütün hikaye bundan ibaret değildir. Hatta popüler ırkçılık bazen egemen güç bloğunun çıkarlarıyla çelişebilir – örneğin devletin sermaye için güvenilir bir yer olma imajını zedelerse.

Irkçılık; nihayetinde toplumsal hiyerarşilerde istemli bir bütünleşmeye yol açsa bile, kendisini öznelerin gerçek deneyimlerine ve ihtiyaçlarına bağlar, “kendin yap” ilkesi ve katılım ile varlığını sürdürür. Dahası, ırkçılık, “akla yatkınlığı”nı yalnızca bir dizi fikirden değil, aynı zamanda toplumdaki maddi bir güç yapısından da alır. Philip Cohen (1988) bu ilişkiyi alan (güç yapısı) ve harita (ideoloji) arasındaki ilişki olarak tanımlar. Bunu yaparak, ideolojiyi sadece maddi koşulların bir yansıması olarak açıklayan tek taraflı materyalist teorilere ve bu koşullar ile sembolleştirilmeleri arasındaki kaçınılmaz ilişkiyi reddeden post-yapısalcı teorilere karşı çıkmaktadır. Cohen, ırkçı ideolojinin serap imajıyla açıklanabileceğini söyler: “Ne saf bir halüsinasyon ne de saf bir çevresel etkidir; serap, çölde belirli iklim koşullarıyla, susuz gezginlerin arzularının belirli bir hareketi arasındaki kesişimde üretilir!” (Cohen, 1988, s. 56)

Sonuç

Otoriter popülizm ideolojiyi, Fraser’in ifadesiyle “ilerici neoliberalizm”in hegemonik krizinde, bilfiil yeniden düzenlemeye çalışıyor. Eğer destekçileriyle yüzleşmek istiyorsak, onlara yalnızca otoriter popülizmin bariz çelişkilerini açıklayamayız veya neden bu ya da öteki komplo teorisinin yanlış olduğunu söyleyemeyiz. Otoriter-popülist anlatıların ‘gerçek’ kısmını anlamak zorundayız. Örneğin, kendilerini ‘geri kalmış’ kitleden ayırmak için ilerici değerleri kullanan varlıklı liberallerin aslında çoğu insanı arkada bıraktığı gerçeğini anlamamız gerekiyor. Bu şekilde, otoriter popülizmin karmaşık bir eğitim ve düşünceyi sağlamlaştırma süreci gerektirmeden ideolojiyi nasıl yeniden organize ettiğini ve başarılı olduğunu anlayabiliriz. Bu nedenle, ilerici politikanın, yabancılaşmış toplumlardaki failliğe odaklanma sorumluluğunu almasının çok önemli olduğuna inanıyoruz.

Ayrıca, sistematik bir anlayış sonucunda politik bir görüş geliştirmenin kuraldan ziyade istisna olduğunu aklımızda tutmalıyız. Çoğunlukla ve özellikle alt sınıflarlarda, insanlar, kendi deneyimleri olarak gördükleri şeyleri anlamlandırıyorlar. Bununla birlikte, bu deneyim örtük olduğu için, zaten bir başkası tarafından açık hale getirilmiş olan şeyde kendisini tanıması [recognize] gerekiyor. Liberaller şunu görmezden geliyor: “Hepimiz mantıklıyız ve mantık çerçevesinde seçiyoruz… değil mi?” “Halk” olduğu yerde, yani itaat eden konumunda kalmak durumundayken; otoriter popülistler, “halkın sesi” olmayı teklif ederek bundan faydalanmaktadır: Eğer işi sizin için idare eden birisi varsa, içinde bulunduğunuz koşulları değiştirmenize gerek yoktur. Gündelik bilinçle bağlantı kurmak ve gerektiğinde onu eleştirmek solun görevidir; buradaki amaç insanların kendi seslerini geliştirmelerine olanak sağlamaktır.

KAYNAKÇA


Cohen, P. (1988). The Perversions of Inharitance: Studies in the Making of Multi-Racist Britain. In Philip Cohen, Harwant S. Bain (Ed.) Multi-Racist Britain (pp. 9–120). Houndmills, Basingtoke, Hampshire & London: Macmillan Education.
Demirović, A. (2018). Autoritärer Populismus als neoliberale Krisenbewältigungsstrategie. Prokla, 190, 27–42. [engl.: Authoritarian populism as strategy to manage neoliberalism’s crisis]
Fraser, N. (2017). From Progressive Neoliberalism to Trump—and Beyond. American Affairs Journal, Volume I(Number 4), 46–64. Retrieved from https://americanaffairsjournal.org/2017/11/progressive-neoliberalism-trump-beyond/ [Fraser, N (2017). İlerici Neoliberalizme Karşı Gerici Popülizm:Bir Hobson Seçimi. H. Geiselberger (Hazırlayan), Büyük Gerileme Zamanımızın Ruh Hali Üstüne Uluslararası Bir Tartışma. Istanbul: Metis Kitap.]
Goldberg, J., Leisewitz, A., Reusch, J., & Wiegel, G. (2017). Das Ergebnis der Bundestagswahlen 2017. Ursachen der Rechtsentwicklung (Teil I). Z. Zeitschrift Marxistische Erneuerung, 112. Retrieved from http://zme-net.de/article/3254.das-ergebnis-der-bundestagswahlen-2017-ursachen-der-rechtsentwicklung-teil-i.html [engl.: Results of German federal parliamentary elections 2017: Reasons for the shift to the right]
Illouz, E. (2017). Populism or the Crisis of Liberal Elites: The Case of Israel. In H. Geiselberger (Ed.), The Great Regression (pp. 49–64). Cambridge: Polity Press. [Illouz, E. (2017). Bağımsızlaşma Paradoksundan Liberal Elitlerin Ölümüne. H. Geiselberger (Hazırlayan), Büyük Gerileme Zamanımızın Ruh Hali Üstüne Uluslararası Bir Tartışma. Istanbul: Metis Kitap.]
Rehmann, J. (2016, September). Bernie Sanders und die Hegemoniekrise des neoliberalen Kapitalismus. Retrieved 15 November 2018, from https://www.zeitschrift-luxemburg.de/bernie-sanders-und-die-hegemoniekrise-des-neoliberalen-kapitalismus/ [engl.: Bernie Sanders and the hegemonic crisis of neoliberal capitalism]
Rehmann, J. (2017). İdeoloji Kuramları: Yabancılaşma ve Boyun Eğme Güçleri. Istanbul: Yordam Kitap.
Tolman, C. (1994). Psychology, Society and Subjectivity: An Introduction to German Critical Psychology. London, New York: Routledge.