Söyleşi: İpek Demirok ve Baran Gürsel ile TODAP'ın 15 Yıllık Öyküsü Üzerine

 Hazırlayan: Bilge Sözüer e.bilgesozuer@gmail.com

Bu söyleşiye başlamadan önce, TODAP’ın 15 yıllık yolculuğunu nasıl anlatacağımı, hangi sorularla bu uzun hikâyeyi açabileceğimi ve nereden başlamam gerektiğini düşünürken kaygılıydım. Böyle bir örgütlenme pratiğini tek bir söyleşiye sığdırmanın güçlüğünü hissediyordum. Fakat İpek ve Baran’la konuşmaya başladığımız andan itibaren bu kaygılar yavaş yavaş yerini bir meraka bıraktı. Onların hem kuruluş sürecine hem de sonraki dönüşümlere tanıklık eden gözleri sayesinde, TODAP’ın 15 yıllık öyküsüne sadece bakmadık; bu öykünün ritmini, yönünü ve taşıdığı anlamı daha yakından görme fırsatı buldum.

Böylece, TODAP’ın on beş yıllık serüveninin, bu serüveni başından beri yaşayan iki kişiyle yapılan bir söyleşi üzerinden güncel bir fotoğrafını çekmiş olduk. TODAP’ın nasıl filizlendiğini, hangi mücadele alanlarında çiçek açtığını ve hangi bakış açılarıyla gövdesini güçlendirdiğini anlattıkları için İpek’e ve Baran’a ayrıca teşekkür ederim. 

Örgütlenme Arayışı ve TODAP Perspektifinin Oluşması 

“Hem eleştirel psikolojiyle ilgileniyorduk hem de psikologların toplumsal meselelerle ilişkisini önemsiyorduk. Bizim için temel sorulardan biri şuydu: Psikoloji bütün bu toplumsal meselelerin neresinde duruyor?”

Bilge (Sözüer): TODAP nasıl bir araya geldi? Nasıl bir ekipten oluştu? Biraz en başa dönerek anlatabilir miyiz?

Baran (Gürsel): 2008’de düzenlenen ilk Eleştirel Psikoloji Sempozyumu’ndan[1] sonra bir grup insan olarak bir araya gelmeye başladık. Hem eleştirel psikolojiyle ilgileniyorduk hem de psikologların toplumsal meselelerle ilişkisini önemsiyorduk. Bu ilişkinin çoğu zaman kopuk olduğunu görüyor ve dert ediniyorduk. Bir yandan psikolojinin ve psikologların topluma ne söyleyebileceği, topluma ne katabileceği üzerine düşünüyorduk. Öte yandan da psikologların meslek hayatında yaşadığı sorunları önemsiyorduk. 2008’deki sempozyumdan sonra bu çerçevede toplantılar yapmaya başladık. 2010’da derneği resmî olarak kurana kadar İstanbul, Ankara, Mersin ve İzmir düzenli toplantılar yapılmaya başlanmıştı. Düzenli toplantılar açısından bakarsak, daha sonra Diyarbakır’ın da devamında geldiğini söyleyebiliriz. Elbette yerel toplantıların varlığını ve sıklığını belirleyen birçok faktör oluyor ve zamanla değişiklikler olabiliyor ama herhalde şunu söylemek önemli, başından beri bir genel meclis olarak kullandığımız mail grubumuzda her zaman başka illerde ve ülkelerden de üyeler vardı. Tartışmaları hem mümkünse yerellerde hem de ortak grubumuzda olabildiğince katılımcı bir şekilde yürütmeye gayret ediyorduk. 

Bilge: Yani, hem psikologların ihtiyaçları hem de toplumla daha güçlü bağlar kurma isteği, böyle bir alana duyulan ihtiyaçtan doğdu diyebiliriz miyiz?

İpek (Demirok): Bizim için temel sorulardan biri: “Psikoloji/psikologlar toplumsal meselelerin neresinde duruyor?” idi. Eğitimin içinde bu sorulara alan açan dersler, başlıklar çok kısıtlıydı, oldukça ana akım bir eğitim alıyorduk. İlk eleştirel psikoloji sempozyumu ile başka bir psikolojinin mümkün olduğunu gördük galiba, bu arayışta olanlar olarak ilişkilenmeyi sürdürdük. Öncelikle bir mail grubu üzerinden iletişim kuruyor ve hareket ediyorduk, sonrasında oradan bir grup olarak dernekleşmeye yöneldik. Bir yıla yakın toplumsal dayanışma için psikologlar derneği girişimi ismi ile hareket ettik; dernekleşme ihtiyacını, nasıl bir örgüt düşündüğümüzü, temel ilkelerimizi uzun uzun tartıştık o vakitler..İlk birlikte 1 Mayıs katılımımız henüz girişim iken yapmıştık “meslekten ve emekten yana bir meslek yasası” pankartımızla. En nihayetinde toplumsal olanı içeren, toplumsal muhalefete temas etme olanağı sağlayan ve mesleğimizi gözeten bir kavrayışla somut bir örgütlenme ihtiyacı ile derneği kurduk diyebiliriz.

Bilge: “Toplumsal dayanışma” kavramı da derneğin isminde yer alıyor. O günlerde bu kavram sizin için ne ifade ediyordu, bu isim nasıl seçildi?

Baran: Toplumsal dayanışma meselesini baştan itibaren eksenlerimizden biri olarak tanımladık. Bir yandan psikolojinin ve psikologların –ki bu, hem içinde olduğumuz hem de ana akım varsayımları çerçevesinde eleştirel baktığımız bir bilim ve meslek alanı– topluma ne verebileceği, topluma nasıl katkı sunabileceğiyle ilgileniyorduk. Diğer yandan da kendimizi toplumun parçası olarak görüyorduk: Kendi dertleri olan, azımsanamayacak bir parçası işçi sınıfının içinde olan, sınıfla ortak dertleri olan, bir parçası bağımsız çalışabilse de ciddi bir güvencesizlikle karşı karşıya olan ve de toplumun baskı altındaki kesimleriyle benzer dertleri paylaşan bir grup olarak. Bu yüzden kendimizi doğrudan ve sadece “uzman” pozisyonuna koymaktan hep uzak durmaya ve bu konumu hep sorunsallaştırmaya çalıştık. Elbette bir açıdan bir uzmanlığımız var, bunun bazı yönlerinden aldığımız bir keyif ve de korunmasında belli bir toplumsal çıkarımız da var ama bunun yanında, bu bizi kimseden daha değerli yapmıyor. Aksine mesleğimiz ve varlığımız, başka disiplin, meslek, iş veya deneyim alanlarıyla ilişkimiz çerçevesinde anlam kazanıyor. Her zaman aklımızda, eşitlikçi, karşılıklı dayanışmaya dayalı bir ilişki kurma hedefi vardı. Tekel Direnişi[2] bunun önemli örneklerinden biriydi. Zaten ondan sonra derneği kurduk, bana kalırsa orada kendimizi, kendi derdimizi ve kendi umudumuzu da görmemizle birlikte. Büyük bir sınıf dayanışması ve toplumsal dayanışma deneyiminden beslenerek, kendimize ait ama bize, yani onu kuranlara bağımlı olmadan da varlığını sürdürebilecek bir kurum olarak.

Bilge: Tekel direnişi nasıldı?

Baran: Tekel direnişi sırasında sık sık oraya gidip geliyorduk. Bizim açımızdan mesele şuydu: Psikologlar olarak sadece uzman kimliğimizle orada bulunmak istemedik. Alandaki başka ve ana akım bakış açılarından farklı olarak, hem sınıf dayanışması hem de toplumsal dayanışma çerçevesinde, karşılıklı öğrendiğimiz ve toplumu birlikte dönüştürmeye çalıştığımız bir mücadelenin parçası olmayı önemsiyorduk. Öfkeyi de, değişim arzusunu da eşit biçimde paylaştığımız bir yerden bakıyorduk. Bu toplumsal değişim perspektifi, TODAP için bence çok belirleyici ve ayırt edici bir çerçeveydi.

İpek: Tekel direnişi katılımımız, Baran’ın da söylediği gibi karşılıklı öğrendiğimiz ve birlikte dönüştürme çabasıyla eylemlilik içinde olmamız bakımdan TODAP’ın yönünü belirlemesinde de önemli bir yer alıyor bence. Ondan önce de çeşitli işçi direnişleri üzerine bildiriler yazdığımızı hatırlıyorum, Yörsan işçilerinin direnişi buna örnekti. Sanırım işçi sınıfına dair ilk bildirilerimizden biriydi.[3] Bu açıdan anlamlıydı. Yine henüz girişim olarak ismimizin geçtiğimiz zamanlarda, o dönem İstanbul’da belediyeler bünyesinde ruh sağlığı hizmetlerinin de psikologlar tarafından sağlandığı kadın aile sağlığı merkezleri bulunuyordu. Özellikle işçi sınıfı yoğun mahallerde kadınların ihtiyaçlarına dönük, ücretsiz sağlık hizmetleri sağlaması açısından önemli merkezlerdi bunlar. Bu merkezlerden bulanan pek çok psikolog birden işten çıkarıldı ve yürüttükleri çalışma ortadan kalktı. O süreçte işlerinden olan psikolog arkadaşlardan TODAP’a katılanlar da olmuştu. Meslektaşlarımızın yaşadığı hak kayıpları, istihdam sorunu ve ruh sağlığı hizmetinden yoksun kalanlar için söz söylemeye, dayanışma göstermeye çalıştık.[4] Derneğin hem mesleki hem de toplumsal dayanışma ilkelerinin oluşması sürecinde yönümüze işaret eden durumlardan biriydi.

İlk Adımlar

“Hepimiz demokratik işleyişi önemsiyorduk ama “kalıcılık” meselesi de vardı: Burası bir kurum olarak nasıl sürdürülebilir olacak? Kendini devredebilme kapasitesine sahip bir yapı nasıl kurulacak?”

Bilge: Peki, kuruluş dönemine geri dönersek, o yıllarda TODAP’ta nasıl bir ekip vardı? Kendinizi nasıl tarif edersiniz?

Baran: En aktif olanlar, daha çok yeni mezun ya da birkaç yıldır çalışan ama alanın dertlerini yakıcı biçimde hisseden kişilerdi diyebilirim. Benim kendi açımdan hep şu soru vardı: Bu psikolojiyle ne yapacağız? Psikoloji değerli bir alan ama biz bunu nasıl kullanacağız, neye dönüştüreceğiz, nasıl sahipleneceğiz? Bu sorunun etrafında bir araya gelmiş bir ekip gibiydik.

İpek: Psikolojiyi nasıl sahipleneceğiz sorusunu ciddi anlamda dert edinmiş bir ekip, çoğu yeni mezun kimisi eğitime devam eden kimisi çalışan ancak verili psikoloji bilgisiyle yetinmek konusunda huzursuz. Eleştirel ve politik bir bakışla psikolojiyi yorumlamaya, dönüştürmeye ve dönüşüme açık bir gruptu bence. 

Bilge: Peki o zaman geleceğe dair nasıl tahayyülleriniz vardı? Hem alana hem mesleki kariyerlerinize dair… Sizi harekete geçiren motivasyon neydi?

Baran: Bizim aramızda uzun süre tartıştığımız temel meselelerden biri, nasıl bir örgüt ve kurum modeli istediğimizdi. İşleyişinden kapsayıcılığına kadar birçok şeyi konuştuk. Hepimiz demokratik işleyişi önemsiyorduk ama “kalıcılık” meselesi de vardı: Burası bir kurum olarak nasıl sürdürülebilir olacak? Kendini devredebilme kapasitesine sahip bir yapı nasıl kurulacak? Eleştirel psikoloji, çerçevesi belli bir bakış açısı olan ama aynı zamanda benzer heyecanlar duyan herkesin katılımına açık bir kitle örgütü olmak istiyoruz. Bu ikisini bir arada tutmak zor konulardan biriydi. Bir yandan eleştirel bir perspektife sahip olmak istiyoruz, diğer yandan mümkün olduğunca kapsayıcı bir meslek örgütü olmak. Bu tür çelişkiler üzerinden kurumsallaşmanın nasıl olacağını tartıştık. Bizim alanımızda daha önce yapılmamış bir işi yapıyormuşuz gibi bir hissimiz vardı. Elbette emek alanından da başka mücadele alanlarından da sahiplendiğimiz gelenekler vardı ama bir yandan da kendimize özgü ve ileriye dönük sağlam bir temel oluşturacak bir yol bulmaya çalışıyorduk. Kuşkusuz, farklı fikirler vardı, meselenin farklı yönlerine ağırlık vermeyi düşünenler, daha ağır ya da daha hızlı hareket etmek isteyenler. Doğal olarak, birbirinden farklı eğilimlerimizi uzlaştırmaya çalışmanın zorlukları vardı, fakat ortağımız, bana kalırsa, çok canlıydı. Bu canlılık bize umut veriyordu.

İpek: Bir yandan da şunu söyleyebilirim: TODAP’ta hiçbir zaman “büyük hedefler” üzerinden ilerleyen bir yapı olmadık. Bugünden geriye bakınca, sanki hep küçük adımlarla ilerlemişiz gibi. “Bir senede 300 üye olsun” gibi niceliksel hedefler üzerinden hareket eden bir dernek planlaması değildi bu. Elbette politik ve mesleki anlamda bazı hedeflerimiz vardı ama klasik bir dernek mantığıyla “önce hedef koyup sonra organizasyonu buna göre kurma” çizgisi değildi. TODAP sanki zaman içinde, farklı kişilerin katkılarıyla, kolektif düşünce ile, gelip gidenlerle, kalıcı olanlarla birlikte kendi kendini dönüştüren bir organizma oldu. 

Dünden Bugüne Bağlar

Bilge: Peki o zamandan bugüne nasıl bir bağ görüyorsunuz? Neler aynı kaldı, neler dönüştü? “Şunu iyi koruduk”, “şurada zorlandık” dediğiniz noktalar var mı?

Baran: Demin bahsettiğim çelişkiler hep varlığını korudu bence. Birincisi: Eleştirel psikolojiyle ilgilenmek ile aynı anda kapsayıcı bir meslek örgütü olmak arasındaki gerilim. Herkes eleştirel psikolojiyle aynı ölçüde ilgilenmeyebilir ama derneğin bir eleştirel perspektifi olmalı. İkincisi: Süreklilik meselesi. Herkesin demokratik katılımını koruyan bir işleyiş kurmak; kararların küçük bir arkadaş grubunun insiyatifine kalmamasını sağlamak; görünmez hiyerarşileri engellemek… Aynı anda da yeni gelenlerle, değişen kuşaklarla birlikte esneyebilmek, yenilenebilmek. Bugünden geriye baktığımda, bu çelişkileri yönetmeye çalışırken yorulduğumuz, “nasıl sürdüreceğiz” kaygısına düştüğümüz zamanlar da oldu. Ama bugün itibarıyla, bu çelişkilerin içinde de olsa oturmuş bir yapı görüyorum. Gelen birinin yer bulabileceği, kendi sözünü söyleyebileceği bir alan var. 

İpek: Başından beri grup içi zorlu deneyimler, tartışmalar oldu ama yine de hep bir perspektif tutulduğunu da düşünüyorum. Bir “oturmuşluk” hali yıllar içinde biraz da her toplumsal olayla dönüşerek oluştu bence de. Bugünden bakınca, o üç eksenin (eleştirel psikoloji, toplumsal dayanışma, mesleki dayanışma) iyi tanımlandığını düşünüyorum. Özellikle toplumsal dayanışma eksenindeki “ezilenden yana söz söyleme, yanında olma” vurgusu kritik. Bu çerçeveye yakın hisseden kişiler TODAP’a daha çok yöneliyor. Ancak zorlandığımız şeylerden birisi farklı şehirlerde yaşayan meslektaşlarımıza ve öğrencilere ulaşmak oluyor bazen. Sempozyumlar, etkinlikler sayesinde temas alanı açılıyor ancak ekip halinde yeni şehirlerde var olmak konusunda zorlanıyoruz; bu sürekli yeniden yapılanmayı gerektiriyor ki belki mevcut gücümüz kısıtlı kalıyor bunun için. 

Eleştirel Bilginin Üretilmeye Çalışıldığı Bir Yer Olarak TODAP

Bilge: Buradan biraz daha ilkelere ve pratiklere geçmek istiyorum. Bu üç eksen –toplumsal ve mesleki düzeyde– nasıl karşılık buluyor sizce?

İpek: Bunu bir örnek üzerinden anlatmak isterim. Geçenlerde onuncu yılı vesilesiyle; 10 Ekim Ankara Gar Katliamı’na dernek olarak katılımımız ve sonrasındaki çalışmaları konuştuğumuz bir panel yapmıştık. Orada da aktarmıştım, o dönem pek çok yeni psikolog arkadaşımız “Böyle politik nedenleri sonuçları olan bir durumda TODAP’la çalışmak isteriz” diyerek TODAP’a katılmıştı. Ruh sağlığı alanında çalışan farklı meslek gruplarını da davet ettiğimiz büyük toplantılar yaptık[5], hem psikososyal dayanışma ağına hem de TODAP’a katılım yoğun olmuştu. Sanırım Gezi dönemi için de bunu söyleyebiliriz. Eylemliliğin arttığı ve toplumsal travmatik olaylar sonrasında belki daha belirginleşiyor TODAP’ın farklılığı. Tabi bazı meslektaşlarımız da aynı nedenlerden dolayı uzak duruyor ilişkilenmekten muhtemelen, bu da şaşırtıcı olmuyor. 

Baran: Türkiye’de henüz bir meslek birliğimiz yok ama alanı bir bütün olarak düşünürsek, TODAP’ın, TPD’nin yanındaki varlığı önemli bir dinamik yaratıyor. TPD’nin yerine geçmesi mümkün değil; ne tercihler ne de koşullar buna elverir. Ama TODAP’ın varlığı hem meslektaşlar nezdinde hem de TPD gibi diğer örgütler üzerinde bir etki alanı oluşturuyor. TODAP’ın sorduğu soruya, ürettiği söze karşı bir yanıt verme ihtiyacı doğabiliyor. Bazen bu yanıt geliyor, bazen gelmiyor ama her durumda TODAP, o alanda bir boşluğu dolduruyor, bir çekim merkezi oluyor. Bir yandan rekabet, bir yandan tamamlayıcılık söz konusu. Belki ileride Türkiye’de bir meslek birliği kurulsa, orada aynı yapının farklı yüzleri olarak hep birlikte etkileyici olabiliriz. 

İpek: Bununla ilgili komik bir anekdot anlatacağım. Geçenlerde uzun süredir Almanya’da yaşayan tiyatrocu biriyle tanıştım, arkadaşım TODAP’tan olduğumdan bahsetmiş ona. Beni görünce merakla “Seni gördüğüme çok sevindim, bu diyalektik psikoloji, eleştirel psikoloji nedir, soracak kimse bulamıyorum, araştırınca da sizin yayınlarınızı gördüm” diyerek sorular sordu. Kendi psikolojik sürecini anlamaya çalışırken TODAP’la tanışmış. Bu kişi 15 senedir yurtdışında yaşayan, psikoloji eğitimi almamış biri. Sadece kendi yaşadığı meseleleri anlamak için bu kavramlara yönelmiş. TODAP’ın oraya kadar uzanan bir etkisi olduğunu görmek çok hoşuma gitti. Yani sadece meslektaşlarımız için değil, başkaları için de bir referans olabiliyor.

Baran: Bizim ilişki ağımız, etki alanımız, karşılıklı etkileşim ağımız, ana akım kurumlara göre biraz farklı oldu, öyle olmaya da devam ediyor. Bir yandan kurumsal olarak, diğer yandan bireyler düzeyinde, farklı bir kurumlar, kişiler, düşünceler, pratikler ağının parçasıyız gibi düşünüyorum. Disiplinler arası bir bakış açısını korumaya çalışıyoruz; hatta sadece disiplinler arası değil, farklı hareketler, örgütler, toplumsal gruplarla da etkileşim hâlindeyiz. Bu canlı ağ, bizim için besleyici ve bilinçli olarak önemsediğimiz bir şey. Elbette bu ağı yaratan, her zaman aynı ölçüde görünür olmasa da bazı idealler var.

İpek: Evet, psikologluk mesleğinin ötesine geçen bir tarafı var. Toplumsal muhalefetle, sendikalarla, derneklerle, STK’larla temasla birlikte daha disiplinlerarası bir ilişkilenme ortaya çıkıyor. Ve sanırım eleştirel bilgiyi, sadece teori düzeyinde değil, gündelik hayatta da bir karşılığa kavuşturma çabasının bir karşılığı oluyor ki özellikle toplumsal eşitsizlik/adaletsizlikten etkilenen gruplar için dayanışma çağrısı aldığımız oluyor. TODAP’ı sosyal bilim alanlarından sempozyum, paneller ve yayınlar vesilesiyle tanıyanlar olduğunu görüyorum. Almanya’daki örnekten devam edeyim, bu arkadaşın bir sorusu da “Ben göçmenim, terapistim politik değilse beni anlıyor mudur?” idi. Bu soruya cevap arayan biri için TODAP bir referans hâline gelebiliyor. TODAP doğrudan o kişiye cevap verir ya da vermez, ayrı mesele; ama eleştirel bilginin üretilmeye çalışıldığı bir yer olarak orada bir karşılık bulduğunu hissediyorum.

Eleştirel, Dayanışmacı ve Demokratik Çizgiyle Hareket Etmek

Bilge: Geriye dönüp baktığınızda “İyi ki yapmışız” dediğiniz neler var?

İpek: En genel hâliyle, böyle bir tutum kurmuş olmak diyebilirim. Eleştirel, dayanışmacı, katılımcı ve demokratik bir çizgiyi ısrarla sürdürmüş olmak.

Bilge: Peki tersinden bakalım: “Keşke o dönem şunu da yapsaydık, eksik kaldı” dediğiniz noktalar var mı?

İpek: Bende var, psikososyal çalışmalara hem organizasyonda hem de sahada katılmış biri olarak belki biraz kişisel bir yerden söylüyorum; özellikle saha çalışmalarının sürdürülebilirliği konusu bir sorun olabilir...halen sahada ihtiyaç olduğunu bilmemize rağmen bazen maddi kısıtlılık bazen de sayımızın azlığı nedeniyle devam edemediğimiz oldu. Örneğin Hatay’da bir yıla yakın yürüttüğümüz deprem sonrası çalışmalarını bitirirken “Keşke devam edebilsek” diyorduk, bütçemiz ve yeter sayıda gönüllümüz kalmamıştı. Dernek bünyesinde gönüllülük esasında çalışıldığı için, içinde bulunduğumuz ekonomik koşullar, bizlerin çalışma hayatının yoğunluğu, alanda var olmanın maliyeti ve belki bazen tükenmişlik hisleri…bütün bunlar çalışmaların devamlılığını etkiliyor. Türkiye’de toplumsal travmaların arkası kesilmiyor, bunun etkisini de unutmamalı. Yapılan çalışmaların hepsini “iyi ki yaptık” diye düşünüyorum, katkısı olan herkesin emeklerine sağlık diyeyim yeniden. 

Baran: Bence Türkiye’de eleştirel psikolojinin tanınır, bilinir ve belli ölçüde kurumsallaşmış olmasına ciddi katkı verdik. Eleştirel psikoloji bizden önce de vardı; biz zaten bizden öncekilerden çok şey öğrendik. Ama bu sürekliliği sağlama, bu alanın derinleşeceği bir zemin yaratma konusunda TODAP önemli bir rol oynadı. Buna rağmen, İpek’in dediği türden sürdürülebilir, özgün saha çalışmalarını yeterince yapamamış olabiliriz. Kuramsal çalışmalarımız bireysel olarak daha derinleşmiş durumda; kendi alanlarımızla eleştirel psikolojiyi birleştirmeye çalışıyoruz belki ama TODAP imzasını taşıyan, özgünlüğü ve sürekliliğiyle çok öne çıkan saha çalışmaları konusunda hâlâ eksiklik hissediyorum. “Türkiye’de eleştirel psikoloji perspektifiyle yapılmış, örnek gösterilen şu çalışma” diyebileceğimiz şeyler belki daha az. Bu da aramızda hep tartıştığımız bir şey: Özgün bir şey üretilebilir mi? Yoksa var olan pratikleri eleştirip, geliştirerek mi ilerleyeceğiz? Hatta bazen şunu düşünüyorum: Belki de TODAP tam da böyle bir ara konumda kalmalı, üyelerinin ve faaliyetlerini takip edenlerin eleştirel psikolojiye girişine aracılık etmeli ama bundan öte netleşmeler ve özgünleşmeler, herkesin kendi düşünsel gelişimlerine bırakılmalı çünkü bundan öte bir ortaklık arayışı belli türden eleştirel psikoloji anlayışlarına kapanmak anlamına gelebilir ve TODAP’ın kapsayıcı çatı olma işlevine zarar verebilir. Fakat bu girişin nerede başlayıp nerede bittiği tartışmalı bir konu olabilir. Belki bunlar zamanla daha iyi oturacak konular.

İpek: Genelde ikinciye daha yakın duruyoruz sanki: Tamamen “hiç görülmemiş” bir özgünlük değil, ama eleştirel teması güçlü çalışmalar… Yine de “Ne kadar özgün olabiliriz?” sorusu bence önemli ve açık bir soru.

Bilge: Ben de bilemedim açıkçası. Zaten “özgün, her şeye çare” gibi bir iş üretmek de mümkün değil. O kadar parlayan bir örnek bazen gövdeyi görünmez kılabilir. TODAP’ın gövdesi bence zaten çok kıymetli. Belki TODAP’ı öne çıkaran eksen, bu eleştirel psikoloji ekseni; diğer çalışmalar onun etrafında örülüyor gibi de düşünülebilir.

İpek: Bizim saha çalışmalarımız genelde yaşanan duruma özgü, anlık örgütlenen çalışmalar: Soma, 10 Ekim, deprem sonrası… Önceden tasarlanmış, mahallesiyle, öznesiyle birlikte yürütülen çalışmalar –feminist örgütlerin mahalle çalışmaları gibi örneğin– bence çok daha özgün işler. Bizim açımızdan da, “olay olmadan” ya da büyük bir toplumsal kırılma olmadan, arka planda yürütülecek daha planlı çalışmalar özgünlük imkânı yaratabilir. Yine de bütün çalışmalar birbirine deneyim aktarımlarıyla bağlanıyor ve bir öncekinin “dokunuşunu” taşıyor bence; buna bir çeşit “TODAP dokunuşu” diyebilirim; kolektif ve eleştirel düşünceyle örülmüş; tamamen özgün olmasa da TODAP’a özgü...

Mesleki Yetersizlikten Eleştirel Dayanışmaya

“Uzmanlaşmanın getirdiği hiyerarşi ve ana akım bakışı, eleştirel gözle sorgulamak gerek.”

Bilge: Atanamayan psikologları ve psikoloji mezunlarının içinde bulunduğu zor koşulları düşününce mezun sayısı çok fazla ama istihdam alanları açılmıyor; hatta açılabilecek alanlar bile değerlendirilmiyor. Ülkedeki genel “yetersizlik” hâlinin içinde, psikologların yaşadığı yetersizlik ayrı bir katman gibi duruyor.

İpek: İstihdam sorunu psikologlar için TODAP’ın ilk kurulduğu zamanlarda da konuştuğumuz vurguladığımız bir meseleyken, bugünden bakınca sorunun giderek büyüdüğünü söyleyebiliriz. 15 sene önce de psikoloji eğitiminin nasıl bir sermaye alanına döndüğünden bahsediyorduk şimdi de öyle. Özel üniversitelerin sayısının ve kontenjanların artmasıyla psikologların sayısı da katlanıyor ancak devlette ve özelde çalışma alanları kısıtlanıyor. Mart ayında çıkan yönetmelikle birlikte serbest çalışma için klinik psikoloji yüksek lisansı mezuniyet zorunluluğu getirildi ki zaten özel okullardaki eğitim ücreti yüksekken iyice artış eğilimi gösterecek gibi görünüyor, ideal eğitim için olması gereken yüksek lisans öğrencisi sayısı zaten pek çok özel üniversitede aşılmış durumda; eğitimin içeriği nasıl bir dönüşüm yaşayacak henüz yanıtını bilmiyoruz... Daha yakın tarihli kurulmuş olan özel üniversitelerde klinik psikoloji diploması sağlanırken eski köklü üniversitelerin çoğunda bu klinik psikoloji ibaresi diplomalara eklenemiyor şimdilik. Lisansüstü eğitim ancak bütçesi müsait olana hizmet etmeye yönelecek eğer bu durum değişmezse. Mezun olurken epey yetersiz hisseden bir meslek grubuyuz zaten, yasal düzenlemelerdeki karmaşa da bu hissi arttırıyor ve mesleğimizi uygulamaya dair bir endişe yaratıyor. Bir yandan toplumsal koşullar zaten sürekli bir yetersizlik hâli üretiyor... Öte yandan mesleği uygulamaya alan açıldığı, güvende hissedilerek çalışıldığı yerde ise yetersizlik hissinin eleştirel bakmaya, yeniden üretmeye iten bir tarafı da var. “Şöyle yaparsan böyle sonuç alırsın” ezberi koruyucu olabilir çoğu zaman ancak kapsayıcılığı, farklılıkları, kültürel etkileri dışarıda bırakabilir, o yüzden bu söyleme inanmıyoruz. Daha “amatör kalabilmenin” değerinden de bahsederdik, özellikle de ilk kuruluş yıllarında. Uzmanlaşmanın getirdiği hiyerarşi ve ana akım bakışı, eleştirel gözle sorgulamak gerek. Toplumsal travmalarla çalışırken, TODAP’ın kendi çalışmalarına eleştirel yaklaşırken, bu “amatörlük”, yani kendini sürekli sorgulayan, hazır kalıplara yaslanmayan bir yerde durmak, bence kıymetli.

Baran: Bence bu, az önceki özgünlük tartışmasıyla da bağlantılı. Psikologların hayatına doğrudan dokunan, “şu projeyi yaptık, şu farkı yarattı” diyebileceğimiz işlerin eksikliği… Biz hep şunu düşündük: Kendi başımıza yapabileceklerimiz sınırlı. Bu yüzden başka örgütlerle, kurumlarla dayanışma içinde çalışmanın önemli olduğunu biliyoruz. Bu hem emek mücadelesinde hem toplumsal travmalarda geçerli. Yetersizlik duygusu, aslında bütün kurumların hissettiği bir şey. Biz de aynı şeyi hissediyoruz. Buradan çıkaracağımız ders bence şu: Kendi örgütümüzü ne kadar canlı tutabilirsek, hiyerarşiden, ezbere hareket etmekten ne kadar uzak durursak, diğer örgütlerle ve insanlarla o kadar canlı ilişkiler kurabiliriz. Yetersizlik duygusunu da bu canlılığı korumanın bir parçası olarak görmek mümkün.

Bilge: Sahada her olayın kendi özgüllüğüne göre hareket etmek, “her durumda geçerli” bir protokol üretmemek TODAP’ın temel ilkelerinden biri gibi. Her durumda yeniden düşünmek, değerlendirmek, spesifik cevaplar oluşturmaya çalışmak… Bu da TODAP’ın eleştirel ve ucu açık yapısını işaret ediyor olabilir.

İpek: Evet, kaynaklarımız ölçüsünde spontan, ama her seferinde yeniden düşünülen bir çizgi tutmaya çalışıyoruz diyebiliriz. Eleştirel Psikoloji Sempozyumu ve Ötekisiz Psikoloji Atölyeleri organizasyonları; 1 Mayıs ve 8 Mart’lara katılımımız gibi daha gelenekselleşmiş hareket alanlarımız da var ki güncele, gündeme temas eden her seferinde içerik ve yöntem olarak yeniden düşünülerek planlanan çalışmalar oluyor bunlar. Aynı zamanda spontan olmaya gayret ediyoruz örneğin LGBTİ+’lara yönelik yargı paketine eklenmesi düşünülen maddeler gündem oluyor, birisi “Buna dair bir söz söylemeliyiz”[6] diyor; bir metin yazılıyor. Bir yerde eylemlilik başlıyor, önemsenen değerlerle örtüşüyorsa katılım gösterilmeye çalışılıyor. Yetersizlik hissi de bunun doğal bir parçası; bu ülkede hiçbir şeye “yettim” demek zaten mümkün değil. Bizim ilk saha çalışmalarımızdan biri Kadıköy’de sokakta yaşayan çocuklarla yaptığımız küçük bir grup çalışmasıydı. Mahalle esnafı bir şekilde destek olmaya çalışıyordu bu çocuklara, biz de birkaç oturumluk bir psikososyal destek çalışması yapmayı denemiştik. Ne yaptığımızı tam bilmeden, yön arayan bir hâlde… Orada hissettiğim yetersizlik duygusunun çok benzerini, 2023’te deprem sahasında, Hatay’da çalışırken de hissettim. Arada yıllar, bilgi, deneyim farkı var, belki daha rahat hareket edebiliyorum ama yetersizlik hissi aynı. Bu, o kadar da kötü bir şey olmayabilir.

Bilge: Evet, çünkü yetersizliği hissetmek bir yandan da “Bu durum benden büyük” duygusunu taşıyor. Yetersizlik hissine değinmişken TODAP’ın aslında ne kadar dolu ve üretken bir 15 yıl geçirdiğini anlattığınız için ikinize de teşekkürler. TODAP’la tanışalı henüz bir yıl bile olmamasına rağmen bu yapıda kendime bir yer bulabildiğimi hissediyorum, bunun da yıllardır emek vererek kurduğunuz zeminin sayesinde olduğunu düşünüyorum. Bu yapının oluşmasına ve bugünlere gelmesine yaptığınız katkılar için ayrıca teşekkür etmek isterim. Son olarak, eklemek istediğiniz başka bir şey varsa duymayı çok isterim.

İpek: Meslek-emek ekseniyle ilgili son bir şey ekleyeyim; yıllar önce meclise sunduğumuz meslek yasası tasarısı, güncel etkileri yoğun olan yönetmeliğe karşı açtığımız davada olduğu gibi bu konularda bir varlık göstermek çok kıymetliydi. Ancak farklı özellikleriyle lisans ve lisansüstü mezunu psikologların durumu, istihdam meselesi gibi başlıklar önümüzde tekrar tekrar düşünülmesi gereken alanlar olarak duruyor. Bitirirken on beşinci yılında TODAP iyi ki var diyorum, en başından beri yan yana hareket ettiğimiz arkadaşım Baran’a ve süreçte katkısı olan yollarımızın kesiştiği herkese teşekkür etmek isterim. Bu on beşinci yıla özgü anlamlı sayı için Psikoloji ve Toplum Dergisi organizasyonunda bulunan arkadaşlarımıza, röportajdaki emeğin ve değerli katkıların için ayrıca sana çok teşekkür ederim Bilge. 

Baran: Sahiden, bu röportaj bizi hem geçmişe götürdü hem de bazı heyecanların içimizde ve aramızda yaşamaya devam ettiğini bize hatırlatmış oldu. Bu dergiye, bu sayıya emek verenlere ve tabii Bilge sana çok teşekkür ederim ben de. İpek’e ve bu çalışmayı birlikte sürdürdüğümüz herkese şükran duyuyorum. Ve umutla görüyorum ki bize bu duyguları yaşama imkânı veren, yeni kuşakların bu hareketi sahiplenmeleri oluyor. Elbette sahiplenmek, birçok şeyi sorgulamak ve dönüştürmek anlamına da gelebilir. Böyle dönüşümleri de, bir kurumun sürekliliği kadar heyecanla takip ediyoruz.

[1]    I. Eleştirel Psikoloji Sempozyumu (5-6 Eylül 2008 / İstanbul): http://elestirelpsikolojisempozyumu.todap.org/2016/05/i-elestirel-psikoloji-sempozyumu-5-6.html (Bütün linkler için son erişim/görüntüleme tarihi: 23.11.2025)
[2]    “Psikologlar Tekel işçileriyle dayanışıyor” 31 Ocak 2010 bildiri/çağrı metni: todap.org/bolum_detay.aspx?yaziId=343
[3]    “Yörsan Direnişine Psikologlardan Destek” başlıklı bildiri: todap.org/bolum_detay.aspx?yaziId=7&bolumId=1
[4]    “Taşerona Karşı Psikologlar: Kadın ve Aile Sağlığı Merkezlerinde Yaşananlar Üzerine” başlıklı bildiri: todap.org/bolum_detay
[5]    “Ankara Psikososyal Dayanışma Ağı’nı Birlikte Kuralım!” çağrısı: todap.org/bolum_detay.aspx?yaziId=1587&bolumId=2
[6]    “11. Yargı Paketi Taslağı, Biz Psikologlar İçin Hangi Anlamlara Geliyor?” başlıklı bildiri: todap.org/bolum_detay.aspx?