Psikologlar, uzun yıllardır meslek yasasız, güvencesiz ve denetimsiz koşullarda çalışıyor. Az sayıda atamayla kamu kurumlarında istihdam edilmenin her geçen gün daha da zorlaştığı bu dönemde ruh sağlığı ve psikoterapi alanında çalışan psikologlar ya düşük ücretlerle rehabilitasyon merkezlerinde ya da serbest çalışma düzenine geçiyor.
Eğitimin özelleştirilmesi, her yıl açılan yeni özel üniversiteler ve niteliksizleşen akademi, psikoloji bölümlerinin hızla çoğalmasına yol açtı. Ancak mezun sayısındaki artış, istihdam olanaklarıyla orantılı seyretmiyor. Dolayısıyla her yıl binlerce psikoloji mezunu, güvencesizliğin ve belirsizliğin içine dahil oluyor.
Bu tabloya bir de 29 Mart 2025 tarihinde Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlanan ve psikologların çalışma alanlarını doğrudan etkileyen Sağlık Meslek Mensuplarının Serbest Meslek İcrası Hakkında Yönetmelik[1] eklendi. Yönetmelik hazırlanırken ne meslek örgütlerinin ne psikologların ne de psikoloji öğrencilerinin görüşü alındı. Bir gecede çıkarılan bu düzenlemeden sabahında haberdar olduk. Demokratik karar alma süreçlerinin işletilmemesi, yıllardır dile getirilen meslek yasası talebinin bir kez daha ertelenmesi, mevcut sorunların daha da derinleşmesine, uygulamada karmaşa ve eşitsizliğin derinleşmesine neden oldu ve olmaya devam ediyor.
Yönetmeliğe biraz yakından bakmak gerekirse, “sağlık meslek mensubu” olarak tanımlanan alanlar arasında klinik psikolog, hemşire, hemşireliğe eşdeğer sağlık memuru, ebe, fizyoterapist, odyolog, diyetisyen, dil ve konuşma terapisti, podolog ve ergoterapistlerin yer aldığını görüyoruz. Bu basit gözlemden dahi yola çıkarak, psikoloji alanında yalnızca klinik psikologların muhatap alınmasının, lisans mezunlarını ve psikolojinin diğer alt alanlarında çalışanları dışlayan, diğer bir ifadeyle kapsayıcılıktan uzak bir yaklaşıma işaret ettiği söylenebilir.
Bu yalnızca basit bir kapsam sorunu değil, emeği gölgeleyen bir yaklaşımdır. Çünkü psikolojinin yalnızca “klinik” alanla özdeşleştirilmesi; adliyelerde, hapishanelerde, özel eğitim merkezlerinde, anaokullarında, belediyelerde ve hastanelerde çalışan psikologların emeğini görünmez kılıyor. Psikoloji bilimi, yalnızca sağlık kurumlarında değil; eğitimde, adalet sisteminde, sosyal hizmetlerde, afet sonrası destek çalışmalarında ve örgütlenme süreçlerinde de toplumun bütününe hizmet eder. Ancak yönetmeliğin bu geniş kamusal alanı görmezden gelerek, psikologları yalnızca tıbbi çerçeveye hapseden bir anlayışla hazırlandığını görüyoruz. Oysa psikolojinin toplumsal işlevinin, yalnızca bireylerin ruhsal iyilik hâlini korumakla sınırlı olmayıp, aynı zamanda eşitsizliklerin yarattığı yıkımı anlamak ve bu alanda dönüşüm yaratmak olduğu söylenebilir.
Üstelik psikoterapi yapabilmek için şart koşulan klinik psikoloji yüksek lisanslarının devlet üniversitelerinde çok kısıtlı kontenjanlarla açılması ve özel üniversitelerde fahiş ücretlerle sunulması, eğitime erişimi kısıtlıyor; psikologlar borçlanarak bu eğitimleri almaya mecbur bırakılıyor. Bugün, örneğin İstanbul’daki ‘apartman’ üniversitelerinde, yani niteliklerine dair şüphe duyabileceğimiz üniversitelerde klinik psikoloji yüksek lisans ücretlerinin bir milyon liraya yakın tutarlarda olduğunu, kimi üniversitelerde ise bunu aştığını görüyoruz.
Yönetmelik yalnızca kapsam dışı bıraktıkları açısından değil, “tanınanlarımıza” şart koştuğu koşullar açısından da sorunlu. Psikologların çalışma ortamına uygun olmayan, ancak sağlanması zorunlu kılınan fiziki ve mekânsal standartlar, serbest çalışanların büyük kısmını alanda çalışamayacak duruma itme riski taşıyor.
Fiziki koşulların en katı hâlinin bu yönetmelikte uygulanması, oda metrekarelerin büyüklüğü, odalarda istenen lavabo zorunluluğu gibi kriterlere sahip binaların bulunması sorunu bir yana, böyle binaların kiralarını ödemek zorunda kalacak psikoterapistlerin giderlerini karşılamak için seans ücretlerinde artışa gitmesi zorunluluğu doğuyor. Yani, psikoterapistlerin giderleri artırılırken halkın da psikoterapiye erişimi doğalında zorlaştırılıyor.
Günümüzün ekonomik koşullarında, özellikle yeni mesleğe başlayan psikoterapistler, çözümü birkaç kişi aynı odayı paylaşmakta ve kira giderini birlikte karşılamakta buluyordu; fakat bu yönetmelikle bir odayı birden fazla kişinin kullanması da yasaklanmaya çalışılıyor. Farklı meslek gruplarının, örneğin dil-konuşma terapistleri ile psikoterapistler gibi, birlikte aynı ofisi paylaşması da yasaklanmış oldu. Bu da bütüncül bir yaklaşımla çalışan ofislerin de yönetmeliğe artık uymadığı anlamına geliyor.
Meslek Örgütlerinin Tutumu ve Eleştirel Psikoloji Perspektifi
Yönetmeliğin gündeme ilk geldiği zaman, Türkiye’de en geniş psikolog kitlesine ulaşabilen, binlerce üyesi bulunan Türk Psikologlar Derneği’nin (TPD) ilk tepkisi, eleştirel bir değerlendirme yerine “birçok eksik olmasına rağmen bu bir kazanımdır” diyerek teşekkür etmek oldu.[2] Fakat yönetmeliğin, kendi haklarını güvence altına almak bir yana, alandaki eşitsizlikleri derinleştiren bir çerçeve sunduğunu düşünen birçok psikoloğun tepki göstermesi sonucunda bazı ek açıklamalar yapıldı, yönetmeliğe yönelik eleştirel bir tutum alındı. Derneğin bu tavrının, eksik ve yetersiz kalmasının ötesinde, neoliberal sağlık politikalarının meslek alanımız üzerindeki etkilerini dolaylı biçimde meşrulaştıran bir nitelik taşıdığını düşünüyoruz.
TPD’nin, Psikolojinin Tıbbi Uygulamaları Eğitimi’ni alanların da yönetmelik kapsamına alınmasını önermesi, yönetmeliğin bütüncül olarak sorunlu çerçevesini sorgulamak yerine onu fiilen kabullenen bir pozisyon üretiyor. Böylece eleştirel psikologlar olarak benimsediğimiz temel ilkelerle açık biçimde çelişen bir tutum ortaya çıkıyor. Üstelik sertifika programı ücretli ve eğitimdeki fırsat eşitsizliklerini daha da derinleştiriyor. Nitelikli, ücretsiz eğitim talebimizi, ruh sağlığı alanının sermayenin rant sağladığı bir alana dönmesine yönelik itirazımızı her fırsatta yükseltmek yerine bu tür geçici çözüm önerileri, psikologların haklarını eşit biçimde güvence altına almak yerine, alandaki hiyerarşiyi ve eşitsizliği yeniden üretiyor.
Bu süreçte TODAP olarak emekten ve toplumdan yana bir perspektifle, emeğimizin değersizleştirilmesine, mesleki birikimlerimizin, yaşadığımız zorlukların hiçe sayılmasına sessiz kalmadık. Yönetmeliğin alanımıza etkilerini tartışmak üzere iç değerlendirme toplantıları yaptık ve ardından Halk için Psikoterapi Derneği ile Psikoterapi ve Psikososyal Çalışmalar Derneği’yle birlikte ortak bir tutum belirledik. Alanın ihtiyaçlarını ve halkın yararını gözetmeyen bu yönetmeliğe karşı, üç meslek örgütü olarak hukuki bir süreç başlatarak, yönetmeliğin yürütmesinin durdurulması ve iptali davası açtık.[3] Bunu psikologların sesine kulak vererek mesleki ve etik sorumluluklarımızın bir parçası olarak gördük. Yine bu süreçte, psikologların mesleki haklarını savunmanın, yalnızca mesleki bir talep değil, aynı zamanda kolektif iyi-oluş ve kamusal ruh sağlığı izdüşümünde, toplumsal bir sorumluluk olduğunu da vurguladık.
Kısa zaman içinde mücadelemizin sonuçlarını gördük, Danıştay yönetmeliğin yürütmesi hakkında kısmi durdurma kararı verdi.[4] 1 Temmuz’a kadar koşulların sağlanması için süre tanıyan maddeyi durdurarak Sağlık Bakanlığı’ndan savunma istedi. Akabinde, Sağlık Bakanlığı savunmasını sundu, şimdi Danıştay’ın kararı bekleniyor. Aralık sonuna kadar, uzayan sürenin ise sonuna yaklaşıyoruz. Fakat tanınan bu geçiş süresi dolmadan, bazı illerdeki ilçe sağlık müdürlüklerinin henüz yeni yönetmeliğe uygun ruhsatı olmayan psikologlara yönelik denetimler yaptığı, bu denetimlerde çalışan kişilerin kimi zaman tehditkâr tavırlar takındığı bilgisi tarafımıza ulaşıyor. Her ne kadar bu vakalar sınırlı da olsa, meslektaşlarımız arasında ciddi bir belirsizlik ve kaygı yaratmaktadır. Oysa söz konusu süre, mevcut ofislerin yeni düzenlemelere uyum sağlaması için tanınmış bir geçiş dönemi olarak belirlendi. Bu nedenle, süre dolmadan yapılan denetimlerin ve uygulanan idari yaptırımların hukuki bir dayanağı bulunmuyor.
Tüm bunlar üzerine, yönetmelik hakkında ne karar verilirse verilsin, psikoloji alanında uzun zamandır eksik olan birlikte mücadele pratiğini geri kazanmış olmanın, örgütlülüğün dağınık olduğu ruh sağlığı alanında bir hareketlilik yaratmanın olumlu etkilerini önümüzdeki süreçte göreceğimizi düşünüyoruz. Yönetmelik karşısında yürüttüğümüz bu kolektif direniş ve eylemlilik hem ruh sağlığı alanının kamusal niteliğini hem de emeğin güvencesini koruma mücadelesi oldu ve olmaya da devam edecektir.
15 Yıla Varan Mücadelemiz: Sermayeden Değil, Emekten ve Toplumdan Yana Meslek Yasası
Bugün yürürlükteki yönetmelik, aslında yirmi yılı aşkın süredir dile getirilen meslek yasası ihtiyacını bir kez daha görünür kıldı. TBMM kayıtlarında aratıldığında psikologlar için meslek yasası ve oda kurulmasına dair ilk kanun teklifinin 2001 yılında verildiğini görmek mümkün.[5] Daha sonra aralıklarla TBMM’ye bu talep iletilmeye devam etti.
Bu noktada 20 yıllık süreçte TODAP’ın rolünü özel olarak irdelemek önemli gözüküyor. TODAP, 2013 yılında hazırladığı Psikologların Çalışma Yaşamında Karşılaştıkları Hak İhlalleri Anketi Raporu[6] sonuçlarında çalışmaya katılan psikologların %75,7’sinin görev tanımlarının belirsizliği sebebiyle hak ihlaline uğradığını ortaya koydu. Bu çarpıcı sonuçlardan hareketle bir meslek yasası tasarısı hazırlayarak[7], 1780 imza ile TBMM önünde basın açıklaması gerçekleştirildi, tasarı Meclis’e Pervin Buldan tarafından sunuldu.[8]
Bu açıklamada meslek yasası eksikliğinin psikolog unvanının kötüye kullanılmasına yol açması sorununa, psikoloji lisans eğitimini bitiren herkesin serbest çalışma hakkının olması gerektiğine yer vererek, psikolojinin alt alanlarına yönelik eğitimlerin lisans eğitimine dahil edilmesi ihtiyacı vurgulanmıştı. Bu ihtiyaçlar, 12 sene öncesinde dile getirildi, ama bu 12 sene içinde alandaki koşulların iyileştirilmesinde hiçbir ilerleme sağlanmadığı gibi, yoksulluğun artması, akademinin içinin boşaltılması gibi etmenlerle daha yakıcı hâle geldi.
Yakın dönemi mercek altına almak gerekirse, 2025’in Eylül ayında, Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı personel alımı ilanlarında klinik psikolog ve psikolog ayrımının yapıldığını gördük. Birçok meslekte lisansı bitirmiş olmak, atamalarda yeterli olurken, psikoloji alanında yüksek lisansın bu denli zorunlu hâle getirilmesi, psikoloji alanının sermaye için kullanışlı bir alan olduğu hakkında somut ipuçları veriyor.
TODAP’la 15 yıla varan meslek yasası mücadelemiz, emeğin ve mesleki hakların korunması için yürütülen uzun soluklu bir hak savunusudur. Bu temelde ihtiyacımız, talebimiz açık: Psikolog unvanının net biçimde tanımlandığı, sınırlarının belirlendiği, bu unvanın haklarını koruyan bir meslek yasası ve Psikologlar Odalarının ve Türkiye Psikologlar Birliği’nin kurulması.
Psikoloji alanında çalışan bizler için haklarımızı korumak kadar toplumsal dayanışma da mesleki sorumluluklarımızdan biri. TODAP olarak, halkın ruh sağlığını savunmayı yalnızca ‘seans odası’ sınırlarının içinde görmüyoruz; aksine yoksulluk, baskı ortamı, fiziki ve ruhsal güvencesizlik, kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikalar, emek sömürüsü ve savaş çığırtkanlığı gibi etmenlerin hepsinin, kolektif ve bireysel ruh sağlığını doğrudan etkilediğini biliyoruz. Neoliberal sağlık politikaları, ruh sağlığını bireysel iyi olma hâline indirgerken sorunların toplumsal kökenlerini yok sayıyor. Anaakım psikoloji ise, bu politikaların meşrulaştırılmasında kullanışlı bir aparat hâline geliyor. TODAP olarak eleştirel psikoloji perspektifiyle, meslek yasası ve meslek birliğinin yalnızca hakları güvence altına almakla kalmayıp, aynı zamanda bizler için bir örgütlenme ve denetleme olanağı sunacağını düşünüyor ve bunun için çabalıyoruz. Meslek yasası, yalnızca unvan veya yetki tanımı değil; etik ilkelere, bilimsel standartlara ve kamusal sorumluluğa dayalı bir çerçeve sunar. Bu çerçeve, hem psikologların emeğini hem de hizmet alan kişilerin haklarını koruyacak bir güvencedir.
Psikologların emeği, toplumsal yarar ve bilimsel etik ilkelerle güvence altına alınmadıkça, hiçbir yönetmelik mesleğimizin hak ettiği güvenceyi sağlayamaz. Yönetmeliğe karşı, TODAP’ın 15 yıllık öyküsüne yayılmış olan bu mücadelemiz, yalnızca bir hak savunusu değil; ruh sağlığı alanında dayanışma ve kolektif gücün yeniden inşasının da bir örneği olageldi. Emeğimizi savunmaya, mesleğimizi toplumsal dayanışma ve emek ekseninde sürdürmek için mücadele etmeye devam edeceğiz.
[1] 29.03.2025 tarihli Sağlık Meslek Mensuplarının Serbest Meslek İcrası Hakkında Yönetmelik: resmigazete.gov.tr/eskiler/2025/03/20250329-1.htm (Linkler için son erişim/görüntüleme tarihi: 21.11.2025) [2] TPD’nin yönetmelik konusundaki bildiri ve raporu: psikolog.org.tr/haberler/saglik-meslekleri-serbest-calisma-yonetmeligi_genel-merkez
[3] “Ruh Sağlığı Alanına, Mesleğimize ve Emeğimize Sahip Çıkıyoruz” başlıklı bildiri: todap.org/bolum_detay.aspx?yaziId=1809&bolumId=1 [4] “Yönetmeliğe Karşı Emeğimizi Savunduk, Yürütme Kısmen Durduruldu!” başlıklı bildiri: todap.org/bolum_detay.aspx?yaziId=1812&bolumId=1 [5] Psikologlar ile Türk Psikologlar Birliği Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (07/05/2001): tbmm.gov.tr/Yasama/KanunTeklifi/f72877bd-7bd1-037b-e050-007f01005610
[6] Psikologların Çalışma Yaşamında Karşılaştıkları Hak İhlalleri Anketi Raporu: todap.org/images/raporlar_brosurler/halk_ihaleleri_raporu.pdf [7] Psikolog Meslek Yasası Önerisi: todap.org/images/raporlar_brosurler/MeslekYasasiDosyasi.pdf [8] Psikologlar Meslek Kanununa Dair Kanun Teklifi (16/05/2013): tbmm.gov.tr/Yasama/KanunTeklifi/f72877bf-6d84-037b-e050-007f01005610