Emeğin Ruhsallığı Alanında Bir Örgütlenme Denemesi Olarak Plaza Eylem Platformu ve TODAP'la Karşılaşmalar
Bu yazıda, emek mücadelesinin ruhsal boyutunu görünür kılmaya çalışan bir örgütlenme çabası olarak Plaza Eylem Platformu’nun (PEP) hikâyesini ve bu hikâyenin Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği (TODAP) ile kurduğu ilişkiler içinde nasıl şekillendiğini ele alıyoruz. TODAP’ın örgütlenmede ve dayanışmada ısrar eden çizgisinin, üye/gönüllülerine yeni alanlar açmanın ötesinde, temas ettiği yapıları da kendi öznelliklerini koruyarak nasıl güçlendirdiğini PEP deneyimi üzerinden tartışıyoruz. Bu çerçevede, beyaz yakalıların sınıf mücadelesinde ‘kapsam dışı’ bırakıldığı bir bağlamda PEP’in kendisini bir emek örgütü olarak kurma çabasına ve bu çabanın TEKEL Direnişi, mobbing tartışmaları, Deneyim Paylaşımı Atölyeleri[2] ve ‘İşten Atıldım’ sitesi gibi uğraklar üzerinden nasıl derinleştiğine odaklanacağız. Emeğin ruhsallığı, çalışma acısı ve psikososyal dayanışma gibi kavramların kazandığı teorik ve pratik çerçeveyi göstererek; sınıf mücadelesinin yalnızca maddi haklarla sınırlı olmayan, işçilerin ruhsal dünyasını da kapsayan daha geniş bir ufka nasıl işaret edebileceğini irdeleyeceğiz.
PEP Nasıl Doğdu?
Emek örgütlenmelerinin güç kaybettiği bir dönemde Plaza Eylem Platformu, sınıf mücadelesinde yeni bir cephe açmak üzere yola çıkmıştı. “Beyaz yakalı” diye adlandırılan ve bazen “orta sınıf” yakıştırmasıyla “patron”a yaklaştırılıp “işçi”nin karşısına yerleştirilen bu sınıf kesimi, yeni binyılın krizlerle açılan ilk iki on yılında tartışılır olmuştu. Beyaz yakalılara ilginin yoğunlaşmasının nedenlerinden biri, yeni krizlerle ücret ve statü anlamında bu kesimin sahip olduğu avantajların erozyona uğradığının ve yavaşça “mavi yakalı”ya yakınsadığının düşünülmesiydi. Beyaz yakalı, özellikle bu dönemde kültürel bir tip olarak tarif edildi, hatta karikatürleştirilirdi: İşçi olduğunun, ezildiğinin ve acı çektiğinin farkında olmayan, topuklu ayakkabıyla gezip kahve içebildiği plazalarda yaşayan, özenti bir dille toplantılar “set-up” eden, modernlik karşılığında köleliği kabullenmiş kibirli modern köleler. Bu figür, örgütlenmeye uygun bulunmadığı gibi istekli de görünmüyordu. Geleneksel sendikalar örgütlendikleri işletmelerde beyaz yakalıları “işveren temsilcisi” sıfatıyla kapsam dışı bırakıyordu. Böylece, ofislerden ve dolayısıyla çalışanların büyük bir parçasından uzak durma karşılığında işvereni “mavi yakalı” işçilerin sendikalaşmasına razı etmeyi kolaylaştırmayı umuyorlardı. Bu ayrıştırmanın maddi bir temeli de, beden-zihin veya kafa-kol ayrımı metaforu uyarınca üretim katmanı ve ofis katmanı arasında bölünmüş işyerinde ne bu iki kesim arasındaki olası çatışmaları yönetecek deneyimin ne de bu özellikli sınıf katmanını (beyaz yakalıları) örgütleyecek birikimin bulunmasıydı. 2000’li yılların başından önce akademisyen, mühendis, tekniker, doktor gibi profesyoneller ve kafa işçileri, sınıf mücadelesine özlük hakları gibi “maddi” çıkarlardan çok, onlara atfedilen ilerici rol üzerinden ideolojik bağlamda dahil edilirdi. Beyaz yakalılardan bu anlamda da bir beklenti yoktu.
PEP, 2008’de başlayan (ve 2011’de başarıya ulaşan) IBM Direnişi’ne destek vermek isteyen beyaz yakalılar tarafından kuruldu. IBM’de çalışan beyaz yakalıların sendikalaşma talebi, işverenin işten çıkarma gibi karşı saldırılarına karşı PEP’e de ismini veren “plaza eylemleri,” internet üzerinden düzenlenen yenilikçi eylemler Sosyal-İş’te karşılığını buldu. PEP ise bu süreçte etkinliğini IBM’in yanı sıra mevcut işçi direnişlerine destek olma yönünde genişletti. PEP’in bu dönemdeki misyonu, işçi direnişleriyle maddi ve manevi dayanışma içinde olmak ve işçileri sendikalara ve sendikalaşmaya yöneltmek, işçi ve sendika/örgütlenme arasında bir köprü vazifesi görmekti.
Dayanışma ve destek etkinlikleri içinde, 2009 sonunda başlayıp birkaç ay süren TEKEL Direnişi, PEP açısından bir dönüm noktası oldu. Ankara sokaklarında işçilerin kurduğu çadırlar, PEP ile birlikte başka yeni profesyonel ve beyaz yakalı örgütlenmelerine, deyim yerindeyse, yataklık etti: Yeni kurulan veya yeniden hareketlenen PEP, BİÇDA (Bilişim ve İletişim Çalışanları Dayanışma Ağı, Politeknik, TODAP, BANK-SEN (Devrimci Banka ve Sigorta İşçileri Sendikası) gibi örgütlenmeler bu çadırlarda yatıp kalktılar, hem birbirleriyle hem de TEKEL işçileriyle temas etme imkânı buldular.
TEKEL Direnişi sonrasında PEP, sadece dayanışma ve aracılıkla kalmayıp kendisini de bir emek örgütü olarak inşa etmeye dair tartışmalar başlattı. Beyaz yakalıların işçi sınıfının bir parçası olarak emek cephesinde kendilerine yer bulabileceği, kendi gündemini oluşturabileceği ve sınıfın diğer parçalarıyla eşit bir düzlemde ittifaklar kurabileceği düşünüldü. Daha kurumsal bir yapıya dönüşmek üzere haftalık toplantılar düzenlenmeye ve komisyonlar oluşturulmaya başlandı.
Bu dönemde, iş süreçlerinin yönetiminde yaşanan performans sistemleri gibi baş döndürücü gelişmelerin, işçi öznelliği üzerindeki derin etkileri ve bu etkilere karşı geliştirilebilecek mücadele yöntemleri, tartışmaların temel eksenini oluşturmaktaydı. Özellikle bu tartışmalarda, PEP’in hem kendi iç dinamiklerine hem de zamanın ruhuna yönelik yaptığı keşifler dikkate değer bir önem taşımaktadır. PEP, kendi toplantıları ve genel varoluş biçimiyle, sadece mücadele için bir araç üretmekle yetinemeyeceğini, aksine örgütlenmesinin bizatihi kendisinin bir mücadele biçimi olduğunu tespit etmiştir. İşyerinde ve iş dışında arkadaşlığı bir direniş biçimi olarak tanımlamış, emeğin ruhsallığı, çalışma acısı[3], duygu sandıkları/ruhsal sandıklar (emekli sandığı gibi), duygu sendikaları/ruhsal sendikalar gibi kavramlar üretmiş, ruhsal alanı sınıf mücadelesinin bir alanı olarak görmeye ve tarif etmeye çalışmıştır.
PEP’in bu tartışma ve kuruluş süreci kadar sonrasındaki faaliyetlerinde de diğer beyaz yakalı ve profesyonel örgütleriyle ilişkileri çok önemli yer tutmuştur. Ancak TODAP’ın bu süreçte ayrıcalıklı bir yeri olduğunu belirtmek gerekir. Aşağıda ayrıntılandıracağımız TODAP ve PEP ilişkileri boyunca eleştirel psikoloji yaklaşımının ve TODAP üyesi dostların yol göstericiliği PEP’in şekillenmesinde ve faaliyetlerinde önemli bir fark yaratmıştır.
PEP’in dönüşüm süreci, günümüz koşullarında sınıf mücadelesinin niteliği ve alabileceği farklı formlar hakkında düşünmek için değerli ipuçları sunmaktadır. Bu dönüşüm, mücadelenin sadece dışsal faktörlere tepki vermekle kalmayıp, aynı zamanda hem bireyin hem de örgütün kendi iç dinamiklerini ve varoluş biçimini de bir mücadele alanı olarak tanımlamasının gerekliliğini vurgulamaktadır. İşçi öznelliğinin dönüşen çalışma koşulları altında nasıl yeniden inşa edilebileceği, dayanışma ağlarının nasıl güçlendirileceği ve sermayenin sürekli evrilen baskı mekanizmalarına karşı nasıl daha etkili direniş stratejileri geliştirilebileceği gibi sorular, PEP’in, eleştirel psikolojiyle de alışverişte bulunan deneyiminden ve teorik üretiminden ilham alarak ele alınabilir. Bu bağlamda, PEP’in mücadelesi, hâlâ sınıf mücadelesinin gelecekteki olası yönelimleri hakkında ufuk açıcı bir perspektif sunma potansiyeli taşımakta ve anlatılmayı beklemektedir.
TODAP’la Karşılaşmalar
PEP’in sınıf hareketi açısından tespit ettiği en önemli ihtiyaçlardan biri, sınıf mücadelesinin ruhsal alana taşınmasıydı: Sınıflaşmayla işaretlenmiş ruhsal tahribatın iyileşmesi ve ölçülebilir maddi zorlukların yanı sıra işçi deneyiminin ortaklaştırıcı ve direngen niteliklerine dayanan bir mücadele için araçların ve zeminin hazırlanması, sınıf mücadelesinde “kapsam dışı” bırakılan beyaz yakalıların işçi kardeşleşmesine dair davetini ve talebini ifade ediyor. Bu davet ve talep, bir yandan haftalık PEP toplantılarında beyaz yakalılar arasında yaşanan çatışmalar ve ortaklaşmalarla, diğer yandan PEP’in farklı işçi kesim ve örgütleriyle deneyimlediği karşılaşmalarla olgunlaştı. PEP’in ve benzeri örgütlenmelerin kaderini belirleyen önemli karşılaşmaların ilki ve en etkilisi TEKEL Direnişi’ydi. Demokratikleşerek beyaz yakalı örgütlerine yönetime katılma/denetim imkânı sunarak bir çatı örgüt olmayı deneyen BANK-SEN’in bir toplantısında sendika yöneticisi, Dostoyevski’ye atfedilen söze nazireyle, “hepimiz TEKEL işçilerinin paltosundan çıktık,” diyordu.
(i) TEKEL Direnişi
PEP, direniş çadırlarına doğru yola çıktığında temel motivasyonu TEKEL direnişine elinden geldiğince destek olmaktı. Ancak direnişteki deneyimler hem PEP hem de sınıf mücadelesi için yapılabilecek şeylerin sınırlarını genişletti. TODAP’ın direnişteki tavrı ve Türk Psikologlar Derneği’ne (TPD) bir eleştiri yönelten bildirisi, PEP için de bir kılavuz oldu:
“(...) objektiflik denilen şey aracılığıyla bakılmaya çalışıldığında [TPD’nin işçiler arasındaki “travma” çalışması kastediliyor], görünenler yalnızca öfke, stres, iletişim kuramayan iki tarafın mücadelesinden öteye geçmiyor. Tekel işçisinin yanından bakıldığındaysa, resim berraklaşıyor: Güvencesiz iş koşullarının değiştirdiği yaşamlar ve mücadele etmenin ürettiği pozitif değerler ortaya çıkıyor. Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği Girişimi olarak, Tekel işçisinin mücadelesinde tarafız. Biz de kendi alanımızda kendi haklarımız için mücadele eden psikologlarız.”
TODAP bildiride, TPD’nin devletle işçi arasında, işçinin çaresizliğine vurgu yaparak devleti ikna etme çabasıyla yaptığı travma anketinin olumsuz bulgularını, mesela öfkeyi, olumlu ve örgütleyici, iyileştirici bir duygu çıktısı olarak ele alıyor, dahası kendi konumunu da ne bu öfkeyi yatıştırmaya yönelik bilimsel/aydın tavrına ne de yönlendirmeye yönelik solcu tavrına yerleştiriyordu. Bunun yerine, bu öfkeyle kendi “öfkesi” arasında bir paralellik tarif ederek bu ikisini yan yana koyuyordu. TEKEL direniş alanının yapısı bu “yan yana koymalara” imkân tanıdığı için büyümüştü. Bir de hediye kabul etmeyi becerdiği için. TODAP’ın direnişle klasik aydın tavrının dışında bir “hediyeleşme” ilişkisi tarifi, rastlantısal olarak PEP’in de işçilere yardımcı olma değil, kendi örgütlenmesini derinleştirme yönelimine ışık tutuyor:
“Yalnızca demokratik mücadelenin temsilcisi bireyler olarak değil; psikologlar ellerindeki teori ve pratiği de bu alana taşımak istiyorlar; aynen doktorlar ve berberler gibi. Bir cümle içerisinde; doktor, berber ve psikoloğun aynı anda geçmesi, TEKEL işçilerinin mücadelesinin toplumsal dayanışmayı uyandıran bir mihenk taşı olduğuna işaret ediyor.”
Direnişin ardından yaptığımız değerlendirmelerde hem beyaz yakalıların kendi içinde örgütlenmeye ve sınıf mücadelesine beyaz yakalıların kendi örgütüyle dahil olmaya hakkı ve ihtiyacı olduğunu, hem de bu katılımın başta arzu edilen dayanışma ve destek için zorunluluk olduğunu tespit ettik.
(ii) Mobbing paneli
Mobbingden daha fazla bahsedilir olduğunda ve mobbingci “iş bilmez yönetici”, mağdur “psikolojisi güçlü olmayan insan” olarak çerçevelendiğinde PEP, TODAP’tan destek istedi. TODAP verdiği destekle iş yerinde yaşanan performans tiranlığının yarattığı duygusal şiddetin sistematik olduğunu göstermede kritik bir rol oynadı. Bu destek, işçinin duygusal bütünlüğünün ihlalinin toplumsal kaynaklarını göstererek bizim mücadele alanımızda bir açılım yarattı. Böylece, tekil tekil yaşanan olayları başka işçilerin deneyimine bağlayarak politika yapma imkânını genişlettik. Nadide Kısa’nın iş baskısı sonucu hayatını kaybetmesinin Soma Katliamı’nın “hadi hadi sistemi” ile bağlarını kurduk. Bireysel ile toplumsalı beraber düşünmek bizi “beyaz yakalı kendine gel” yazılı pankartlarımızla başladığımız yolculukta olgunlaştırdı. Kendini mağdurlaştırmayan ya da diğer uçta, parmak sallamayan bir olgunluğa eriştik. Nadide Kısa’nın iş arkadaşıyla 2019’da yaptığımız röportajın[1] girişinde yazdıklarımız, 2008’den o güne dek yaşadığımız değişimi göstermesi açısından önemli:
“Patronların kâr hırsının sonucu işin bedenlerimize, zihnimize ve ilişkilerimize verdiği zarar her zaman Soma Katliamındaki kadar açık değil. İş ve yarattığı tahribat arasındaki ilişki patronlar tarafından gizleniyor, sorumluluk işçiye yükleniyor. Bu zararı göstermek için uğraşmak gerekiyor. Çalışma şartlarındaki zorlama nedeniyle kaybettiğimiz Nadide Kısa’nın öyküsü de bu şekilde. Kendisi ve diğer iş kaynaklı hayatını kaybeden, varlığı zarar gören arkadaşlarımız bize bu sorumluluğu yüklüyor: “sesimi duyur, haklı olduğumu göster.”
İntihar, antidepresan kullanımı, duygusal zorlanmaların tetiklediği fiziksel sorunlar, yakınları da etkileyerek genişleyen moralsiz yaşam iş kaynaklı olduğunda patronlardan, yöneticilerinden ve avukatlarından koskoca bir “NE MALUM?” gelir. Sonra sıradan insan da “ne malum” der. İş ve yarattığı tahribat arasındaki görünmez halata uzansak dokunacak gibiyizdir oysa. Herkes bilir ölümün, bedenen ve zihnen zarar görmenin kaynaklarını ama yavaş yavaş ölümün kanıtı istenir.
Bu röportajda arkadaşlarımızın bize verdiği sorumlulukla beraber Nadide Kısa’yı andığımız bugünlerde iş arkadaşı Zübeyde ile konuştuklarımızı aktarıyoruz. Her deneyim paylaştığımızda tahribat ve iş arasındaki görünmez halatı ortaya çıkarmayı amaçlıyoruz. Belki birinde buna rengini, diğerinde ise uzunluğunu veririz. Hedefimiz bir çalışan herhangi bir zarara uğradığında patronların bunun işten kaynaklı olmadığını ispat etmek zorunda olması.”
Politika zemini bir kere açıldığında insanlar yaratıcılıkta sınır tanımıyor. Sonrasında hukuk alanında yeni talepler oluşturma, dramayı dahil eden etkinliklerle zor konuları umutlu konuşabilme, Maslak protestoları, Soma Holding önü forumları, deneyim paylaşımı atölyeleri ile birlikte, politika yapmada bereketli bir alan oluşmuştu. Bireysel esenlik ile toplumsal adalet arasındaki bağları kurduk. Bu tarz örgütlülüğün sürdürülebilirliği ayrı bir tartışmayı hak ediyor ama sonuç olarak beyaz yakalıların küçümsendiği ya da mağdur olarak resmedildiği gerçekçi olmayan söylemlerden uzak, mücadeleci bir örgütlenme olabileceğini gösterdik. Bunu kısmen TODAP ile yaptığımız iş birliklerine borçluyuz.
(iii) Deneyim Paylaşımı Atölyeleri
PEP’in faaliyetleri arasında deneyim paylaşımı atölyeleri özel bir yer tutuyordu. Düzenli toplantılarda direnişlere destekle sınırlanmış konular konuşup toplantı sonrası kendi iş deneyimlerimizden bahsettiğimiz noktada durduk. Bu işte bir yanlışlık vardı. Çünkü toplantılarda, asıl, işte yaşadıklarımız konuşulmalıydı. Sohbetler beyaz yakalıların sorunlarına çözüm aramalarıyla sınırlı kalmıyor, bir soruna karşı (örn. ‘çalışma acısına’ karşı) kolektif bir çözüm işlevi taşıyordu. Bu işlevi nasıl yapılandırabiliriz? Deneyim nasıl konuşulur? TODAP moderatörlüğünde güvenli bir ortamda konuşabilir miyiz? Birkaç toplanma denemesinde uzman varlığının “yanlış bir şey” söylememe baskısı yarattığını anladığımızda formatı değiştirdik. TODAP’tan arkadaşımız da bir katılımcı olacak ve moderasyon sadece söz verme ile sınırlı olacaktı. Herkesin eşit olduğu yuvarlak masada insanlar döküldü. Biz kelimelerimizi bu atölyelerde kazandık, mücadele için kavramsal araçlarımızı geliştirdik.
Düzenli toplantılarımız iş yaşamı ile iş dışı yaşamı birbirinden ayırt etmeden düzenlemenin ipuçlarını sunuyor ve iyileştirici, büyüme sağlayıcı bir işleve sahip oluyordu. Atölyeler bu işlevi taşıyacak bir kurumsallaştırma ve yapılandırma denemesiydi. Deneyim Paylaşımı Atölyeleri, iş başvuruları veya performans gibi önceden belirlenmiş konularda deneyimlerin paylaşıldığı ve bu konularda kolektif mücadele için kavramsal araçların üretildiği toplantılar biçiminde sürdü. Bu atölyeler, konularını sadece “akademik” veya “politik” olarak ele alıp geliştirmiyor, yanı sıra katılımcıları açısından bizzat bu konulardaki sorunlar için iyileştirici bir rol oynuyordu. 2016’da Mersin’de gerçekleşen Eleştirel Psikoloji Sempozyumu’nda, Deneyim Paylaşımı Atölyeleri dahil PEP’in bazı faaliyetlerini psikososyal dayanışma araçları olarak ele alan bir sunum gerçekleştirdik.
(iv) ‘İşten atıldım’ sitesi
Psikolog arkadaşlarımızdan destek aldığımız bir başka çalışma da istenatildim.org sitesi ve işten atılanlar arasında “işten atıldım …ama yalnız değilim” sloganıyla sunduğumuz destek ve dayanışma hizmeti oldu. Sitenin işleyişi özetle şöyleydi: İşten çıkarılanlar sitedeki formu doldurarak destek ister, gönüllüler ise onlara hukuki bilgiler ve moral verici mesajlarla yanıt verirdi. Amaç, işten çıkarma süreçlerini zorlaştırmak ve işten çıkarılanlar arasında duygusal bir dayanışma ağı oluşturmaktı.
Siteyi kurarken, işten çıkarmanın günümüz çalışma hayatında bir yönetim aracı olarak kullanıldığı gerçeğinden hareket etmiştik. Çalışanlara işten çıkarılmalarının kendi hataları olduğu söylense de aslında herkes belli stratejilerle işten çıkarılıyor. “Yalnız değilim” dememizin temel nedenlerinden biri tam da buydu. Ancak, zamanla başvurular ve sitenin genel yaklaşımı, çalışanların duygusal ihtiyaçlarına daha fazla odaklanmaya başladı. Bu deneyim, işten çıkarılmanın yalnızca bireysel bir sorun değil, sistematik bir sürecin parçası olduğunu açıkça gösteriyordu. İşten çıkarılma süreci; mevcut yasal düzenlemeler ve uygulamaların, toplumsal damgalamanın ve ekonomik kaynak kaybının birleşimi sonucunda kişiyi yalnızlık duygusuna iter. Bu duygusal çöküş, özünde sınıfsal eşitsizliğe dayanan toplumsal bir adaletsizlikten beslenmektedir. Bu nedenle, işten çıkarılma bir çalışma acısı yaratıyor ve işten çıkarılan işçinin duygusal ihtiyaçlarının karşılanması, toplumsal bir hak niteliği taşımaktadır.
Sırf bireye indirgenemeyecek toplumsal temeldeki bu duygusal ihtiyacın karşılanması için, sevdiklerimizin, mikro-çevrelerimizin sunduğu teselli ve öğütlerden farklı, kamusal bir çerçeveye gereksinim olduğu açıktı. Bu bağlamda, TODAP’taki dostlarımız, “İşten Atıldım” projesinin işçilerle kuracağı iletişimi geliştirme sürecinde bize destek oldular. Şirketlerden ve aileden öğrendiğimiz, işten çıkarılma anındaki paniği yatıştırmaya yönelik olan ve “sakin ol,” “yalnız değilsin” gibi ifadelerle özetlenebilecek ilk yaklaşımımızı onların yardımıyla düzelttik. Artık işçilere duygularına sahip çıkmalarını önermeye başladık ve hayatımızın en önemli kısmını kaplayan, iş ve özel yaşamı iç içe geçiren işyerinde duyguların paylaşılabilmesini bir hak olarak tesis etmeyi amaçladık.
TODAP’ın desteği bununla da kalmadı: İşten Atıldım’a gelen mesajları yanıtlamak, projeye emek veren PEP üyeleri üzerinde de ruhsal bir baskı ve ikincil tahribat, ikincil bir çalışma acısı yaratıyordu. Bu da hem ekip içinde çatışmalara yol açıyor, hem de motivasyonu düşürüyordu. Acı altında ortaklaşmak ve acıyı umutla değiştirmek kolay olmuyor. TODAP’tan arkadaşlarımız bir nevi süpervizyon hizmeti vererek bize destek oldular. Bu süpervizyonun başarısı, psikososyal desteğin ve şefkatin emek örgütlenmelerimizin kurumsal yapısı içine dahil edilmesi ihtiyacını da ortaya koyuyordu.
Sonuç Yerine
TODAP’ın en belirgin ve değerli özelliklerinden birinin örgütlenmede ve dayanışmada ısrar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kuruluşundan bu yana hem kendi üyelerine açtığı yeni alanlar, hem de dirsek temasında bulunduğu diğer yapılarla farklı mecralara dair kafa yorması ve bunu yaparken hem üyeleriyle teker teker hem de bir kurum olarak hareket edebilmesi, TODAP’ı özgün ve güçlü kılan özelliklerdendir. Dolayısıyla, TODAP’ın en büyük katkısının birlikte hareket ettiği yapılar ve örgütleri kendi öznelliğini de koruyarak güçlendirmesi olarak ifade etmemizde sakınca yok.
Bütün bunların yanında, yukarıda da bahsettiğimiz şekilde, PEP olarak sınıf mücadelesi terminolojisine eklemeye çalıştığımız emeğin ruhsallığı kavramını geliştirip üzerine düşünmemizde bizzat katkıda bulunmuş, daha doğrusu buna yön göstermiştir. Geleneksel sınıf mücadelesinde genellikle yok sayılan ya da mevcut düzenin etkileriyle asıl hedeften bir sapma olarak görülebilen işçinin ruh sağlığı alanı bugün hâlâ gelecekteki potansiyel mücadele alanımız için önemli bir noktaya işaret etmektedir.
Son olarak TODAP’ın aktif olarak, düzenli toplantılar ve öz gündemlerini koruyup tartışmaya devam ederek, toplumsal muhalefetin çok zor durumda olduğu bu günlerde bile varlığını sürdürebilmesi bizim gibi tüm yapılar için, en temkinli ifadeyle, iyi bir ihtimale işaret etmektedir. Örgütlerin topluma veya çalıştıkları alana sunduğu katkıların önemi bir yana; kendi üyelerine ve dirsek temasında yahut dayanışmada olduğu diğer ekiplere de bir devamlılık vaat edebilmesinin çok değerli olduğunu düşünüyoruz. TODAP bu anlamda hep “var” olduğunu bildiğimiz ve hareketlilikten uzak kaldığımızda dahi devam edebilme umudunu bize aşılayan bir mecra olmuştur. Plaza Eylem Platformu olarak özellikle COVID-19’un ilk zamanlarından itibaren varlığımızı devam ettiremememizin hem bireysel motivasyon eksikliğinden hem de platformun devamının tam da gönüllülük temelli bireysel motivasyonlara çok fazla bağlı olmasından kaynaklandığını dürüstçe ifade etmemiz gerekir. Bu bağlamda TODAP hem iyi bir örnek teşkil etmekte, hem de devam eden varlığıyla temas ettiklerine güç vermektedir.
[1] Bkz. plazaeylemplatformu.wordpress.com/2024/10/19/ne-malumcu-patronlar/ (Tüm linkler için son görüntüleme/erişim tarihi: 26.11.2025)
[2] Bkz. plazaeylemplatformu.wordpress.com/category/deneyim-paylasimi-atolyesi/
[3] TODAP’la ortak gerçekleştirdiğimiz “Çalışma Acısı Kimin Acısı?” başlıklı forumun bildiri/çağrısı için bkz. todap.org/bolum_detay.aspx?yaziId=1769&bolumId=2