Murat Yurtgül anısına...
İpek Demirok demirok.ipek@gmail.com
TODAP’ın resmî kuruluşunun on beşinci yılında, dernek olarak şimdiye kadar yaptığımız geniş katılımlı psikososyal destek çalışmalarına yer verdiğim bu yazıda Soma Katliamı, 10 Ekim Ankara Gar Katliamı ve 6 Şubat depremleri sonrasında yürüttüğümüz psikososyal destek çalışmalarını dönemlerin arka planı ve tanık olduklarımıza da değinerek aktarmaya çalışacağım.
13 Mayıs 2014 Soma Maden Katliamı
Soma Eynez maden ocağında 13 Mayıs 2014 günü başlayan yangın kısa sürede büyümüş ve yüzlerce maden işçisinin ölümü ve yaralanmasıyla sonuçlanmıştı. Madendeki yangına müdahale ve arama kurtarma çalışmaları üç dört gün kadar sürmüş, Türkiye’nin dört bir yanında “Kaza değil cinayet, kader değil katliam” sloganıyla protestolar ve eylemler düzenlenmiş, madencilerin yakınlarına ve katliama tanık olanlara destek olma amacıyla pek çok gönüllü Soma’ya ziyarette bulunmaya başlamıştı. Biz de Mayıs ayının sonlarına doğru gönüllü TODAP üyelerinden bir grup olarak ilk ziyaretimizi gerçekleştirdik.
Bu ziyarette Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden madenci ailelerine destek için Soma’ya gelmiş pek çok insanla karşılaştık. Kimisi ailelere taziyede bulunmaya ve maddi destek sunmaya kimisi de Soma içinde günlerce süren protesto ve eylemlere katılmayı amaçlamışlardı. Facianın gerçekleştiği Eynez maden ocağında arama kurtarma çalışmaları tamamlanmış, Afetler ve Acil Durumlar Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından 301 maden işçisinin vefat ettiği açıklanmış ve cenazeler kaldırılmıştı. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarıyla iletişim kurarak nasıl bir dayanışma planlayacağımızı değerlendirdikten sonra avukatlar, sosyal hizmet uzmanları, sendikaların da içinde yer aldığı Soma için Adalet komitesinin oluşumundan haberdar olmamızla planlamalarına dâhil olduk.
Avukat, psikolog ve sosyal hizmet uzmanı gibi meslek mensuplarından oluşan ekipler hâlinde farklı mahallelerde kayıp yakını madenci ailelerini ziyaret ettik. Bu ziyaretlerde aileler derin bir üzüntü ve yas içindelerdi; henüz çok yakın zamanlı yapılan görüşmelerde olayın gerçekliğinin kavranamadığı ve kabullenememe üzerine sıklıkla vurgu yapılıyordu. Hemen her aile ziyaretinde maden işçilerinin göz göre göre ölüme gittikleri, para hırsından dolayı madende çok fazla çalıştırıldıkları ve son dönemde madenin iç koşullarındaki olumsuz değişikliklerden hemen hemen ocakta çalışan bütün işçilerin bahsettiği söyleniyordu. Özellikle yakınlarının madenden çıkan naaşını tespit etmeye gidenler ve bedenlerdeki hasara tanık olanlar, acı içinde gördüklerini paylaşıyorlardı. Temas ettiğimiz hemen herkesin acılarının yanında öfkeleri büyüktü ve adalet istediklerini sıklıkla dile getiriyorlardı. Adaletin sağlanacağına dair ise büyük bir umutsuzluk hâkimdi; özellikle eşlerini kaybeden kadınların çocuklarını tek başlarına nasıl yetiştireceklerine dair üzüntü ve çaresizlik içeren sorgulamaları vardı. Eşini kaybeden kadınların yanında çoğunlukla kendi aileleri bulunuyor, aileler hem desteklemeye hem de dava sürecine dair yönlendirici olmaya çalışıyorlardı. Soma merkezi dışında birkaç köye yaptığımız ilk ziyaretlerde bilgi karmaşasının ve ölen madencilerin arkasından hukuki olarak nasıl bir pozisyon alacaklarına dair çaresizlik hislerinin köylerde daha yoğun olduğunu hissetmiştik. Özellikle sağlık hizmetlerine erişim konusunda zorluk yaşıyorlar ve Soma’nın merkezine ulaşan bazı yardımların dışında kalıyorlardı.
Aileler ve madenden yaralı kurtulan işçilerle yaptığımız görüşmelerde, tütüne getirilen kotalar ve çiftçilik kazançlarının düşmesine paralel olarak maden ocaklarının özelleşmesiyle Soma’nın bir maden şehrine ve madende çalışmanın kısıtlı da olsa düzenli maaş ve sosyal güvence sağlayan yegâne iş kolu olarak adeta bir zaruriyet hâline geldiği yönünde aktarımlar oluyordu. Madencilik işinin her zaman için tehlikeler barındırdığı biliniyor; ancak artan ihmaller zinciriyle böyle bir katliama yol açtığı söyleniyordu. Geçmişe kıyasla madende çalışma koşullarının ağırlaştığından ve hayati riske neden olacak sorunların varlığından sıklıkla bahsettiler. Daha kötü durumda olan maden ocaklarının da olduğunu ancak bölgedeki ekonomik politikalar sonucu korku ve çaresizlik içinde çalışmaya devam ettiklerini paylaşıyorlardı.
TODAP olarak yaptığımız ilk ziyaretten sonra, gönüllü üyelerle birlikte süreğen bir çalışma planı çıkarmaya çalışarak iki haftada bir ziyaretlerle yürüttüğümüz kadın dayanışma grup oturumları, maden işçilerine yönelik grup çalışmaları ve grup çalışmalarına davet etmek ve evde temas kurmak adına kadınlara yönelik ev ziyaretlerine başladık. Çalışmalara davet etmek üzere kayıp yakını kadınlara (eş–anne) Soma için Adalet Komitesinden aldığımız liste üzerinden ulaştık. Genelde hafta sonları yürüttüğümüz çalışmaları Soma Öğretmenevinde gerçekleştirmeden önce, hem kadınlara hem de maden işçilerine telefonla ulaşıp çalışmalara katılımları için görüşmeler yaptık ve aynı listeyi takip ederek kabul eden ve görüşmek isteyen kadınlara ev ziyaretlerinde bulunduk. Özellikle ev ziyaretleri kadınların kendileri, üzüntüleri ve öfkelerini rahatlıkla konuşmaları için güvenli bir ortam sağlıyor gibi görünüyordu. Bir yıla yaklaşan bu ziyaretlerde kadınların eş kaybı sonrasından değişen yaşamlarına tanıklık ettik. Ziyaretlerde çoğunlukla, artık toplumda “dul kadın” olarak görüldükleri için nasıl başlarını eğmek zorunda hissettiklerinden, zaten yalnız yaşayan bir kadın ve anne olmanın yeterince zor olduğundan, acılarını yaşarken bir yandan pek çok dedikoduya maruz kaldıklarından sıklıkla bahsettiler. Özellikle sağlanan maddi desteğin, bu desteği almayanlar tarafından “paraları alıp eşlerini unuttular, keyiflerine bakıyorlar” dedikodularına sebebiyet verdiğini anlatıyorlardı.
Arkadaşlık komşu ilişkilerinin de etkilendiğinden, ancak kaybı yaşamış kadınlarla bir arada olunca daha rahat ettiklerinden sıklıkla bahsettiler. Yas süreci bir yalnızlaşma ve dışlanmayla devam ediyor; aynı zamanda çocuklarıyla ilgili verecekleri kararlarda zorlanıyor, yanlış yapmaktan korkuyorlardı. Bazıları kendi ailelerinden önemli şekilde destek gördüklerinden, bazıları ise dul oldukları için özellikle babalarının ve ağabeylerinin çeşitli kontrollerine maruz kaldıklarından bahsediyorlardı. Eşinin ailesinden destek alan kadınlar da olsa da, çoğunlukla maddi desteğin sadece kendilerine ve çocuklarına verildiği için ailenin müdahalelerine ve kötülemelerine maruz kaldıklarını söylüyorlardı. Bu da yas yaşantılarını ve yaşamlarını olumsuz yönde etkilemeye devam ediyordu.
Kadınlarla yapılan dayanışma paylaşım gruplarında da benzer temalar sıklıkla beliriyor; gönüllülerin kolaylaştırıcılığıyla kadınlar birbirlerini dinleme, yaşadıkları zorlukların benzerliklerini ve farklılıklarını konuşma ve farklı baş etme yollarını birbirlerinden öğrenme fırsatı buluyorlardı. Grup çalışmalarına duyguları anlama–anlamlandırma, yasla baş etme ve değişen hayata uyum sağlarken güçlenme başlıkları altında psikodrama aktiviteleri ekleniyordu. Kadın dayanışmasının ön plana çıktığı bu çalışmalardan kadınlar, genellikle anlaşılmış hissettiklerini, bir arada olmanın yalnızlık hissine iyi geldiğini ve toplumda yaşadıkları dışlamanın aksine burada içsel bir temas ve güçlenme alanı bulduklarını söyleyerek ayrılıyorlardı. Grup çalışmaları katılmak isteyen, kayıp yaşamış her madenci eşine açıktı. Aynı kadınların üst üste katılımı olduğu gibi tek oturumluk katılanlar da olabiliyordu. Genelde çocukları küçük olduğu için onları yanlarında getiriyorlar; çocuklar bahçede gönüllü arkadaşlarımızla vakit geçirip oyunlar oynarken kadınlar çalışmalara katılabiliyorlardı. Grup paylaşımlarının bir kısmı da çocuklarla ilgili sorunların konuşulmasına ayrılıyordu.
Faciadan yaralı kurtulan maden işçileriyle yaptığımız paylaşım gruplarında ilk başlardaki tema genellikle o gün ocağın içinde yaşananlar üzerineydi. Kendi deneyimlerini, gördüklerini, arkadaşlarını son gördükleri hâlleri hem derin bir üzüntüyle hem de zaman zaman suçluluk hisleriyle paylaşıyorlardı. Kimisi o esnada yaralı, sıkışmış, hayatını kaybetmiş arkadaşlarına ulaşmaya ve yardım etmeye çalışmış kimisi madenden çıktıktan sonra arama kurtarma ekiplerine kılavuzluk etmişti. Gördükleri sahneler zihinlerine kazınmış, günlük hayata devam etmekte zorlandıklarını söylüyorlardı. Maaşları çok kısa bir süre daha çalışmadan ödenmiş olayın üzerinden birkaç ay geçtikten sonra tekrar işe dönmeye çağrılmışlardı. Hepsinin ayrı ayrı yaşadığı ekonomik zorluklar vardı ve ne kadar istemeseler de tekrar madene girmekten başka çarelerinin olmadığını vurguluyorlardı. Maddi desteğin topluluğun genel ihtiyaçlarına yönelik planlanmaması, işçilerin durumunun göz ardı edilişi hem Soma’daki toplumsal destek mekanizmalarını bozmuş hem de yoksullukla sınanan işçileri iş güvenliği riski devam eden madenlere geri dönmeye zorlamıştı.
Dernek olarak Soma’da kalıcı bir mekânımız olmadığı ve bireysel danışmanlık hizmeti vermediğimiz için hem ev ziyaretlerinde hem de grup çalışmalarında ihtiyaç gördüğümüz durumlarda, bireysel psikolog görüşmeleri, sosyal hizmet uzmanı veya psikiyatrist desteği için, olaydan kısa bir süre sonra Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği, Türkiye Psikiyatri Derneği ve Türk Psikologlar Derneği’nden gönüllülerin çalıştığı sosyal hizmet merkezine yönlendirmeler yapıyorduk. Katliamdan bir yıl sonraya kadar süren psikososyal destek çalışmalarımızı zamanla katılımın azalmasıyla sonlandırdık. Akhisar’da 13 Nisan 2015’te Soma Davası, davaya özel olarak hazırlanmış bir mahkeme salonunda kayıp işçi yakınlarının, gönüllülerin ve sivil toplumun katılımıyla başladı. Ziyaretlerimizde davaya mümkün mertebe katılım göstermeye ve maden işçilerinin ve ailelerinin yanında olmaya özen gösterdik. 2018’e kadar süren davalarda şirket yönetim kurulu başkanı ve pek çok yöneticiye hapis cezaları verildi; ancak 2021 yılı itibariyle davada cezaevinde tutuklu sorumlu kalmadı. Ne yazık ki madenci yakınlarının adalet beklentisi karşılanmadığı gibi umutsuzlukları da perçinlenmiş oldu.
10 Ekim 2015 Ankara Gar Katliamı
10 Ekim 2015’te Emek, Barış, Demokrasi vurgusu ve adıyla planlanan büyük miting henüz başlamadan, Ankara Garı’nın önünde toplanan kalabalığın içinde art arda patlayan iki canlı bomba ile kana bulandı. TODAP olarak “Savaşın açtığı yaraları psikologlar kapatamaz” pankartıyla miting katılımcıları olarak oradaydık. Sadece Ankara’dan değil, çok farklı şehirlerden otobüslerle gelen, farklı örgütlerden meslek gruplarından ve yaştan kişi oradaydı. Patlama sonrasında ilk gün kayıp sayısı hızla arttı, hastanede bir süre kalıp hayatını kaybedenlerle birlikte kayıp sayısı zamanla 104’e ulaştı. Bu süreçte ne yazık ki çok uzun süre hastanede kalanlar olduğu gibi başka şehirlere nakledilen, uzuvları ampüte edilen ya da kullanabilmek için zamana yayılan yoğun tedaviler almak durumunda kalanlar da vardı.
Bu mitingden yaklaşık üç ay önce Kobani’ye doğru yola çıkan, üyemiz ve arkadaşımız Murat Yurtgül’ün de aralarında bulunduğu, otuz üç sosyalist Suruç’ta yaptıkları basın açıklaması sırasında bir canlı bomba saldırılısıyla hayatını kaybetmişti. Suruç’ta hayatta kalan ve yaralı şekilde İstanbul ve Ankara’ya dönenlere psikolojik destek sağlamak amacıyla Türkiye İnsan Hakları Vakfının (TİHV) koordinasyonunda Psikososyal Dayanışma Ağı (PSDA) kuruldu. Bu ağ içinde Tabip odaları, Türkiye Psikiyatri Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği, Türk Psikologlar Derneği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası ve TODAP bulunuyordu. Yaralılar ve olaya tanıklık edenlerin TİHV’e gelen başvuruları, bu oluşum bünyesindeki gönüllülere yönlendirilerek bireysel görüşmeler başlatıldı ve uzun süre takibi yapıldı. Tıpkı Suruç’ta olduğu gibi, insan hakları ve barışa olan inanç ve umutla bir araya gelen, belki de Ankara’nın en kalabalık mitinglerinden birini oluşturacak bir buluşma oluyordu. Tanıklar, barış sesini yükselten toplumsal muhalefete yönelik bu saldırı sonrasında; etrafa dağılan organ parçalarından, ortalığın kan gölüne döndüğünden, patlama ardından polisten gelen biber gazlı müdahalenin yaralılara ilk müdahaleyi zorlaştırdığından ve ambulansların gelişini geciktirdiğinden sıklıkla bahsettiler. Ankara’nın çeşitli hastanelerine götürülen yaralıların tedavileri başlatıldı; destek olmak için gelen sağlık çalışanları ve kan vermek isteyen gönüllüler hastanelerin önünü doldurmuştu. Hemen ertesi günlerde ise patlama ile vefat edenlerin bedenlerinin tespiti için adli tıp kurumunun önünde kayıp yakınları bekliyordu. Derin bir acı ve öfke ile bekleyen kayıp yakınlarının cenazeleri alıp ayrılması günler almıştı.
Psikologlar olarak, tam da pankartımızda yazdığı gibi savaşın açtığı yaraları kapatamayacağımızın farkında olarak ve böylesi zamanlarda bir arada olmanın, dayanışmanın önemini bilerek öncelikle adli tıp süreçlerinde, sonrasında ise tedavileri devam eden yaralılar için hastanelerde bulunmaya devam ettik. Olayın hemen ardından kurulan 10 Ekim Dayanışması, hastane önlerinde kriz masaları açmış, hem yaralı yakınlarına destek veriyor hem de yaralıların ihtiyaçlarını düzenli olarak takip ediyordu. Özellikle ilk günlerde hastanelerin önünde gündüz ve geceleri düzenli olarak bekleniyor, yaralıların ve yaralı yakınlarının yiyecek, barınma gibi ihtiyaçları karşılanıyor hem de çok taze olan saldırının etkisiyle hastanede bulunanların başına bir şey gelmesinden endişe ederek bir destek mekanizması ve güven çemberi oluşturulmaya çalışılıyordu. Hastane önünde bekleyenlerin yaşadıklarını paylaşmak, konuşmak, ihtiyaç olduğunda bir dost eli uzatmak ve eşlikçilik etmek üzere PSDA’nın bileşeni olarak ve yönlendirmesiyle orada olmaya çalıştık. Kriz masası, ihtiyacı olan yaralı ve yaralı yakınlarına ulaşmamız konusunda yardımcı oluyordu. Hastanelerde yatanlarla kurduğumuz iletişimde yaralanmanın ve kaybedilenlerin acısı ve üzüntüsüyle birlikte sorumluluğu olanlara ve kendilerini korumayanlara yoğun bir öfke hâkimdi. Ankara’da hastanede uzun süre kalanlar için tekrarlı ziyaretlerde de bulunulabiliyordu. Bu durumlarda görüşmelerin içeriği biraz daha derinleşiyor ve sonrasında da iletişim kurmak için fırsatlar oluşuyordu.
Ekim aynın sonlarına doğru Ankara’da, yine PSDA’nın çağrısıyla, yaklaşık yüz ruh sağlığı çalışanının katıldığı Ruh Sağlığı Çalışanları Forumu düzenlendi. Bu forumla birlikte farklı hastaneler ve toplulukların yaptığı çalışmalardan haberdar olunarak daha kolektif şekilde hareket etmek mümkün oldu. Eş zamanlı olarak mitinge katılmış olan, üyelerini kaybetmiş ve orada bulunan sendika, siyasi parti ve topluluklarla grup çalışmaları, yakınlarını kaybedenlere yönelik ise ev ziyaretleri yapılıyordu. Düzenli toplantılarla ev, sendika, oda, siyasi parti ziyaretleri ve grup çalışmaları organize ediliyor ve uygulanıyordu.
Tüm bu çalışmalarda ilk günlerde şok, öfke ve derin bir acı hâkimdi. Hem yaralılarda hem de yakınlarında çaresizlik ve devlete karşı güvensizlik had safhadaydı. O gün, mitinge giderken hissedilen coşku umut ve heyecan, sonrasındaki patlama sesleri, yaralıların ve hayatını kaybedenlerin görüntüleri tekrar tekrar dile getiriliyordu. Öldürülmeye çalışılmanın korkusu, barış umuduna yapılan saldırıya dair büyük bir öfke ve katledilenler için derin bir keder... Birlikte hevesle gidilen mitingden bazıları dönememiş; arkadaşları, yoldaşları gözleri önünde parçalanmıştı ya da hastanede yaşam savaşı verir durumdaydı. Bu durum, hayatta kalanlar için en çok suçluluk duygusunu uyandırıyor, “Onları kaybettik ve biz hayattayız” fikrinde anlam bulmak zorlaşıyordu. Yaşıyor olmanın getirdiği suçluluk hissi, katliamı yok sayanlara hatta iyi olmuş diyenlere dair öfkeyle birleşiyor, adeta insanlıktan utanmaya dönüşüyordu. Saldırıya maruz kalmanın korkusu ve kaygısı bir yandan devam etse de pek çoğu, örgütlü olmanın getirdiği bir dirayet, bir arada olmanın verdiği güven ve dayanışma hisleriyle eylemleri ve anmaları takip ediyor, yaralı ve kayıp yakınlarına destek olmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Zaman zaman ruh sağlığı alanında olduğu gibi farklı örgütlerden gelenlerle birlikte yapılabileceklerin konuşulduğu buluşmalar ve paneller organize ediliyordu. Tüm yas havasına rağmen 10 Ekim’in ertesinde Ankara’da çeşitli örgütler, sendikalar, stklar, bağımsız gönüllü destek verenler arasında bir dayanışma ruhu hâkimdi.
Elbette günlük hayatı idame etme, uyku, odaklanma, sakinleşme zorlukları yaşayanlar olduğu gibi, kendini izole eden, sokakta ve meydanda yürürken yeni bir bomba patlayacağına dair endişe ve kaygıyla hareketlerini kısıtlayanlar da vardı. Yapılan ziyaretlerde ve grup çalışmalarında bu ve benzeri psikolojik zorlanmalar nedeniyle bireysel danışmanlık desteğine ihtiyaç duyanlar ise yine PSDA içinden ve TİHV sekreteryasıyla gönüllü psikologlara yönlendiriliyordu. Ankara’daki kayıp ailelerinin ev ziyaretlerinde, 10 Ekim günü yaşananları, kayıpları öğrendikleri zaman hissettikleri derin üzüntü ve yası, saldırılara karşı hissettikleri öfkeyi ve devletin sorumluluğunu sıklıkla vurguluyorlardı. Diğer ailelere ve yaralılara da gideceğimizi bildikleri için bizim aracılığımızla duygularını paylaştıklarını iletiyor; ziyaretler sayesinde unutulmadıklarını, kayıplarına verilen değeri gördükleri için memnuniyetlerini dile getiriyorlardı. Genelde bir psikolog ve bir sosyal hizmet uzmanı olarak gerçekleştirilen ev ziyaretlerinde çocuklar da varsa ayrıca görüşmeler yapılıyordu. Çocuk ve ergenler de bireysel görüşme ihtiyacı görülürse TİHV’e yönlendiriliyordu. Sadece Ankara’da değil İstanbul ve İzmir’de de PSDA bileşenleriyle benzer çalışmalar yürütüldü. Ev ziyaretleri ve grup çalışmaları yaklaşık üç ay kadar devam ederek sonlandırılırken, bireysel danışmanlık görüşmeleri ise bir yıla yakın bir süre devam etti. Yoğun güvensizlik ve çaresizlik hislerinin içinde dahi 10 Ekim mitinginde olan ya da sonrasında bir arada hareket edilen insanlara dair güvenin devam etmesi ve iyi gelen en önemli şeylerden biri olarak tarif edilmesi dayanışmanın, örgütlülüğün ve katliamın politik olarak anlamlandırmanın önemine dair bizlere önemli mesajlar bıraktı. 10 Ekim Katliamı Davası onuncu yılında adalete yönelik sarsılmış bir inançla devam ediyor. Adaletin sağlanmamasının yarattığı öfke ve güvensizlik ortamı hayatta kalanlar ve kayıp yakınları için belki de hiçbir zaman bitmeyecek olan acıyı derinleştiriyor.
6 Şubat 2023 Depremleri
Depremin hemen ertesinde pek çok sivil toplum örgütü gibi hızlıca bir araya geldik ve hem kendi aramızda hem de depremi yaşayanlarla nasıl dayanışma gösterebileceğimize dair kolektif olarak düşünmeye başladık. Söz konusu kayıp sayılarını hâlâ tam olarak bilemediğimiz, insanların yıkım sonrasında yakınlarına ve tanıdıklarına canlı veya ölü olarak ulaşmayı beklediği, arama kurtarma ve hayatta kalanlara desteğin devlet mekanizmaları tarafından yeterince sağlanmadığı böyle bir durumda, kalabalık bir ekip olarak sahaya gitmek, bulunduğumuz yerden destek olmak, dayanışmayı nasıl gerçekleştireceğimizi düşünmek ve planlamak, içinde bulunduğumuz dehşet, acı ve öfke içinde pek kolay değildi.
Saha çalışmalarımıza, farklı şehirlerden bulunduğumuz şehre göç eden ve belirli bölgelere yerleşen/yerleştirilenlerden başlayarak, İstanbul’da Gazi Mahallesi, Ankara’da Araplar Mahallesi gibi bölgeleri ziyaret ederek ve farklı gruplar hâlinde depremden etkilenen farklı şehirlere ve bölgelere giderek başladık. Ek olarak, bulunduğumuz şehirlere göç eden kişilerden bire bir görüşmelere katılabileceklerle, PSDA aracılığıyla kısa süreli bireysel görüşmeler planladık. Kendi aramızda kurduğumuz süpervizyon ve eğitim gruplarıyla da yine birbirimizi desteklemeye çalıştık.
Saha çalışmalarımızın organizasyonunu, TİHV’in destekleriyle organize ettik. Depremin ardından yaptığımız çalışmaları üç kısımda anlatmam daha uygun olacaktır. Öncelikle 6–25 Şubat 2023 tarihlerinde Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman ve Mersin’in çeşitli bölgelerinde gönüllü olarak desteğe giden arkadaşlarımızın deneyimini aktararak başlayacağım.
Depremin ilk gününden itibaren depremden etkilenenlerin her türlü ihtiyacı, ağırlıklı olarak bu bölgelerde bulunan çeşitli örgütler, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşları tarafından karşılanmaya çalışılmıştı. Gerçekleştirdiğimiz ilk ziyaretlerde, TODAP üyesi arkadaşlarımız da gönüllülerle dayanışma içinde yeri geldiğinde en temel ihtiyaçların karşılanmasına destek oldu (örneğin tırlardaki ayni yardımları indirme ve dağıtımını organize etme ve düzenleme). Bunun yanı sıra psikoloji bilgi ve pratiği doğrultusunda insanları dinleyerek, acılarını paylaşmaya, yaşadıkları büyük yıkım ve kayıplar karşısında hissettiklerini ifade etmelerine, duygularını anlamlandırmalarına ve kendileri ile çocukları hakkında danışmak istedikleri konularda psikososyal destekler sunulmaya çalışıldı.
Daha sonra, 2023 Nisan ayına denk gelen Ramazan Bayramı’nda, bayramın kayıplar sonrasındaki önemini de düşünerek, kalabalık bir ekip olarak Hatay ilçe ve köylerine o döneme özgü ihtiyaçları görmek ve tespit etmek üzere geniş bir alana yayılan ziyaretlerimizi gerçekleştirdik. Depremin üzerinden geçen zamana rağmen henüz enkazların çoğu kaldırılmamış, özellikle ara yollar ulaşıma açılmamıştı. Depremin açtığı zorluklar apaçık ortada duruyordu.
Deprem sonrasında belediyelerin, sivil toplum örgütlerinin ve AFAD’ın kurduğu çadır kentlerin yanında, orada yaşayan halkın kendi bahçesine, hasar almış binaların çevresine kurduğu çadırlar da bulunuyordu. Yakınlarını kaybedenlerin acısı çok taze; depremi yaşayıp hayatta kalanların deprem sonrasındaki durumun yarattığı kaygı, çaresizlik ve tedirginlik ise yoğundu. Ziyaretlerimizde konuştuğumuz kişiler, Hatay’a arama kurtarma desteğinin çok geç geldiğini, komşularının ve yakınlarının enkaz altından gelen seslerinin hâlâ kulaklarında olduğunu ve bu büyük yıkım karşısında yaşanan o enkazı kaldıramamanın, enkaz altında, belki ölmek üzere olanlara ulaşamamanın çaresizliğini anlattılar. Devlet desteği yoktu; geldiğinde ise pek çoğu için artık çok geç olmuştu.
Depremden kurtulanlar birbirleri için de çok çabalamışlardı. Yaşama devam etme çabasının, öncelikle barınma ihtiyacı, sonrasında da sistemli bir koordinasyon kurulana kadar beslenme, uyuma, yıkanma gibi temel ihtiyaçların nasıl zorlukla sağlanabildiğini anlattılar. Bu ziyarette yaptığımız çadır ziyaretleri, psikososyal destek paylaşım grupları ve psikolojik bilgilendirme grupları dolayısıyla deprem sonrasındaki deneyimlere tanıklık ettik.
Depremden iki ay sonra artık çadırlarda bir sistem kurulmuştu; ancak tek bir çadıra sığmaya çalışmanın ve çocukları bu koşullarda koruyup kollamanın zorlukları devam ediyordu. İş kaybı yaşayanlar da çoktu; iş yerleri yıkılan ya da çalışmaya henüz geri dönülemediği için bekleyenler vardı. Evlerin yıkımı aynı zamanda ciddi maddi kayıpları da beraberinde getirmişti. Kadınlar için çadır bölgelerinde yaşamak ayrı bir iş yükü getiriyor ve ne yazık ki şiddet vakalarında da artış olduğu söyleniyordu.
Nisan ayında yaptığımız bu ziyaret uzun vadeli yapacağız çalışmalar için de bir inceleme niteliğindeydi. Türk Tabipleri Birliği (TTB), Antakya merkezde bir koordinasyon merkezi kurmuş ve sağlık hizmetlerini depremden hemen sonra başlayacak şekilde hem bu merkezde sunuyor hem de ekipler hâlinde dolaşarak mahalle ve köylere ulaştırıyordu. Bu koordinasyonda klinik hizmetlerin yanı sıra kadın sağlığı merkezinde de kadınların özel ihtiyaçları karşılanıyor ve ilgili sağlık hizmetleri veriliyordu. Bu sağlık kampüsüne pek çok sağlık çalışanı TTB koordinasyonuyla geliyor ve uzmanlıklarına göre gerekli sağlık hizmetlerini sağlıyorlardı. Bu çalışmalar dahilinde, TİHV’in koordinasyonu ve TODAP’ın gönüllü psikologları vasıtasıyla vereceğimiz psikososyal destek hizmetleri için bize de hem kalacak hem de çalışacak bir alan açıldı. Bizim için bu dayanışma, büyük yıkımlar sonrasında ancak kurumlar arası iş birliği ve destek ile hayatta kalanlara temas eden anlamlı bir hizmet sunulabileceğinin de bir göstergesi oldu.
Bu büyük gönüllü ekibiyle yaptığımız ziyaretten sonra uzun dönemli çalışmamızın planlanmasına başladık. Haziran–Ağustos 2023 arasında Hatay’da Antakya merkez, Defne ve Samandağ ilçeleri, mahalle ve köylerinde 4–5 günlük periyotlarla dönüşümlü olarak bölgede bulunarak gerçekleştirdiğimiz çalışmalara yirmi bir TODAP üyesi psikolog arkadaşımız katıldı. Bu süre zarfında enkazların çoğu duruyor, bazı bölgelerde enkaz kaldırma çalışmaları yapılıyordu. Kanserojen olarak değerlendirilen havadaki asbest oranı yüksek olarak değerlendiriliyordu; enkaz kaldırma çalışmaları nedeniyle Hatay toz altında kalmış bir şehirdi. “Depremden sağ çıkan bizleri kanserle öldürecekler” diyenler de vardı.
Çadır kentler ve düzensiz çadırlar, yıkım alanlarının arasında ve ortasında bulunuyor, artan hava sıcaklığıyla birlikte ortak banyo ve tuvalet kullanımlarında hijyen sorunu yaşanıyordu. İçme suyu sorunu da baş göstermiş ve özellikle yaz ayları boyunca devam etmişti. Yetkililerin yeterli desteği sağlamamış olması, yalnızlık ve çaresizlik hislerini artırıyor, “kendi kendine idare ediyormuş” hissi yoğun olarak dile getiriliyordu.
Çalışmalar kadınlara, ergenlere ve çocuklara yönelik paylaşım gruplarıyla devam ediyordu. Grup çalışmaları dışında kalan sürede ise çadır ziyaretlerine yapılıyordu. Yine eş zamanlı olarak, TTB kadın sağlığı merkezine gelen kadınlarla kısa bireysel görüşmeler yapılıyor, kendilerine ve çocuklarına dair sordukları sorular cevaplanıyordu. Katılımcılara, TTB’nin yönlendirmesi ve çadır kentlerdeki organizasyonun duyurusuyla ulaşılıyordu.
Kayıplar arkasından yaşanan acı ve üzüntü ve depremi deneyimlemiş olmanın yarattığı kaygı ve tedirginlikle birlikte deprem sonrasında hayatı idame ettirmedeki zorluklar, kadınlarla yapılan paylaşım gruplarının temel temalarıydı. Yaşadıkları koşulların ne zaman değişeceğini bilememek ve geleceğe dair plan yapamamak yaşanan psikolojik sıkıntıları artırıyor gibi görünüyordu. Aileler kalabalık bir şekilde çadırlarda konaklıyordu; bir arada yaşamak, özel alan sorunu ve aile ilişkileri bakımından yıpratıcı oluyordu.
Kadınların kendi bakımları ve iyiliği ikinci plandaydı. Bakım emeği yükü artmış, sıkışmışlık hissi yoğun olarak yaşanıyordu. Zaman zaman grup çalışmalarına katılmak isteseler de iş yükü dolayısıyla katılamayanlar oluyordu. Partner ilişkilerinde önceden var olan sorunların arttığı, erkeklerin daha öfkeli ve saldırgan olduğu sıklıkla dile getiriliyordu. Kadınlar, en çok da çocuklarının ihtiyaçlarını ve onlara nasıl destek olabileceklerini sorguluyorlardı. Deprem sonrasında eğitime ara verildiği için aylarca okula gitmeyen çocukların geleceğine dair de kaygılar artmıştı.
Grup çalışmaları, çoğunlukla kadınlar ve çocuklarla aynı anda ve paralel şekilde yürütülmüş; böylelikle kadınların katılımının artacağı düşünülmüştü. Elbette çalışmanın ana hatlarıyla bir planı olsa da kadınlarla yapılan çalışmalar genellikle duygusal paylaşım alanlarına dönüşebiliyordu. Gündelik hayatın yükü o kadar ağırlaşmış durumdaydı ki, çalışmalar çoğunlukla bunların paylaşıldığı özel alanlara dönüşüyordu. Kadınlar kendilerine alan açmak konusunda da daha iyi hissediyorlardı. Bir arada olmanın önemini sıklıkla vurgulamışlardı; “İlk başta birbirimizden, kendimizden başka kimse yoktu” diyorlardı.
Erkekler çalışma yapmak konusunda en zorlu grubu oluşturuyordu. Erkek gruplarını oluşturmak ve katılımı sağlamak, belki de duyguları paylaşmak istemedikleri için zorlu oluyordu. Yapabildiğimiz grup çalışmalarında ve bireysel görüşmelerde öfkelerinin arttığını kabul ediyorlar; çalışamamak ve pasif kalmak en büyük şikâyetlerini oluşturuyordu. Ailelerini koruyamadıkları ve yeterince destek olamadıkları için kendilerini suçlu ve sorumlu hissediyorlardı.
Ebeveynlerin en çok zorluk yaşadığı ve danıştığı konuların başında çocukların güvenliği, kaygı ve öfke sorunları ile akranlara yönelik saldırgan davranışların ortaya çıkması geliyordu. Deprem sonrasında çocuklar çok uzun süre okula devam edemediler; bazıları arkadaşlarını, öğretmenlerini ve tanıdıklarını kaybettiler. Ancak yası yaşayabilecekleri ve anlamlandırabilecekleri ortamlardan uzaktılar. Bu bilgiler doğrultusunda çocuklara ve ergenlere yönelik duygularını tanıma, kaygı ve stresle başa çıkma, duygu düzenleme temelli, çoğunlukla psikoeğitim, psikodrama ve yapılandırılmış oyun çalışmaları üzerinden destek verildi.
Ergenlerde ise içe kapanma, kopukluk, kendi yaşıtlarıyla güvenli bir şekilde bir araya gelebilecekleri ortamların azlığı öne çıkıyordu., Kültürel ve sosyal etkinliklerin mevcut olmaması, özellikle kız çocukları üzerindeki bakım emeği baskısı, toplu kalınan çadır alanlarındaki kısıtlamalar ve mahalle baskısı da yoğun olarak dile getirilen sorunlar arasındaydı. Ergenler, hem izole kaldıkları hem de çocuk gruplarına katılamadıkları için özel çalışma gerektiren bir grup olarak ele alındı. Yine de, bu gruba yönelik çalışmaların kısıtlı kaldığını belirtmek gerekir.
Bu çalışmanın sonlarına doğru tüm çadır kentlerin konteyner kentlere taşınacağı konuşuluyordu. Çadır kentler ve düzensiz çadırlar halkın kendi mahalleleri ve yaşadıkları alanlara yakındı; ancak konteyner kentler daha uzak bölgelerde ve şehirden kopuk olduğu için birçok soruna rağmen halk taşınmak istemiyordu. Çalışmanın ilk ayağı ağustos sonunda tamamlandıktan sonra, ikinci kısma yaklaşık beş ay sonra başlandı.
Depremin yıl dönümünde saha çalışmalarının ikinci ayağı başlamış oldu. 6 Şubat–28 Haziran 2024 tarihleri arasında beş ay sürecek olan çalışma, yaklaşık on iki gönüllü psikolog arkadaşımızla yürütüldü. Hatay’da sahada bulunmadığımız sırada çadır kentler konteyner kentlere taşınmıştı ama hayat benzer sorunlarla devam ediyordu. Eylül ayında, hem deprem sonrası ayakta kalan okullarda hem de yeni yapılan konteyner okullarda eğitim–öğretim başlamıştı. Okulların açılmasıyla çocukların okul rutinine geçişi, biraz daha regüle olmalarını sağlamış gibi görünüyordu.
Yine benzer şekilde kadınlar ve çocuklarla grup çalışmaları yürütülmeye devam edildi. Özellikle Kırkyama Kadın Dayanışması, Vakıflı Köyü Kadın Kooperatifi gibi dayanışma grupları aracılığıyla katılımın daha süreğen olduğu kadın çalışmaları yapılması mümkün oldu. Bazı okulların organizasyonuyla da ergenlik yaşlarındaki çocuklara yönelik, özellikle duygu düzenleme konularının çalışıldığı, psikodrama teknikleri de içeren grup çalışmaları yapıldı. Çocuk ve ergenlerde okulların açılmasıyla birlikte iyileşmeler görülse de ebeveynlerin, çocuklarının bugününe ve geleceklerine dair endişeleri devam ediyordu. Sıklıkla kaygı ve öfke sorunlarından, yaşadıkları iletişim zorluklarından bahsediliyordu. Konteynerlerde, özel hayat gizliliği ve sınırlar karıştığı için kimsenin yeterince kendine özel alanı olamıyordu. Çekirdek aile ve geniş aile ilişkilerinde depremden sonra ortaya çıkan çatışmalar, anlaşılmama, birbirine destek olamama gibi konular bazıları için artmış; bu da yalnızlaşmayı beraberinde getirmişti.
Eski çevresini ya mekân değişikliği ya da yıkımın yarattığı insan ilişkilerindeki tahribatla birlikte kaybeden pek çok kadın, yeni ilişkiler de kuruyor; yakınlardaki kadınlarla bir arada olmanın ve dayanışmanın onlara en iyi gelen şeylerden biri olduğunu söylüyorlardı. Tüm grup çalışmalarında hemen hemen alınan en önemli geri bildirim, paylaşmanın, birbirini dinlemenin ve kadın dayanışmasının önemi idi.
Sonuç Yerine: Psikososyal Çalışmaların Ortaklıkları
TODAP’ın gönüllü üyeleri tarafından organize edilen ve hayata geçirilen bu psikososyal çalışmalara katılmış biri olarak deneyimlerimi paylaştığım bu yazının son kısmında çalışmaların ortak noktalarına ve buradan çıkarımlarla TODAP’ın psikososyal çalışmalara dair yaklaşımına değinmek isterim.
Yukarıda bahsettiğim çalışmaların hepsi belli bir toplumsal travmatik olay sonrasında harekete geçen bizlerin psikolojiye bakışı ve deneyimleriyle, olaylara dair tanıklıklarımız, sahada gözlemleyerek yaptığımız çıkarımlar ve öznelerin aktarımlarından yola çıkarak planladığımız çalışmalardır. Her birinde sahip olduğumuz psikoloji bilgisi ve deneyimini, durumun ekonomik, politik ve sınıfsal anlamlarını da düşünerek eleştirel bir perspektifle uygulamaya dökmeye çalıştık.
Soma katliamı çalışmaları örneğinde, maden işçiliğinin ekonomik-politik koşullarını, işçi sınıfının deneyimlerini, bölge kültürü içinde eşini kaybeden bir kadın olmanın kadınlar üzerinde yarattığı baskıyı konuşmaya ve dinlemeye alan açarak ilerlemeye önem gösterdik. Ayrıca yas sürecindeki dinî ve manevi baş etme yöntemleri ile adalet arayışı ve mahkeme süreçlerinin ele alınması çalışmalarımızın odağında yer alıyordu.
10 Ekim katliamı sonrasında, katliamı anlamlandırmak için tarihsel olarak Kürt halkı üzerindeki devlet baskısı ve şiddetini, halkların bir arada kurduğu barış umuduna atılan bombaların yarattığı duygusal yıkımlarla birlikte hedeflediği ideolojik dönüşümü birlikte düşündük. Mitinge katılım göstererek ve sonrasındaki yürüttüğümüz tüm çalışmalarda insan hakları ve barıştan yana saf tuttuğumuzu vurguladık.
Deprem çalışmalarında da bölgelerin kültür, dinî inanç, etnik kimlik gibi farklılıklarını göz önünde bulundurarak, bireysel duygulara ve deneyimlere özen gösterdiğimiz kadar, topluluk olarak toparlanmaya, paylaşmaya ve bir arada yaşamı kurmaya odaklanan psikososyal destek çalışmaları organize ettik.
İktidar ve toplumun bir kesimi tarafından görmezden gelinmek istenen ya da susturulmaya çalışılanların yanında konumlanmak, tanıklık etmek ve yalnız bırakmamak; insana duyulan güvenin tesisine ve adaletsizlik hissi karşısında uzun vadede umut ışığı olabilecek bir eşlikçiliğe dayanan bir destek sunmak tüm çalışmalarımızın en önemli hedefiydi. Bu doğrultuda eşlikçiliğimizi psikososyal çalışmalara katılanlarla sınırlı tutmayarak, 10 Ekim’de olduğu gibi eylemlere, Soma’da olduğu gibi mahkeme süreçlerine ve depremde olduğu gibi anmalara katılmaya özen gösterdik. Öznelerin olduğu yerde bulunarak, anının gerekliliğiyle şekillenen dinamik bir eşlik etme hâliydi bu. Deprem sonrasında ayni yardımların düzenlenmesi ve dağıtılması, soma için adalet komitesi dahilinde taziye ziyaretleri, 10 Ekim sonrasında hastane kriz masalarında dayanışma için hazır bulunuyor olmayı psikososyal eşlikçiliğin bir parçası olarak görebiliriz
Çalışmalarımızı, devlet kurumlarından bağımsız ve toplumsal muhalefete dâhil, zaman zaman yerelde aktif olan sivil toplum örgütleriyle iş birliği hâlinde planlamaya ve uygulamaya özen gösterdik. Bunun en önemli nedeni, devlet kurumlarının bakışından muaf ve bağımsız çalışmaları örmekti. Bir diğeri ise, toplumsal travmalar dolayısıyla örselenen zarar görenlerin hâlihazırda iktidarın elinden çekmekte olduğu acı ve adalete dair sarsılan güvendi.
Soma’da, sendikalar ve sivil toplum örgütleriyle iş birliği içinde 10 Ekim Ankara Katliamı sonrasında yine sivil toplumun oluşturduğu PSDA içinde ve diğer sivil toplum kuruluşlarıyla dirsek teması hâlinde faaliyet gösterdik. Depremde ise temel olarak TİHV, TTB ve deprem bölgelerinde var olan yerel sivil toplum örgütleriyle dayanışarak çalışmalarımızı tamamladık.
Çalışmalarımızın tümü, gönüllü üyelerimizin dönüşümlü katılımı ile gerçekleşti. Çalışmalar Soma örneğinde olduğu gibi bazen talebin zamanla bitmesiyle ya da deprem çalışmalarında olduğu gibi maddi ve insan kaynaklarımızın zamanla kısıtlı hâle gelmesiyle sonlandı.
Tanıklığıma, psikososyal destek çalışmalarının organizasyonunda, sahada gözlemlediklerime ve TODAP’ın yayımladığı raporlara dayanarak hazırladığım bu yazıya konu olan çalışmalara emek veren ve katkıda bulunan tüm arkadaşlarımıza teşekkür ederim. Çalışmalarımızın eleştirel psikososyal destek çalışmalarına örnek teşkil etmesi umudu ve kaybettiklerimizin anılarına saygıyla…
- TODAP Soma Raporu (10.10.2014): todap.org/images/raporlar_brosurler/SomaCalismasiRaporu-TODAP.pdf
- Suruç Katliamı sonrası “Psikososyal Dayanışma Ağı (PSDA) Açıklaması” (10.10.2016): todap.org/bolum_detay.aspx?yaziId=1700&bolumId=1
- Deprem Sonrası Değerlendirme Raporu I (24.03.2023): todap.org/images/raporlar_brosurler/Deprem_Sonrasi_Degerlendirme_Raporu
- Deprem Sonrası Değerlendirme Raporu II (13.02.2024): todap.org/images/raporlar_brosurler/Deprem_Sonrasi_Degerlendirme_Raporu_2