Görüş IV • Salgın Zamanlarında Dayanışmayı
Örgütlemek:
Farklı Grup ve Kurumlar, Farklı Deneyimler •
Farklı Grup ve Kurumlar, Farklı Deneyimler •
PEP Gönüllüleri
Röportajı Haz. Damla Gürkan
Koronavirüsünün, Türkiye’ye “gelmeden”
önceki ve geldiği “ilan edildikten” sonraki zamanları düşünerek, ilk etkilerini
Plaza Eylem Platformu olarak nasıl karşıladınız, paylaştınız, deneyimlediniz ve
ele almaya çalıştınız? Deneyimleri şimdiye kadar geçen zamanı düşünerek
paylaşır mısınız? (Bireysel ve grupsal temaslar, temassızlıklar, başvurular,
tepkiler vb.)
Salgınla birlikte bizimle temasa geçen beyaz yakalı
çalışanlar kaygılarını ve karşılaştıkları olumsuzlukları paylaştılar. Bunun
üzerine durumu biraz daha geniş bir pencereden görmek için 15 Mart-20 Mart
tarihleri arasında 574 kişinin doldurduğu İş
yerinde Koronavirüs önlemleri isimli bir anket yaptık. 30 Mart-6 Nisan
tarihleri arasında Çalışanlar için
Koronavirus başlıklı ikinci bir anket yaptık. Sonuçları sosyal medya
hesaplarımız üzerinden ve internet sayfamızda kamuoyu ile paylaştık. Anket
sonuçları, çalışanların kendi hayatlarını belirleyen bu süreçlere daha aktif
katılmak istediklerini ama hak kayıplarıyla dışarıda bırakılmaya maruz
kaldıklarını gösteriyor. Birçok işyerinde çalışanlara acil eylem planına
ilişkin fikirlerinin sorulmadığı, herhangi bir sağlık kontrolünün
yapılmadığını, yine başlangıçta evden çalışmaya uygun işyerlerinin çok azının
bu uygulamaya geçtiğini gördük. Canlı yayınlara katılarak ve röportajlar
vererek hem bulgularımızı ve görüşlerimizi hem de çalışanların sesini duyurmaya
gayret ettik.
Salgının başından itibaren çalışanlar işlerinin devamı
konusunda kaygılıydılar. İşten çıkarma riskine karşı istenatildim.org sitemizi aktive ettik. İşten çıkarma yasaklanınca
yoğunluk biraz düştü, ancak salgın sonrasına hazırlanıyoruz.
Salgın boyunca çalışanlara uygulanan adaletsiz ve kamu
sağlığına aykırı uygulamaları teşhir ettik. Haftasonu dahi çalıştırılmaya
zorlanan Halk Bankası başta olmak üzere tüm kamu bankalarında çalışanlarının
sıkıntılarını yaptığımız önemli bir röportajla gündeme getirdik.
Baştan itibaren bu konunun bir kamu sağlığı sorunu olarak
ele alınmasını, zorunlu olanların dışında çalışmanın durdurulmasını, toplumun
bir kesiminin dışarı çıkma zorunluluğunun ortadan kaldırılmasını savunduk.
Salgının finansallaştırılmasına ve çözüm niyetine insanların borçlandırılmasına
karşı çıktık.
Bunların yanı sıra salgının bir süredir yoğunlaşmaya
çalıştığımız dijitalleşme, çalışma disiplinindeki değişimler ve yeni çalışma
biçimleri konusunda hızlandırıcı bir etkisi olduğunu tespit ettik. Özellikle
evden çalışma konusunda hızlı bir gelişme söz konusu. Çalışmalarımızı bu konuya
yoğunlaştırdık. Her hafta evden çalışan arkadaşlarımızın bizimle deneyimlerini
paylaşmalarını bekliyor ve bu deneyimleri sitemizden yayınlıyoruz.
Çalışmalarımızı çevrimiçi toplantılarla belirliyor ve
yürütüyoruz. Salgının başlangıcından itibaren her hafta bir akşam gerek Türkiye’den
gerekse yurt dışından katılımlarla, nerede hangi uygulamaların yapıldığından
haber almaya, sıkıntılarla ilgili birlikte kafa yormaya ve çözüm yolları
bulmaya çalışıyoruz. Ayrıca diğer beyaz yakalı örgütleriyle ve emek
örgütleriyle birlikte düşünmeye ve çalışmalar yapmaya gayret ediyoruz.
Beyaz yakalıların zaten yoğunluklu
yaşıyor olduğu çalışma acısı, hak kayıpları, baskılar bu dönemde de ev ve iş
hapsi şeklinde devam ediyor görünüyor. Pandeminin getirdiği yaşamsal riskler,
kayıplar, tanıklıklar ve devamındaki siyasal, ekonomik belirsizliklerle
toplumda huzursuzluk, güvensizlik, inkârdan paranoyaya kadar giden değişen
uçlarda ruh hâllerini yaşatmakta. Beyaz yakalılar açısından bu sürecin daha da
derinleştireceğini öngördüğünüz ne tür riskler var? Şu süreçte daha
dezavantajlı olan gruplar kimler sizce?
Salgınla birlikte çalışmanın tüm hayatımızı nasıl işgal
etmiş olduğunu gördük bir bakıma. Evden çalışanlar için özellikle çalışma/mola
saatleri ayrımı ortadan kalktı, artık daha ulaşılabilir durumdayız. Bunun yanı
sıra işin sosyal nitelikleri daraldı. Ofisteyken en azından iş arkadaşlarımızla
birlikteydik ancak şu an tek başımıza çalışıyoruz. Ayrıca ev işleri, yemek,
çocuk bakımı gibi işten ayrı olduğu düşünülen her tür çalışmanın hakkını
istediği bir çalışma deneyimi yaşıyoruz. Aylık yemek kartı, yol ücreti gibi
harcamaları yasanın dışına çıkarak kesen işletmelerin varlığı sorunu daha da
görünür kılıyor.
İş hayatı ve iş dışı hayatın iç içe geçtiğini ve bunun
ruhsal, bedensel ve sosyal hayatımızı belirli bir forma soktuğunu uzun süredir
gözlemliyor ve tespit ediyorduk. Bu tespitte yalnız da değiliz, biraz geç olmuş
olsa da emek yanlısı görünen bazı kurumsal talepler ortaya çıkıyor. ILO’nun
Aralık ayında gündeme gelen 190 numaralı sözleşmesi (ILO 190) bu durumun yarattığı
bazı sorunlar karşısında sendikaları da yanına alarak şirketlere ve devletlere
bazı düzenlemeler için baskı yapıyor. Ancak salgınla birlikte sezgisine ve
bilgisine sahip olduğumuz bu durumu yoğun bir deneyim olarak yaşamanın herhâlde
sonrasında da bizde etkileri olacak.
Dezavantajlı olarak sayabileceğimiz epeyce bir grup var.
Hayati olan işlerde çalışanların yanı sıra hayati olmayan ancak çalışmaya
mecbur bırakılan banka, PTT, kargo, market çalışanları; salgın öncesi günlük
yevmiye ile çalışan ancak şu an işsiz kalanlar, ücretsiz izne çıkarılan ancak
1168 TL gibi komik bir maaşa mecbur bırakılanlar, 20 yaş altında olup kayıtsız,
güvencesiz çalıştırılan çocuklar, 65 yaş üstü olduğu için çalışmak zorunda olan
ancak sokağa çıkamayanlar… Bu dezavantajların çok büyük kısmının kamusal
düzenlemenin, devletin aldığı önlemlerin yetersizliğinden veya yanlışlığından
kaynaklanıyor. “Ekonominin” gittiği yere kadar gitmesi tercih edildi, bir çeşit
zar atıldı ve şanslı olunması umuluyor. Oysa “ekonomi”, bedensiz ve insansız
bir varlık değil, ruhsal ve bedensel belirleyenleri ve etkileri olan sosyal bir
ilişki. Bu süreçte yönetimdekiler adına “şans” olarak adlandırılabilecek tek
şey, yaşanan ve yaşanacak trajedilerin ve kayıpların aile içlerinde, kişisel
yaşantılarda, “iç” dünyalarımızda kalması ve birbiriyle buluşamaması.
Bu anlamda beyaz yakalılar açısından en büyük riskin emek
cephesinin diğer parçalarından ayrı bir yere konup dışlanmak olduğunu
söyleyebiliriz. Nüfusun büyük kesiminin dışarı çıkmak zorunda bırakılması evden
çalışmanın bir çalışma tarzı olduğunu unutturabilir, bir imkan ve rahatlık
olduğu yanılsamasını yaratabilir. Evden çalışmanın bir ayrıcalık olarak görülüp
bunun da beyaz yakalılara atfedilmesi ise sınıf içindeki bölünmeyi ve içine
kapanmayı artırır. Beyaz yakalılar arasında dışarı çıkmak zorunda kalan kesim
kadar her kesimden ücretsiz izne zorlanan, işini kaybeden ve hak kayıplarına
maruz kalan işçilerin sorunlarını önemsizleştirir. Ayrıca, dışarıda çalışmak
zorunda bırakılanların kahramanlaştırılması da ekonominin “durması” ve zorunlu
işlerin ancak ciddi tedbirler alınarak sürdürülmesi zorunluluğunun üzerini
örtüyor. Çalışma toplumun temelini bu kadar işgal etmişken sınıfın çeşitli
parçalarının sorunları ve trajedileriyle kendi içine kapanması ve
deneyimlerinin dışarıya yalnızca seyirlik olarak sunulabilmesi emek cephesi
açısından çok temel ve aşılması gereken bir sorun.
Yıllardır süren ve beyaz yakalı
emekçiler arasında dayanışma ilişkilerini geliştirmeye yönelik çalışmalarınız,
birikiminiz var. Salgının ülkede başlaması, yayılması ve siyasal iktidarın
uygulamalarıyla başlayan süreçte Plaza Eylem Platformu olarak sizce hangi
kanallarınızı (bireyler ve gruplar açısından) iyi kullanabildiğinizi, harekete
geçirebildiğinizi düşünüyorsunuz? Diğer yandan zorlandığınız, kaygılandığınız
ve sekteye uğrayan tarafları neler oldu/oluyor?
Toplantılarımız ve iştenatildim.org
sitemiz gibi bazı faaliyetlerimiz bir çeşit psikososyal destek kurumları gibi
işliyor. İş hayatıyla iş dışı hayatın iç içe geçmesinin, iş yönetiminin ve
baskının bireyler düzeyinde teker teker işleyecek derecede gelişmiş olmasının,
yeni iş disiplini tekniklerinin ruhsal hayatımızda açtığı yaraları ve “çalışma
acısını” önemsiyoruz. Bu sorunlar bireylerin iç yaşantılarında geçiyor olsa da
sebepleri ve sonuçlarıyla sosyal sorunlardır: Birey için sosyal bir sorumluluk
oluşturur ve toplum üzerinde bireye karşı bir borç oluşturur. Adeta ruhsal
alanda bir sınıf mücadelesinin sürdüğünü düşünebiliriz. Dolayısıyla bu
sorunların sosyal kurumlar içinde ve bu kurumlarca ele alınması gerektiğini
düşünüyoruz. Birbirimizden öğrenmek ve bu sosyal sorunla kolektif olarak başa
çıkabilmek için deneyimlerimizi birbirimizle paylaşıyoruz. Biz bunu çoğunlukla
emekli sandığına benzeterek “duygu sandığı” diye adlandırıyoruz. Bu süreçte,
duygu sandıklarına tüm toplumun ihtiyaç duyduğunu düşündük. Kendini bedensel ve
ruhsal olarak virüsten korumak tüm toplumu ve özellikle de virüs karşısında
daha fazla risk altında olanları korumayı sağlıyor ve toplumsal kurumlardan
hastalığa ve kaygıya karşı koruma talep etmek bir toplumsal hak olarak (bir kez
daha) beliriyor. Ancak duyduğumuz kaygıların sağlıksızlık olmadığını ve
onlardan sadece telaşla kaçınarak kurtulamayacağımızı da görüyoruz.
İstanbul merkezli bir ekibiz. Salgının ardından ekranlara
taşıdığımız toplantılara Türkiye’nin ve dünyanın başka şehirlerinde yaşayan
eski üyelerimiz ve yeni temas ettiğimiz beyaz yakalılar katılma imkânı buldu.
Ekrandan sosyal ilişki kurup yürütmek zor, ama önemli bir ihtiyaca cevap
verdiğini düşünüyoruz. Yorucu olmasına rağmen katılanlar konuşmak ve birbirini
dinlemek istediği için toplantılar uzun sürüyor.
Salgın, yapmakta olduğumuz çalışmaları ertelememize sebep
oldu. Örneğin Nisan ayı boyunca yoğunlaştığımız Çalışma Acısıyla Mücadele Günleri düzenlenemedi. Bunun yerine
bulunduğumuz dönemin ihtiyaçlarına odaklandık.
Dünyada ve Türkiye’de de yoğunluklu
yaşanan bu olağan dışı sürecin beyaz yakalı emek grupları üzerinde uzun vadeli
etkilerini düşünürseniz hangi dayanışma temelli araçları, bağlantıları
güçlendirmeli, geliştirmeli? Sizce bu sürecin getirdikleriyle kişileri
sömürülmeye “razı olmak” tan sömürüye direnme/ dayanışma/ örgütlenmeye evriltme
zeminlerini çoğaltmak mümkün mü?
Önümüzdeki süreçte çalışanların yalnızlaşmasının
artacağını, hak kayıpları ve belki hayatlarımızda daha köklü kayıplarla
karşılaşacağımızı ve sınıf içinde bazı bölünmelerin üretilebileceğini veya
mevcut olanların besleneceğini düşünmek için nedenler var. İşverenler
karşısında haklarımızı ve hukuku savunmak da önemli ancak bunlardan başka
ihtiyaçlarımız var. Bir yandan dijitalleşmenin ve yeni iş disiplini
tekniklerinin nasıl çalıştığını ve üzerimizde nasıl baskı oluşturma riskleri
taşıdığını anlamalı ve bunlara karşı akılcı bir şekilde karşı koymanın
yollarını geliştirmeliyiz. Diğer yandan yalnızlığımızı azaltmaya, değiştirmeye
ve “kalabalıklaşmaya” çalışmalıyız. İş dahilindeki çalışma ve bakım, ev
temizliği gibi iş dışı çalışmanın yanı sıra mücadele etmek de emek ve zaman
talep ediyor, çalışma gerektiriyor. Bugün sosyal ilişkilerimizi sürdürmek için
uğraşmak bile dinlendirici olması gerekirken yorucu gelebilir insanlara. Bütün
bunları dikkate alan, en azından görmezden gelmeyen bağlara ihtiyacımız var.
Soma faciasından beri, ofis çalışanlarıyla diğer
çalışanların kaderlerinin çalışma tarzları boyunca birbirine bağlandığını gayet
iyi biliyoruz: Ofislerdeki hızlandırma üretimi, üretimdeki hızlandırma da
ofisleri koşullar, sınıfın bir kesimindeki hak kayıpları diğer kesimdekileri
besler. Sınıf kesimleri arasındaki çıkar farkları ve rekabet bu gerçeği
değiştirmiyor, aksine besliyor. Bu bağlamda, sınıf içindeki farklı konumlar ve
farklı işçilerin birbirleri arasında da bağlar ve bağlantılar düşünülmeli,
hayal edilmeli. Bu bağların kişisel vicdandan daha güçlü güvencelere ihtiyacı
var. Bu güvenceler olmadığında insani bağlar sermaye tarafından kötüye de
kullanılma tehdidi altında. Evden çalışmanın ayrıcalık gibi gösterilmesine denk
düşecek başka bir sorun da fedakarlığın çalışanlardan beklenmesi ve bunu başka
çalışanları korumak için yapmalarının istenmesi oluyor. Beyaz yakalıların
deneyimlerinden gördüğümüz kadarıyla insanlar arkadaşlarının işten atılmasıyla
tehdit edilerek bazı şeylere zorlanıyor ve işlerini kaybetmek yerine hak
kayıplarına razı oluyor. Elbette bazı durumlarda kriz dönemiyle sınırlı bir
fedakârlık mümkün de olabilir, ancak mevcut durumda hak kaybının yerleşmesi ve
sınıf geneline yayılması daha olasıdır.
Genel olarak hak mücadelelerinde ve emek mücadelesinde de
“rıza” sadece bir kandırmaca olarak ele alınıyor. Oysa rıza gösteren işçi pasif
ya da kandırılmış değildir, bölünmüş toplumsal çıkarlarının aktif olarak
peşindedir. Bu çıkarlar maddi ve manevidir, sömürü ilişkilerini kurmakta ve
sabitlemekte temel bir işlevi vardır. Ama neyse ki çeşitli ve değişkendir aynı
zamanda. Rızanın yerini dayanışmaya bırakması için “gerçekleri görmekten”
fazlası gerekiyor. Bu bağlamda da sermayeye karşı mücadele edebilmek için
öncelikle bireyselden küresele çeşitli düzeylerde benzer ve farklı pozisyonlar
arasındaki bağların kurulması, geliştirilmesi ve ilişkilerin düzenlenmesi
gerekiyor. Bu bağlarda ihtiyaçların ve çıkarların işyeri ve hak temelli
mücadeleden daha geniş bir perspektifle ele alınması, maddi ve manevi
boyutlarıyla temas etmenin ve bunların yenilerini oluşturmanın göze alınması,
yeni haklar üretilmesi gerekiyor. Bu çerçevede atılan her küçük adımın faydalı
olacağına inanıyoruz.
Bu süreçte sosyal medyada duyurulan
gönüllü psikolojik destek duyuruları (online) ve ruh sağlığını koruyucu,
önleyici, destekleyici bilgilendirmeler oldu. Takip edebildiniz mi veya
bağlantılı olduğunuz gruplara ulaştı mı? Bireysel ve veya grupsal psikolojik
desteklerin dayanışmacı çalışmalar içinde nasıl bir yeri olmalı sizce?
Bireysel ve grupsal psikolojik desteğin bugün her
mücadele örgütü için gittikçe daha fazla ihtiyaç hâline geldiğini düşünüyoruz.
Öncelikle dayanışmacı çalışmaların da “çalışma” olduklarını, dolayısıyla
bugünün çalışma ilişkilerinin sorunlarından azade olmadıklarını unutmamak
gerekiyor. İkinci olarak, acıyla, çalışma acısıyla ilgilenen ve kendileri de bu
acıdan muzdarip çalışanlarca kurulmuş bir örgütüz. Mobbing mağdurlarına destek
vermek veya istenatildim.org sitemize
gelen şikayetleri cevaplamak görevli arkadaşlarımızda duygusal yükler
oluşturabiliyor. Bu anlamda bir çeşit süpervizyona ihtiyaç duyduğumuzu
söyleyebiliriz. Üçüncü olarak, üyelerimiz arasındaki ilişkileri düzenlerken de
bazen desteğe ihtiyaç duyabiliyoruz.
Bunların dışında, özellikle mobbing
vakalarında terapist, önem sıralamasında avukatla aynı hizada bulunuyor. istenaildim.org sitemizde temelde hukuki
bilgi desteği veriyor gibi görünsek de bu daha çok ruhsal bir desteğe tercüme
oluyor. Çalışanlar terapiste sıklıkla ihtiyaç duyuyorlar. Salgın sırasında da
ihtiyaç duyanlar için TODAP üyesi arkadaşlarımızdan destek alabildik.